Fehim TAŞTEKİN
Suriye cehenneminin 10’uncu yılında kalemler yeniden keskinleşti, yalan makineleri yeni baskılara koyuldu, siyasi demeçler keskinleşti, mahkemeler kuruldu.
Yıkım projesinin mimarları artık ayrı gayrı yerlerdeler. Kirli müdahalede Türkiye’ye biçilen şantiye rolünü canı gönülden üslenen Recep Tayyip Erdoğan sonradan içine düştüğü ‘stratejik’ yalnızlığını gidermek için eski yol arkadaşlarına seslenme gereği duymuş. Hangi danışmanının kaleme aldığını bilmediğimiz bir yazı ile. Mutat adresler New York Times ya da Washington Post değil de nazlarının geçebildiği Bloomberg’de.
Erdoğan yazıda başından beri Türkiye’nin en ilkeli, insancıl, en tutarlı politika güden ülke olduğunu savunurken terör ve göçün yegâne sorumlusunun Beşşar el Esad olduğunu söylüyor. İdlib’i “muhalefetin son kalesi” olarak niteleyip Türkiye’nin geçen yılki askeri müdahaleyle milyonlarca can kurtardığını savunuyor. İstikrar ve barış için yegâne çıkış yolu olarak ya Batı’nın askeri, diplomatik ve ekonomik olarak işin içine girmesini ya da Türkiye’ye destek vermesini gösteriyor. Türkiye’nin yarım kalan işi Batı’nın desteği ile tamamlamasını hem en makul hem de asgari maliyet ve azami etkiye sahip bir seçenek olarak öne sürüyor.
Benim anladığım; saplantılı Suriye siyaseti hala yalan-dolanda can suyu arıyor. Kore Savaşı'ndan beri değişmeyen NATO’daki “en ucuz asker” fırsatını Suriye’de de kaçırmamaları aklını veriyor. Bu teklifle kim bilir yeniden “değerli ortak” payesi umuyor. Joe Biden’a kur yapıyor!
***
Mademki 10’uncu yılda herkes kendi hikâyesini yazıyor, o halde biz de bu krizin kilometre taşlarına dair kendi tanıklıklarımızı da içeren bazı hatırlatmalarda bulunarak biraz hafıza tazeleyelim.
Evet, “Arap Baharı” isyanıyla insanlar korku duvarlarını yıkarak sokağa indi. Ve şiddetle karşılaştı; ölümle, işkenceyle. Fakat Suriye’de 27 Ocak 2011’den itibaren düzenlenen birkaç gösteri hedeflenen kitleselleşmeyi yakalayamamıştı. Dahası sistemden yana gösteriler de az değildi. Bu ivmeyle rejim değiştirmenin mümkün olmadığı kısa sürede anlaşıldı.
Sünni ağırlıklı, Başkan Yardımcısı Faruk el Şara’nın memleketi, nizama sadakatiyle tanınan ve tarım kenti olarak bilinen Dera’da kitleleri fişekleyecek bir yola başvuruldu. Bir hikâye servis edildi. Duvarlara “Doktor! Sıra sende” yazdıkları gerekçesiyle gözaltına alınan 12-18 kadar çocuğa işkence yapıldığı, tırnaklarının çekildiği ve tecavüz edildiği iddia edildi. Böylece gösteriler tetiklendi. Dera’da 18 Mart 2011’de El Ömeri Camii’nden çıkan kalabalığın katıldığı gösteri en ciddi meydan okumaydı. Çıkan olaylarda 4 kişi öldü. Esad, Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdad ile Yerel Yönetimler Bakanı Tamir el Hucce’yi Dera’ya gönderip ailelere taziye mesajını iletti. Vali Ahmed Gülsüm görevden alındı.
Dera’daki gösteride göstericiler arasında silahlı kişiler vardı; ateş tek taraflı değildi. “Gösteriler barışçıldı” hikâyesinin öldüğü yer burasıdır. 20 Mart’taki gösteriler sırasında kentteki Adalet Sarayı, Baas Partisi’nin ofisleri, valilik konutu ve polis araçları yakıldı. Kenti yatıştırmak için Şara da Dera’ya gitti, işe yaramadı.
Silahlı kişiler martın son haftasında Dera el Mahata ile Dera el Beled arasında askeri konvoyu pusuya düşürüp onlarca askeri öldürdü. Rakamlar 24 ile 60 arasında veriliyordu. Dahası vardı;
-23 Mart’ta Dera’da 2 asker,
-25 Mart’ta Lazkiye’de 1 asker,
-9 Nisan’da Duma’da 1 asker,
-8 Nisan’da Humus’ta 19 asker,
-10 Nisan’da yine Humus’ta 1 asker,
-10 Nisan’da Banyas’ta 9 asker,
-23 Nisan’da Dera-Neva’da 7 asker,
ve 25 Nisan’da Dera’da 19 asker öldürüldü.
Nisanda ordu Muaddamiye, İdlib, Şam-Harasta, Masmiye, Tel Kelek gibi yerlerde kayıplar verdi. Şiddet karşılıklı sarmalanıp büyüdü.
Ve suikastlar:
-17 Nisan’da Humus’ta General Abdu Hudr el Tallavi iki oğlu ve yeğeni ile birlikte öldürüldü.
-Aynı gün Humus’ta askeri yetkili İyad Harfuş evinin yanında suikasta uğradı.
-19 Nisan’da Albay Muhammed Abdu Haddur otomobilinde öldürüldü ve uzuvları kesildi.
Evet, kanlı sayfa böyle açıldı. Temmuz 2011’de Suudi Arabistan’da yaşayan Şeyh Adnan Arur’un çağrısıyla kurtarılmış bölgeler kurulmaya başladı; çatışmaların boyutu değişti, şehirler cehenneme döndü.
***
Başından itibaren mezhepçi bir kışkırtma vardı.
Sünni askerleri ordudan ayrılmaya teşvik için Dera’da camilerde Hz. Osman ve Hz. Ömer isminin yazılı olduğu yazılar tahrif edildi; duvarlara “Beşşar’dan başka tanrı yoktur” yazısı yazıldı. Bu yazılardan rejimin adamları sorumlu tutuldu. Sonra bir şey öğrendik:
İşin daha başlangıç evresinde Tunus’tan Dera’ya cihada gelmiş Ebu Kusey, Tunus Televizyonu’nda kendisine verilen görevi şöyle anlatıyordu:
“Bir seferinde cami yıkıldı, ordudaki Sünniler bundan etkilendi ve orduyu terk ettiler. Bunu bir taktik olarak tercih ettik, ‘Bakın Alevi-Şiiler ne yapıyor’, ‘Bakın Şiiler Beşar’la’ diyebilmek için… Evet, cami orduyu suçlamak için yıkıldı. Bu bir taktikti. Sünni askerler ordudan ayrılıp bizim safımıza geçsin diye. Eğer cami yıkılmadıysa yazıları ‘Yalnızca Allah, Suriye ve Beşşar’, ‘Ülkeden başka tanrı yoktur’, ‘Baas’tan başka peygamber yoktur’ diye tahrip ediyorduk.”
Yakından tanıdığım El Cezire muhabiri Ali Haşim, Nisan-Mayıs 2011’de Lübnan sınırından Suriye’ye geçen silahlı adamların ve çatışmaların görüntülerini çekmişti. Elbette “aktivistlere” dezenformasyon için 50 bin dolarlık uydu telefonları dağıtmış olan El Cezire bunları yayımlayacak değildi. Haşim tepkisini koyup istifa etti.
***
Sonradan herkes nereden çıktı bu Nusra, IŞİD, İslam Ordusu, Ahrar, Feylak diye afallıyordu ya o zamanlar gördüğümüz bu tehlikeye parmak bastığımızda “Esadçı” olmakla suçlanıyorduk. Hâlbuki o soru, 3-6 Haziran 2011’de Türk sınırının az ötesinde Cisr el Şuğur’da yaşanan olaylarda yanıtını bulmuştu. Birkaç kişinin öldüğü gösterilerden sonra silahlı kişiler karakolu kuşatmıştı. Tam 123 güvenlik görevlisi öldürüldü. Bazılarının kol ve ayakları çapraz şekilde kesildi. El Kaide-IŞİD çizgisinde selefi cihatçıların iziydi; “Yeryüzünde fesat çıkaranlara uygulanan ceza” yerine getirilmişti. Cesetlerin bir kısmı toplu mezarlara, bir kısmı Asi nehrine atılmıştı. Çatışmalarda MKE damgalı mermilerin kullanıldığı da tespit edildi.
Hikâye dünya medyasına böyle yansımadı tabii. Muhaliflere göre halkı katletmeye gelen Mahir Esad’a bağlı birlik ile halka kalkan olan askerler arasındaki çatışmanın sonucu bu kayıplar yaşanmıştı! Bu sahte direnişten Hür Subaylar Hareketi ve Özgür Suriye Ordusu çıkartıldı. Yarbay Hüseyin Harmuş, Cisr el Şuğur’a düzeni sağlamak için gönderildiğini ancak ordunun bombardımana başlaması üzerine 30 adamıyla birlikte saf değiştirip halka katıldığını söylüyordu. Harmuş, Türkiye’ye gelip bu yalanla 19 Temmuz 2011’de Hür Subaylar Hareketi’ni ilan etti. Halbuki Harmuş 2010’da ordudan atılmıştı; Cisr el Şuğur’a da olaylar bittikten sonra gitmişti. Yanında 30 asker de yoktu. Suudi Arabistan'dan vaazlar pompalayan Hamalı eski asker Adnan Arur isyanın şeyhi olarak Harmuş’a albay rütbesi verdi!
***
Bu süreçte Esad yönetimi bazı adımlar da attı:
- 8 Mart 2011’de kısmi af ile bazı tutuklular bırakıldı.
- 19 Mart’ta askerlik süresi 21 aydan 18 aya düşürüldü.
- 25 Mart’ta 260 siyasi tutuklu bırakıldı.
- 29 Mart’ta Başbakan Naci Itri istifa etti.
- 30 Mart’ta olağanüstü halin kaldırılması, öldürülen sivil ve polislerle ilgili sorumluların bulunması ve 1962’deki nüfus sayımı sırasında 120 bin Kürt’ü vatandaşlıktan mahrum bırakan ‘ecanib’ ve ‘maktumin’ düzenlemesinin gözden geçirilmesi için özel komisyonlar oluşturuldu.
- 30 Mart’ta 5 şehirde Esad’ın reform çabalarına destek gösterileri düzenlendi.
- 21 Nisan’da olağanüstü hâl yasası kaldırıldı. Sivil gösteri hakkı tanındı.
- 22 Nisan’da yani olağanüstü hâlin olmadığı ilk günde düzenlenen gösterilerde 103 kişi öldü. Bu sefer taleplerde çıta yükseldi ve Baas’ın tekeline son verilmesi istendi.
- 31 Mayıs’ta İhvan dahil tüm siyasi tutukluların bırakılmasını öngören genel af yasası çıktı. Bu arada 1982’de İhvan’ın silahlı kalkışmasını bastırdığı için ‘Hama Kasabı’ diye anılan eski Devlet Başkan Yardımcısı Rıfat Esad da sürgündeyken İhvan’ın müttefiki oluvermişti.
- Baas’ı devlet ve halkın partisi sayan anayasanın 8’inci maddesi 6 Ağustos’ta kaldırıldı.
***
7 Mart 2011’de Erdoğan, “Kardeşim” dediği Esad’la Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasında ortak vize uygulamasını öngören ‘Şamgen’ planı üzerinde mutabık kalmıştı. 25 Mart’ta Erdoğan, Esad’ı arayarak açıkladığı reform paketinden dolayı kutlamıştı. Esad hâlâ ‘kardeş’ idi.
Lakin ABD, 2003’te Irak işgalinden sonra “Sıra sende” diye tehdit ettiği Suriye’yi felç etme fırsatını yakalamışken Şam-Ankara hattındaki bu diyaloğa izin verecek değildi. Dönemin CIA Başkanı Leon Panetta martın son haftasını Ankara’da geçirdi. 5 gün boyunca MİT, hükümet ve Genelkurmay’da görüşmeler yaptı. Yeni istikamet belliydi: “Nusayri azınlık rejimi” vurgusuyla Suriye’nin ipi çekilecekti. Rejim değişikliği için siyasi koordinasyon da başlamıştı. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 6 Nisan 2011’de Katar ve Bahreyn’deki toplantıların ardından Şam’a gidip talepleri iletti. 28 Nisan’da MİT Müsteşarı Hakan Fidan da Şam’daydı.
26 Nisan 2011’de İstanbul’da muhaliflerin ilk toplantısında ben de kürsüye davet edilip konuşma yapanlardan birisiydim. O gün röportaj yaptığım Suriye İslam Âlimleri Birliği Başkanı Ali Sabuni “Rejim iki haftaya gider” diyordu. İslamcı cephenin öngörüleri ve tespitleri AKP için de birer amentüye dönüşmüştü.
9 Haziran’da Abu Dabi'de ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe, Esad’ı artık gönderme vaktinin geldiğini belirterek istikamet veriyordu. O toplantıda Davutoğlu da vardı.
Erdoğan 7 Haziran’da, Davutoğlu 9 Ağustos’ta “son şans” modunda Esad’la son görüşmelerini yaparken Suriye’deki silahlı süreç Ürdün, Lübnan ve Türkiye sınırlarından beslenmeye çoktan başlamıştı. Sonra vekalet savaşı için kollar sıvandı. Libya’ya Kaddafi’yi devirmek için indirilmiş silahlar ve seferber edilmiş milisler gemilerle Mersin-İskenderun Limanı'na getirildi. Libya’daki silahların ellerinden alınmasına karşı çıkan İslamcı milisler Amerikan Büyükelçisi’ni öldürdü. CIA’in Suud ve Katar’ın parasıyla Doğu Avrupa’dan topladığı silahlar Katar, Ürdün ve Suudi Arabistan’a ait askeri kargo uçaklarıyla Esenboğa ve Atatürk havaalanlarına taşındı. Buradan da Suriye'ye gönderildi. Mart 2014’te Ankara’da Davutoğlu, Fidan, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in katıldığı toplantının ses kaydı sızdırıldı. Fidan o toplantıda Suriye’ye 2 bin TIR’lık mühimmat sevk ettiklerini söylüyordu. Dünyanın dört bir yanından gelen cihatçılara da kapılar açılmıştı. Temmuz 2012’de de kapılar resmen cihatçılara teslim edildi.
***
Madem ilk başlara gittik mültecilere de değinmeden olmaz. Sığınmacı meselesi işin başında siyasi baskı aracı olarak kurgulandı. 29 Nisan 2011’de Harapcöz ve çevresinde yaşayan 250 Suriyeli, Güveççi tarafından Türkiye’ye geçti. Ellerinde Türk bayrakları vardı; katliamdan kaçtıklarını ve Türkiye gibi özgür-demokratik bir ülke olmak istediklerini söylüyorlardı. Yalnız sorgulanmayan nokta şuydu: Geldikleri yerde çatışma yoktu. Üstelik gelenler, Şii milisler henüz sahnede yokken, Hizbullah ve İranlıların Sünnileri katledip kadınlara tecavüz ettiğini öne sürüyorlardı. Bunu sorgulayan da yoktu. Hizbullah savaşa 2013’te güneydeki Kuseyr cephesinde dahil oldu. Çatışmalar yayıldıkça açık kapı siyasetiyle milyonlarca sığınmacı Türkiye’ye aktı. 100 bin sayısı uluslararası toplumu harekete geçirmek ve Esad’a “artık git” diyebilmek için ‘psikolojik’ eşikti. O eşiği milyonlar çiğnedi.
**
2015’te “Suriye: Yıkıl Git Diren Kal” adlı kitabımı şu sözlerle noktalamıştım:
“(Türkiye) Krizin askerileşmeden çözümünde rol alabilecek en kritik ülke iken komşusuna diz çöktürme projesinde fırlatma rampası oluverdi. Neticede Türkiye önce Nikaragua’da solcu Sandinista iktidarına karşı kontraları besleyen Honduras’ın durumuna düştü; ardından Afganistan’a mücahit devşirip kendi başını belaya sokan Pakistan’ın ayak izlerinden gitti. Neticede Suriye kolay kolay toparlanamayacak bir ülke haline getirildi. Yavuz’un savaş takımlarını kuşanan ‘yeni Osmanlılar’ önce “Suriye benim iç meselem” dedi, yol alamadı. ‘Suriye bölgesel mesele, Araplarla birlikte hallederiz’ dedi, olmadı. Sonra meseleyi BM’ye havale etti, Rus ve Çin seddini aşamadı. Ardından krizi NATO’nun meselesine dönüştürmeye yeltendi, ittifak burun kıvırdı. Umudunu gönüllü koalisyona bağladı, Batı yüz vermedi. Son çare olarak Suud ve Katar’ın yedeğinde vekâlet savaşına gaz verdi. Ortadoğu’da her gelişmeye yön verme iddiasındaki yeni Türkiye tahayyülünün kıvrıla kıvrıla vardığı yer trajikti.”
İlk zamanlar resim çok bulanıktı. El hak Suriye’de önce gerçekler öldü. Zamanla alternatif kaynakların devreye girmesiyle tablo biraz değişti. Hikâyenin nasıl ilerlediğini artık herkes az çok biliyor. El Kaide’nin 50 tonunu barındıran Özgür Suriye Ordusu/Suriye Milli Ordusu/Ulusal Kurtuluş Cephesi, yakayı ele veren MİT TIR’ları, CIA-MİT ortaklığında Kilis ve Antakya operasyon odaları, eğit-donat programları, Suriye Ulusal Koalisyonu, Antep merkezli geçiş hükümeti, Kürtlerin özerklik inşası, IŞİD hilafeti, Nusra-HTŞ’nin İdlib’deki cihadistanı, ABD’nin YPG-SDG’ye desteği ve Türk-Amerikan bozuşması, Rusya ve İran’ın savaşa dahli, Türkiye’nin 4 askeri müdahalesi, Türkiye-Rusya-İran üçgeninde Astana dönemeci, Erdoğan’ın terör örgütlerini elimine etme sözü verdiği Soçi-Moskova mutabakatları, Cenevre çıkmazı, Suriye’yi açlık ve yoklukla yola getirmeye yeminli yaptırımlar, ölümler, yıkımlar, mülteciler… İnsana saç baş yolduran yüzlerce başlık.
Bu lanet hikâyeden geriye hep kulaklarımda çınlayan bir söz kaldı. Muhalif saflardaki Suriye Demokratik Forumu’nun kurucusu Samir Aita, Ocak 2014’te bana şunları söylemişti:
“Halepliler fabrikalar ve işyerlerinin sökülüp Türkiye’de satılmasını, El Kaide savaşçılarının tamamının Türkiye üzerinden gelmesini asla affetmeyecek.”
Şimdi dönüp Erdoğan’ın yazısını yeniden okuyabilirsiniz!
Yazarlar
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.07.2025
21.07.2025
13.07.2025
9.07.2025
23.06.2025
18.06.2025
29.05.2025
10.03.2025
6.03.2025
3.03.2025