M.Şükrü HANİOĞLU
Laiklik ve "cumhuriyet" gibi ulusdevlet modelini de Fransız örneğine dayandıran Türkiye'de "devlet" ile kültürel farklılıklar gösteren topluluklar arasındaki ilişki, Üçüncü Cumhuriyet idealleri çerçevesinde kavramsallaştırılmıştır. Bu yaklaşıma göre söz konusu toplulukların eritilmesiyle "kültürel" türdeşleşmenin yaratılması gerekmektedir.
Bu yaklaşım o denli içselleştirilmiştir ki, ulus-devletin "ezelden beri var olan" ve dil, etnik köken benzeri niteliklerle belirlenen "millet" tarafından kurulduğunu (primordialist yaklaşım) iddia edenler ile "ulus"un devletçe kimlik aşılanması yoluyla inşa edildiğini (constructivist yaklaşım) savunanlar, bu yapıda "farklılıklar"ın olmaması, eğer mevcutsa olabildiğince törpülenmeleri gerektiği konusunda hemfikirdirler.
Diğer bir ifadeyle, Türkiye Cumhuriyeti'ni gerek "milletler devlet kurar," gerekse de "devletler millet inşa eder" karşı tezlerinin ürünü olarak görenler, bu yapının "türdeş" olması zorunluluğu üzerinde birleşmektedirler.
Bu şüphesiz Erken Cumhuriyet'in bir yandan bilinçli olarak "ulus" inşa ederken, diğer yandan da yeni ulusdevletin tarih öncesi zamanlardan itibaren "devlet kurma geleneği" geliştirmiş bir "millet"in son ürünü olduğunu savunmasının doğal bir sonucudur.
Bir millet, bir kültür
Fransız örneği etrafında kavramsallaştırarak kutsadığımız ulus-devlet yaklaşımımızın en önemli özelliklerinden birisi de bunun "bir millet, bir kültür" varsayımına dayanması ve egemen kültür dışında kalan farklılıkları reddetmesidir.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye'deki milliyetçilik ve ulusdevlet algısı, Ernest Gellner'in Özgürlüğün Koşulları (Conditions of Liberty) çalışmasındaki temel tez ile tam anlamıyla örtüşmektedir. Gellner "Milliyetçilik Çağı"nda "devlet ile kültür" arasında gerçekleşen evliliğin ürünü olan ulus-devletin "kültürel türdeşlik" temeline dayandığını ileri sürmüştü. Bu da egemen kültürün tüm toplumun "işlevsel kültürü" haline gelmesi ile mümkün olabilecekti.
Bu aşırı işlevsel yaklaşımın, örnek aldığımız Fransa benzeri bir "ideal" modele atıfta bulunduğu açıktır. Ancak "gerçek" laiklik ve cumhuriyet zannettiğimiz Fransız yorumları gibi, tek "ulus-devlet" tanımı olarak benimsediğimiz bu modelin, Doğu Avrupa'dan Ortadoğu'ya ulaşan bir alandaki gerçeklerle bağdaşmadığı da ortadadır.
Merkezî devletlerin milliyetçilik çağı öncesinde şekillendiği, daha sonra ise farklılıkların törpülendiği Batı Avrupa'nın tersine, uzun asırları üç çok uluslu imparatorluğun idaresinde geçiren Doğu Avrupa ile Ortadoğu'da ulus-devlet kuramcılarının varsaydıklarının dışında yapılanmalar oluşmuştur.
Bu coğrafyadaki sınırların Batılı güçler ve Harb-i Umumî galipleri tarafından karakuşî kararlar çerçevesinde çizilmesi "kültürel türdeşlik" idealini daha da zorlaştırmıştır. İmparatorlukların dağılması sonrasında yeni ulus-devletlerin çok kültürlü yapıların kalıntıları üzerine kuruldukları bu geniş alanda, Gellner'in varsaydığı türdeşlik ancak etnik temizlik, göçe zorlama, nüfus mübadeleleri ve yeni kimlikler dayatılması benzeri araçlarla yaratılabilirdi.
Bunların hepsinin uygulanmasına karşın bu coğrafyada Fransız örneğindeki "ideal"e ulaşılamamış olması sorunun ne denli çetrefil olduğunu göstermektedir. 1925 sonrasında Karl Renner ve Otto Bauer'in fikirleri çerçevesinde toplanan Milliyetler Kongresi benzeri girişimlerle ortaya konulan "farklılıkların korunması" çabaları, 1913'te "milliyetler sorunu"nu "ulus"u toprağa bağımlı şekilde tanımlayarak "çözen," daha sonra iktidarda "her millete bir devlet" veren; ama bunları Gellner'in kullandığı ifadeyle "Leninist ümmet" hiyerarşisi içinde marjinalleştiren Stalin tarafından neticesiz bıraktırıldı. Nazilerin, yeni ulus-devletler içindeki Alman azınlıkları harita değişiminde aktif biçimde kullanması ise "farklılıkların" kolektif düzeyde tanınmasını reddederek onlardan kurtulmayı amaçlayan "kültürel türdeşlik" taraftarlarının daha da güçlenmesine yol açtı.
Bu tarihî arka plan gerek Batı'daki "ideal" modellerde gerekse de Doğu Avrupa ve Ortadoğu'daki "sapma"larda "farklılıkların" ne pahasına olursa olsun ortadan kaldırılmasının "doğal çözüm" olarak kabulüne yol açtı. Dolayısıyla "farklılık" Gellner'in varsaydığı iki seçeneği mümkün kılıyordu: asimilasyon ve sınır değişimi.
Tektipleşme ya da ayrılık
Ancak bu alanda son elli yılda yaşanılan ve elden geldiğince farkına varmamaya çalıştığımız devrim bu seçenekler dışında alternatiflerin de gündeme gelmesini sağladı. İdeal örnek Fransa da dahil olmak üzere Batı Avrupa'da göçmenler, Doğu Avrupa'da ise 1989 Devrimleri, "farklılık"a bu iki seçenek dışında ve çok kültürlülük çerçevesinde yaklaşılmasını mümkün kılan çözümlerin tartışılması- na neden oldu.
Brendan O'Leary'nin işaret ettiği gibi, modern siyasî yapılar "milliyetçi asimilasyon ile yeni bir milliyetçi asimilasyon yaratacak ayrılıkçılık" dışında pek çok seçenek ürettiler. Bu konuda en kapsamlı analizleri yapan siyaset bilimcisi olan Alfred Stepan'ın veciz ifadesiyle çok kültürlülüğü benimseyen demokrasiler, iki alternatifli "Gellnerci oksimoron"u aşmaya muvaffak oldular.
Stepan'ın da belirttiği gibi Yeni Zelanda'da Maorilere, Porto-Riko'da İspanyolca konuşanlara, Belçika'da dil gruplarına, Hindistan'da Müslümanlara sağlanan, "genel bireysel haklarla çelişmeyen" grup temelli tanınma demokrasilerin soruna çok kültürlülük çerçevesinde farklı çözümler getirebileceğini ortaya koydu.
Kısır döngümüz
Değişim için Doğu Avrupa toplumlarından daha uzun süre bekleyerek, otokratik vesayetçiliğin logokratik söyleminden şaşmayan Türkiye bu tartışmalara kulak kabartmadı. Pek çok alanda olduğu gibi, bu konuda da zamanı 1930'larda donduran Türkiye, "kültürel türdeşlik"i hedefleyen tektipleştirici siyasetlerinin yegâne alternatifinin "ayrılıkçılık" ve "sınır değişikliği" olduğunu düşünerek bunu tartışılması dahi mümkün olmayan bir "bekâ sorunu" haline getirdi.
İlginç olan tektipleştirici uygulamalara karşı çıkarak "farklılık"ın korunmasını talep edenlerin de uzun süre bu iki seçenek dışında çözüm olmadığını varsayarak siyaset üretmiş olmalardır. Bu toplumumuzu bir kısır döngü içine sıkıştırmış, tektipleştirme ayrılıkçılığı, ayrılıkçılık ise tektipleştirmeciliği neden göstererek kendisini meşrulaştırmış ve yeniden üretmiştir.
Türkiye'nin bu kısır döngüyü aşabilmesi herşeyden önce konuyu soğukkanlı biçimde tartışabilmesine bağlıdır. Bu aşamaya henüz ulaşabilen toplumumuzun önünde engellerle dolu uzun bir yol olduğu açıktır. Bu aşılabilirse söz konusu iki seçenek dışında değişik alternatifler olduğu ve çok kültürlülüğü benimseyen bir demokraside "farklılıklar"ın ortak bir tasavvur yaratmayı engellemeyen zenginlikler haline getirilebileceği anlaşılacaktır.
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Unuttuğumuz savaş
19.11.2018 - İstiklâl Marşı’nı okuyarak ırkçılık mı yapıyoruz?
12.11.2018 - Otoriter ritüel ve söylemleri eleştirmek “Türklük” karşıtlığı mıdır?
5.01.2018 - “Temsilî demokrasi” krizinde Türkiye
29.10.2018 - “Millî irade-vesayet” kısır döngüsünü kırmak
22.10.2018 - Avrupa’da ne yükseliyor?
15.10.2018 - Ortadoğu Balkanlaşırken Ortadoğulu da Balkanlılaşıyor mu?
- “Sosyal medya”nın demokratikleştirici etkisi: Gerçekleşmeyen hayal
- “Liberal” düşmanlığının hedefi “liberalizm” mi?
24.09.2018 - Eğitimde reform “hukuk sorunumuz”u çözebilir mi?
16.09.2018
Yazarlar
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları


















































Hrac Madooglu
Bilmediginiz konularda yazmayin, sakincalidir. Bu yazinizda yanlis bilgiler vermissiniz. Birkacini duzelteyim: Kennedy suikastini CIAin yaptigina dair bir delil yok. Kennedy Vietnam savasini sona erdirmeye calismiyordu. Bilakis, ABDnin askeri gucunu daha etkili bir sekilde kullanip askeri butceyi buyutme kararini almisti. Basarisizlikla sonuclanan Kuba cikarmasi Kennedy doneminde olmustu. Kastroya da suikast yapilmasi icin emir verdigi belgelerle ortaya cikti. Lincolnun koleligi kaldirma nedeni de, Guney eyaletleri ile yaptigi ic savasta zencileri kendi tarafina cekmek icindi. Guneyde yasayan zencilerin, kendi ordusuna katilirlarsa azad edilecegini ilan etti. Aslinda zencilerden hoslanmayan irkci bir adamdi. Zencilerin beyazlarla yasamamasi gerektigini defalarca soylemis ve onlari Amerikanin issiz bir bolgesine tehcir etme planlari yapmisti. Obama buyuk sirketlerden 800 milyon dolarlik destek alarak secimi kazandi. ABDde kimin Cumhurbaskani oldugunun onemi yoktur. Hepsi buyuk sirketlerin destegi ve onayi ile o mevkiye gelir. Kongre uyeleri, Senatorler, eyalet valileri de oyledir. Gorevleri buyuk sirketlere hizmet etmek, onlara kar saglayacak girisimlerde bulunmak ve kanunlar cikararak calisan sinifin gelirinin buyuk kismini ve vergi gelirini buyuk sirketlere pompalamaktir. Bunun icin de ikidebir savas cikarir devlet. ABD, Kore savasindan beri irili ufakli 37 savasa girmistir. Savas, buyuk sirketler icin cok karli bir istir ve devlet butcesinin buyuk sirketler tarafindan yagmalanmasini saglar. ABDde secim vardir ama demokrasi yoktur. Sadece iki siyasi parti vardir ve ikisi de buyuk sirketlerin avucundadir. Irak savasi da kar amaci ile yapildi. Dolayisiyla Obamanin zenci olmasi veya Musluman akrabasi olmasi hic farketmez. Burda es gectiginiz onemli bir ayrintiyi hatirlamakta yarar var: Erdogan, Irak savasinda ABDye her turlu destegi vermekten yana oldugunu defalarca ilan etmis ama Millet Meclisinden yeterli oyu alamamisti. ABDnin Irak isgalini lanetlerken, basbakanin da bu isgale katilmaya cok hevesli oldugunu unutmayalim.