Münir AKTOLGA
“GELENEKLERİMİZE-KÜLTÜRÜMÜZE UYGUN TÜRK TİPİ BAŞKANLIK SİSTEMİNİN VE DEVLET ANLAYIŞIMIZIN” TARİHSEL KÖKLERİ!.
İÇİNDEKİLER
“TÜRK TİPİ DEVLET VE BAŞKANLIK SİSTEMİ”NİN TARİHSEL KÖKLERİ
KAANIN TÖRE KOYMA YETKİSİ-“örfi kanunların” tarihsel kökeni-
KLASİK OSMANLI SULTANI TİPİNİN ORTAYA ÇIKIŞI-Bunda Bizans’ın etkisi-
“3-SALTANAT-I SENİYYE (SİYASAL İKTİDAR), SULTAN (PADİŞAH)”
“OSMANLI RESMİ İDEOLOJİSİNİN KARAKTERİSTİKLERİ”
ÖNSÖZ
Bu çalışma, Ahmet Yaşar Ocak’ın muhteşem eseri “Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mühlidler”den yapılan alıntılardan, ve konuya ilişkin olarak bunlara benim ilave ettiğim açıklayıcı notlardan-yorumlardan oluşuyor[1]. Konuyu-Devlet konusunu- bir de onların kaleminden izleyelim istedim. Benim, Sistem Bilimi -toplumsal sistem gerçekliği- zemininde, kendine özgü bir terminolojiyle açıklamaya çalıştığım konuları onların da kendi tarihçi-biliminsanı üslublarıya ifade etmeye-ele almaya çalıştıklarını göreceğiz. Metinlerdeki bazı cümle ve paragrafların altını ben çizdim; “not”lar da bana ait..
A.Yaşar Ocak’la başlıyoruz[2]:
“OSMANLI RESMİ İDEOLOJİSİ”
“Resmi İdeoloji teriminden kastımız, kısaca, bir devletin kendisine, üzerinde egemen olduğu toprağa ve bu toprak üzerinde yaşayan tebaasına, ilişkide bulunduğu diğer ülkelere bakış ve onları algılayış tarzı, dünya görüşü, zihniyet yapısı, o devletin yükselttiği değerler sisteminin bütünüdür.. Kanaatimizce Osmanlı Devleti’nin de resmi bir ideolojisi olmuştur. Eğer bir devletin dünyaya bakışını ve dünyayı algılayışını şekillendiren, iç ve dış siyasetini yönlendiren, idari ve kurumsal yapısını, teşkilatını ve özellikle toplumsal ve kültürel dokusunu biçimlendiren temel bir dünya görüşü, bir zihniyeti varsa, onun bir resmi ideolojisi var demektir. Ayrıca bu ideoloji, bütün bir yönetici kesim tarafından belli sebeplerle paylaşılıyor, halka mal edilmeye çalışılıyor, titizlikle korunuyor, yöneticiler başka ideolojilere yaşama imkanı tanımıyor ve bütün gücüyle onları ortadan kaldırmaya yöneliyorsa, resmi bir nitelik kazanmıştır..”
“Osmanlı resmi ideolojisinin esasını inanç oluşturur. Osmanlı İmparatorluğu altı yüz yıllık uzun tarihinin hemen hemen her alan ve safhasının sergilediği gibi, bir inanç devletidir. Bu yüzden Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet de en az din (İslam) kadar inanç konusudur, dolayısıyla da kutsaldır. Bu, kanaatimizce, Osmanlı İmparatorluğu’nda devletle dinin (Abbasiler dahil, tarihte hiçbir İslam devletinde olmadığı kadar) birbiri içine geçmesinden, başka bir ifadeyle “devletle dinin özdeşleşmesinden” ileri gelmektedir. Şematik olarak ifade etmek gerekirse şunu söylemek mümkündür: Osmanlı Devleti’nde devlet ve din yan yana iki ayrı daire değildir; din dairesi devlet dairesinin bütünüyle içindedir, iki daire çakışır. Yani bu özdeşlikte devlet, dini içine alan, kuşatan büyük dairedir. Başka bir ifadeyle, Osmanlı resmi ideolojisi demek, devlet ve dinin, yahut siyaset ve İslam’ın ayrışmaz bir biçimde birbiri içine girdiği bir zihniyet demektir. İşte, Osmanlı Devleti’nin ideolojisi de temelini bu özdeşlikte bulur. O halde bu özdeşliği, Osmanlı Devleti’nde “herşey devlet içindir; din de devlet içindir” şeklinde formüle etmek mümkündür. Bu demektir ki, Osmanlı resmi ideolojisini kavrayabilmek, bir bakıma, bu ideolojiyi oluşturan din-devlet özdeşliğinin bu iki unsurunun tahlili ve köklerinin teşhisiyle geniş ölçüde bağlantılıdır”. (a.g.e.s73).
Not:
Şimdi anlıyor musunuz olayı! Dikkat ederseniz, Kemalist Devlet sınıfını iktidardan indirerek Devlete hakim olana kadar AK Parti’li kadrolar için ortada “Dava” falan diye birşey yoktu; Erdoğan da öyle mesih mertebesine yükseltilen bir “Reis” falan değildi, normal bir siyasi parti lideri idi! Peki ne oldu sonra? Yüzyıllardır Osmanlı’nın Reayası rolünü oynayan bu insanlar, tarih boyunca hep ikinci sınıf insan muamelesi görmüş olan, kendilerine “Türkiye’nin zencileri” denen bu insanlar, ne zaman ki küreselleşme sürecinin dış dinamiklerini de arkalarına alarak aşağıdan yukarıya doğru gerçekleşen devrimci bir süreçle birlikte Devleti ele geçirdiler-artık kendilerini Devlet olarak hissetmeye başladılar- o andan itibaren herşeyin değişmeye başladığını görüyoruz!. “Devlet geleneğimiz”-“Devlet kültürümüz” falan derken, bilinç dışı olarak onların beyinlerindeki nöronal ağlarda kayıtlı (kökleri ta o aşiret-Devlet dönemine kadar uzanan) kadim bilgiler de aktif hale gelmeye başladılar ve ortaya “Stratejik zihniyetimize” uygun (!) bambaşka bir tablo çıktı!. İşte, son zamanlarda aktüel hale gelen, “geleneklerimize, kültürümüze uygun Türk tipi Devlet ve başkanlık sistemi ” söylemlerinin ardında yatan gerçek budur!..”Küreselleşme sürecine entegre olmak”, “küresel sermayeyi ülkeye çekmek” falan derken birden “kapitalizme alternatif İslami sistem” arayışlarına girmemizin falan ardında yatan gerçek budur!..
”Bir noktaya kadar-gelebileceğimiz yere kadar- geldik, bundan sonra artık aynı şekilde daha ileriye gidemiyoruz, patinaj yapmaya başladık” diyor sayın Erdoğan; ve daha ileri gidebilmek için çözüm yolunun “geleneklerimize, kültürümüze uygun Türk tipi bir Başkanlık sisteminden” geçtiğini söylüyor. Öyle midir acaba?.. “Türk usulü bir Başkanlık sistemine”gecince çözülecek mi bütün sorunlarımız? Eğer öyle ise, nedir bu “Türk tipi Başkanlık sistemi ve Devlet anlayışı”?..Bu çalışmada bütün bunların ne anlama geldiğini görmeye çalışacağız..
Ben tabi bu görüşte değilim!..Ben, eğitim sistemini değiştirerek "bilgi üreten nesiller" yetiştirir hale gelmedikten sonra mezardan bütün o ecdadımızı da kaldırarak başa geçirsek gene de daha ileriye gidemeyeceğimizi düşünüyorum!..Ne olacak yani, her türlü yetkiye sahip bir "Başkan" emir verince ekonomi uçuşa mı geçecek (!) bunlar o ideolog “danışmanlardan” kaynaklanan boş hayallerdir; yok efendim “kapitalizme alternatif İslami sistem” mişte (!), yok “Erdoğanomic”mişte (!!) bunlar saçma sapan şeylerdir, olayı -21. yüzyıl gerçeğini kavrayamamaktan kaynaklanan sübjektif idealist kurgulardır!..”Patinaj” yapmaya başladık” mı diyorsunuz, o halde;
1.Kemalist, ya da İslami nesiller yetiştirmek gibi ideolojik hayalleri bir yana bırakarak derhal bilgi üreten nesiller yetiştirmeye dönük bir eğitim sistemine geçmeliyiz..
2.Küresel sermayeyi ülkeye çekebilmek için her alanda devleti-hukuk sistemini demokratikleştirmeliyiz..
3.Kürt sorunu başta olmak üzere bu türden bütün diğer sorunları da gene demokratikleşerek çözmeye çalışmalıyız..
4. Peki, bilgi üreten nesiller yetiştirene kadar ne yapacağız, oturupta bunu mu bekleyeceğiz bu arada!! Hayır tabi; katma değeri yüksek ürünler elde edecek seviyeye gelene kadar geçen zamanda bugün artık insanlığın malı haline gelmiş olan bilgileri kullanarak yenilenebilir enerji ve modern sulama tekniklerine dayanan tarımsal üretim alanlarında bir seferberlik ilan etmeli, bütün kaynaklarımızı bu alanlara yönlendirmeliyiz. Zaten, bu arada “cari açık” sorunumuzu da ancak bu şekilde çözmemiz mümkündür..
Olayı bu boyutta göremedikten sonra bence daha çok "patinaj yapmaya" devam ederiz!.. Tarihimizin derinliklerinde "kapitalizme alternatif yeni sistemler"-her derde deva “Türk tipi Başkanlık sistemi” arayışını falan bir yana bıraksakta 21.yy dünyasından kopmamaya çalışsak daha iyi olur diye düşünüyorum!.Bakın göreceksiniz o zaman nasıl bir sistem gerektiğini de daha sakin ve verimli bir ortamda tartışır hale geleceğiz. Bu konulardaki önerilerimi ben daha önce şöyle ifade etmiştim:
Evet, madem öyle işte böyle!..Bu çalışmanın amacı da “geleneklerimize uygun Türk tipi o Devlet anlayışının-başkanlık sisteminin” nasıl birşey olduğunu ortaya koyabilmektir!..Sıkı durun şimdi, aşağıdaki alıntılar Türkiye’nin en önemli tarihçilerinden birine ait..Hani bazıları bana “sen tarihçimisin” falan diyorlar ya, o halde alın işte size bakın tarihçiler ne diyorlar!
A.Yaşar Ocak hocadan alıntılarla devam ediyoruz:
“TÜRK TİPİ DEVLET VE BAŞKANLIK SİSTEMİ”NİN TARİHSEL KÖKLERİ
“Osmanlı resmi ideolojisinin temelindeki bu özdeşliğin ilk unsuru olan devlet kavramının Osmanlı’da kazandığı biçim ve muhteva, hiç şüphe yok ki geniş ölçüde onun varisi olduğu eski siyasi geleneklerle sıkı sıkıya bağlantılıdır, başka bir deyişle onların zaman içinde oluşan bir sentezidir”. (a.g.e.s.74)
“Osmanlı İmparatorluğu’nun, mesela eski Roma gibi, Batı dünyasında teşekkül etmiş imparatorluklardan pek çok bakımdan, özellikle de hakimiyet kavramı, siyasi telakkileri, devlet yapısı ve kurumları, toplum yapısı ve kurumları ve bunların yapısal karakteristikleri itibariyle önemli ölçüde ayrıldığı görülür. Bunlar uzun zamandan beri tarihçilerin dikkatini çekmiş ve onları bu farklılıkların sebeplerini aramaya yöneltmiştir. Farklılıklar Osmanlı devlet zihiyetini oluşturan siyasi gelekenlerle açıklanmaya çalışılmış, bugüne kadar bu gelenekler başlıca şu üç köke indirilmiştir (İşte size “Türk tipi o Devlet ve Başkanlık Sistemi” anlayışının tarihsel kökleri: MA)
1) Eski Türk siyasi geleneği
2) Klasik İslami siyasi gelenek
3) Bizans siyasi geleneği...
“Eski Türk siyasal geleneğinden kasıt, muhakkak ki Türkler’in İslam’ı kabul etmezden önceki tarihlerinin en eski devirlerinden intikal eden devlet ve hakimiyet geleneğidir. Ancak bu gelenek hiç şüphesiz büyük çapta Türkler’in kendi öz tecrübelerini içine aldığı kadar, Hind, Çin ve İran başta olmak üzere, çevre siyasal kültürlerinin etkilerini de kapsar. Orhun kitabeleri, diğer bazı tarihi kayıtlar, bilhassa şifahi destanlar, bu siyasal geleneği bize taşıyan belgelerdir. Bugüne kadar bu malzeme üzerinde yapılan çalışmaların tahlilinden çıkarılan sonuçlardan hareketle, eski Türk siyasal geleneğinin karakteristiklerini şu üç ana noktada toplayabiliriz:
- Eski Türk siyasal geleneğinde hakimiyet ve iktidar semavi (ilahi) kökenlidir.
- Bu hakimiyet evrensel (cihanşümul) bir hedefe yöneliktir.
- Töre denen, tarihin içinden süzülerek gelmekte olan eski geleneklerden oluşan bir örfe dayalıdır.
Hakimiyetin semavi yahut ilahi kaynaklı oluşu anlayışı, İslam öncesi Türk inançlarında eski ve köklü bir yere sahip olan gök kültürüyle çok yakından ilgilidir. Oğuz Kağan Destanı’nda bu husus açıkça ortaya çıkar. Oğuz’un doğuşu da gökle ilgilidir ve harikuladelikler içinde cereyan eder. Bizans elçisi Priskos, Hunlar’ın, Attila’nın ilahi bir kökenden geldiğine inandıklarını bildirir. Göktürk hükümdarı Bilge Kağan da, Orhun kitabelerine göre “Tanrı gibi gökte doğmuş”, “Tanrı istediği için tahta oturmuş” ve “Tanrı güç verdiği için güçlü” olmuştur. Bir başka Göktürk kağanı İşbara Han ise “Tanrı tarafından gönderilmiştir”. Tuna Bulgarlar’ına ait bir kitabe, Bulgar hanının da “Tanrı tarafından gönderildiğini” kaydeder. Bir Uygur hükümdarının Gazneli Mahmut’a yolladığı mektupta ise hükümdar kendisinin “göklerin sahibi tarafından hakimiyete getirildiği”ni belirtir... Yalnız, bu örneklerde dikkat edilmesi gereken nokta, Türk kağanlarının veya hanlarının, eski Roma’da olduğu gibi bizzat kendi şahıslarının değil, temsil ettikleri hakimiyetin ilahi kökenli, dolayısıyla kutsal oluşudur. Bu, onlar tarafından temsil edilen devletin de kutsal sayılmasının bir sebebidir. Bu anlayış hemen aynıyla eski Çin hakimiyet anlayışında da mevcuttu. İşte, eski Türkler’deki bu tipik hakimiyet anlayışı, aşağıda görüleceği üzere, Osmanlı hakimiyet ve hükümdarlık anlayışında da çok belirgin bir biçimde, ama tabii ki Zıllullah fi’l-alem (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi), yahut el-müeyyed min indillah (Allah tarafından güçlendirilmiş) şeklinde, İslam terminolojisi ile formülleştirilmiş kalıplar halinde karşımıza çıkacaktır”. (a.g.e.s.76)
“CİHAN HAKİMİYETİ ANLAYIŞI”..
“Bu ilahi hakimiyet anlayışının pek tabii sonucu “cihan hakimiyeti” anlayışıdır.Türk devletlerinin tarihte önemli izler bırakmış olanlarının hemen hepsinde bu iddiaya raslanır; Osmanlı Devleti’nde “kızıl elma” olarak sembolleştirilmiştir. Mesela yine Oğuz Kaan Destanı’na göre,Tanrı’nın cihan hakimiyetini Oğuz Kaan’a verdiği haberi, adeta Şeyh Edebali’nin proto-tipi diyebileceğimiz, Oğuz Kaan’ın danışmanı Irkıl Ata tarafından kendisine müjdelenir. Daha sonraki Oğuz hükümdarlarına bu müjdeyi veren ise, İslami Türk geleneğinin Korkut Ata’sı olacaktır. Bizans elçisi Jordanes de, Attila’nın, Tanrı’nın dünya hakimiyetini kendisine verdiğine samimi bir şekilde inandığını bizzat onun ağzından duyduğunu nakleder. Bu güçlü inancın yüzyıllar sonra Fatih Sultan Mehmed’in ağzından “Dünyada tek iman,tek sultan” şeklinde telaffuz edildiğine şahit olacağız”.
NOT:
Bu konu-bu, “cihan hakimiyeti” konusu-çok önemli!. Bu nedenle, araya girme ihtiyacını hissediyorum:
Daha önceki açıklamalarda toplumsal sistem gerçekliğini ele alırken sistemin “merkezi varoluş instanzının” merkezdeki “sıfır noktasında” gerçekleştiğini söylemiştik. Henüz daha tam olarak içinden çıkamadıkları ilkel komünal toplum anlayışıyla dünyaya bakan eski Türklere göre Hakan’ın, ya da yönetici şefin temsil ettiği bu instanz-sıfır noktası- aynı zamanda Tanrının temsil olunduğu noktadır da. Bu nedenle, Hakan, “Tanrı adına”, “onun yeryüzündeki gölgesi-temsilcisi” olarak görevini yerine getirmektedir..
Burada ilginç olan mantığı-anlayışı Sistem Bilimi terminolojisiyle şöyle ifade ediyoruz: “Bu evrende varolan her şey bir sistem değil midir?..Ve her sistem de, son tahlilde sistem merkezindeki o sıfır noktasında temsil olunmuyor mu?.O halde, bu evrende ondan-o sıfır noktasından-ve de tabi bu noktada bulunan Tanrı’dan başka hiç birşey yoktur!.. Her şeyin özü, varlığı ondandır”.. (www.aktolga.de 4. Çalışma)
Şimdi, olaya bu şekilde, bu anlayışla baktığınız zaman, Kağan, ya da Hakan, yani sistemin merkezi varoluş instanzını temsil eden unsur, bilinç dışı olarak kendi nefsiyle “varlığının”, aslında, sıfır noktasında bulunan “benden içeri olan ben”de eriyip yok olduğu sonucuna varır ki, bu durumda o, bir anda, evrensel-mutlak gerçekliğin (yani, o sıfırın) içinde yok olarak “cihanşumul” bir instanz halini alıverir!.. İşte olay budur!. Yarı komün-yarı sınıflı toplum gerçeği olan aşiret kökenli o fetihçi-“tarihsel devrimci”- toplum insanının, kendisinin ve içinde bulunduğu toplumun varlığını (self) bir anda bu şekilde Tanrısal-cihanşumül bir instanz haline getirebilmesinin özü budur!.. Ve öyle olur ki, bu andan itibaren artık o kendisini, “Tanrı’nın yeryüzünde Hak ve adaleti yeniden sağlamayla görevli kılıcı” olarak görmeye başlar!..
Tabii bu insanlar bu sonuca öyle benim gibi sistem bilimini falan inceleyerek, buralardan çıkardıkları sonuçlarla bilişsel olarak varmıyorlardı!! Onlar bunu, artık bilinç dışı haline gelmiş bir yaşam bilgisi-kültür- olarak duygusal bir bilinçle hissederek yaşıyorlardı!..
Aslında bu anlayışın-düşüncenin (ki, yukarda bunu artık bilinç dışı haline gelmiş bir yaşam bilgisi, kültür olarak tanımladık) maddi temeli o dönemin gerçekliğinde aranmalıdır. Düşünsenize, bir yanda antika köleci medeniyetler, insanı bir üretim aracı haline getirmiş olan bir düzen, diğer yanda ise, henüz daha ilkel komün ruh halini ve bilgi temelini tam olarak terketmemiş durumda olan insanlar!.. Hak, adalet duygusu, bu noktada barbarın bilinci ve fonksiyonuyla-varoluş gerekçesiyle- bütünleşerek, otomatikman cihanşumül-Tanrısal bir irade halini alır..
Tabi bütün bunlar olayın (özü, ama gene de) bir yanı!.. İşin bir de dünyevi-maddi temeli var ki, o da, antika Doğu medeniyetleriyle Batı medeniyeti arasındaki ticaret yollarına egemen olma mücadelesidir- anlayışıdır-hırsıdır!.. Yani, o “cihanşumül olma” bilinci, bir açıdan, barbarların Doğu’da ve Batı’da odaklaşan antika medeniyetlerin atar damarı olan ana ticaret yollarına egemen olma hırsıyla (buradaki o hırs da aslında zorunluluktan kaynaklanıyordu), bu şekilde onlara galebe çalarak onların üstüne çıkabilme mücadelesiyle de ilgilidir..
KAANIN TÖRE KOYMA YETKİSİ-“örfi kanunların” tarihsel kökeni-
(Bunu, “Türk tipi Başkan’ın kanun kuvvetinde kararname çıkarma yetkisi” olarak da anlayabilirsiniz!)
“Eski Türk siyasal geleneğinde Türk kağanının en az yukarıdakiler kadar güçlü ve önemli olan töre koyma yetkisine gelince, bu da yine, hakimiyetin ilahi kökenli oluşu anlayışıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır.Çünkü, bu yetki ancak ilahi desteğe sahip büyük hükümdarlara, yani kağan (hakan, han) unvanını taşıyanlara verilmiştir. Bu unvanı taşımayan hükümdarlar töre koyamazlar. Eski Türk siyasal geleneğinin bu çok önemli unsuru, Osmanlı İmparatorluğu’nda özellikle Fatih Sultan Mehmed ile belirginleşen örfi hukukun temellerinden birini teşkil edecektir.. İslam öncesi Türk siyasal geleneğinin sözü edilen her üç unsuruna da Osmanlı resmi ideolojisi varis olmuştur. Kanaatimizce bu ideolojinin İslami unsurlarına bile baskın olan devletçi karakterinin kökünü de burada aramak gerekir”.(a.g.e.s.76)
NOT:
Kağan, ya da Hakan, veya Han (ya da günümüz terminolojisiyle “Reis”).. sistemin merkezi varoluş instanzını temsil eden bu unsurlar, yarı komünal sistem-toplum anlayışına-bilgi temeline-göre, sıfır noktasında bulunan Tanrısal iradeyi temsil ediyorlardı. Bunlar, Tanrı adına, “onun gölgesi olarak”, onun tarafından işbaşına getirilmişlerdi!. O halde, sistemin işleyişine, kurum ve kurallarına ilişkin olarak onların ağzından çıkacak sözlerin de bu mutlak Tanrısal iradeyle bağlantısı olması gerekirdi. Çünkü, bu durumda Tanrı, kendisini temsil eden bu instanz aracılığıyla sistemi yönetmekteydi!..
İşte, ilkel komün-aşiret anlayışı içinde son derece tabii olan bu durum (çünkü o durumda merkezi temsil eden instanz bütün komün üyelerinin özgür iradesiyle seçilirdi ve hiçbir kişisel, ya da sınıfsal çıkar hesabı olmaksızın hareket ederdi), sistem sınıflı toplum haline geldikçe, yavaş yavaş, taşlaşan, kendi nefsini Tanrısal bir güçle donatan bir irade haline dönüşür...
Devam ediyoruz:
“Klasik İslami Siyasal Gelenek”
“Bu ifadedeki “İslami” teriminin, İslam’ın bizzat din olarak teorik yanıyla ve Peygamber ile Dört Halife (Hulefa-i Raşidin) zamanının siyasal uygulamalarıyla bir ilgisi yoktur. Buradaki İslami teriminden, daha çok İslam tarihinin klasik devresini içine alan Emevi ve Abbasi dönemlerinde, bu devletlerin hakimiyet alanlarında eskiden beri mevcut siyasal geleneklerin özümsenmesi suretiyle oluşan İslam siyaset teorisini ve ona paralel gelişen geleneği anlamak gerekir. Bu İslami siyaset geleneğinin içindeyse, eski Doğu Roma, Sasani, hatta eski Hind siyasal anlayışlarının etkileri mevcuttur. Tabii ki bu sentezin harcı İslam olmakla birlikte bu, Peygamber zamanında teşekkül eden İslami siyaset algılayışından hayli farklılaşmış bir anlayıştı”.(a.g.e.s.77)
NOT:
Burada altı çizilmesi gereken nokta, sanırım, Hulefa-i Raşidin dönemi İslam’ının daha sonraki İslam’la olan farkıdır. Hulafai-Raşidin dönemi İslamı henüz daha kent-site zemininden yükselen yukarı barbarlığın yükselme dönemi dünya görüşü olup, kendi içinde ilkel komünal toplum bilgi temeline ilişkin eşitlikçi özü muhafaza ederken, daha sonra ortaya çıkan İslam anlayışları, sınıflı toplum zemininde oluşan farklı görüşleri de içinde barındırırlar. Bu farklılaşma, Osmanlı’nın (o ilblerin, gazilerin, dervişlerin, tasavvuf erlerinin) ilk kuruluş dönemi dünya görüşüyle, daha sonraki Osmanlı Devlet sınıfı ideolojisi arasındaki farka benzer..
Devam ediyoruz:
“İşte, bu klasik İslami siyasal geleneğin, İslam hakimiyetindeki geniş coğrafyada meydana çıkmış, farklı zaman ve mekanlarda yazılmış Kelile ve Dimne (eski Hind Pancatantra’sının İslami versiyonu), Kabusname, Siyasetname, Kutadgu Bilig gibi, Hind, İran, Türk ve el-Ahkamu’s-Sultaniyye gibi Arap kökenli zengin bir klasik literatürü vardır.Bu literatür, eski Türk siyasal geleneğinin karakteristiği olan cömertlik ve töre kavramlarının yerine, daha çok Hind-İran siyasal geleneğinin karakteristiği olan akıl, hikmet ve bilgi unsurlarına dayanmakla dikkati çeker. Bu klasik İslami siyasal geleneğin temel felsefesi, Osmanlı siyasal düşünce literatüründe sık sık “daire-i adliye” terimiyle ifade edilen ve İslam adalet kavramıyla örtüşen eski Hind kökenli siyaset kavramında temellenir. Daire-i adliye terimini “cihanın adaletle duracağı, bunu devletin sağlayacağı, devletin ise bir hükümdara (melik) ihtiyaç göstereceği, hükümdarın ordu olmadan iş göremeyeceği, orduyu ise ancak servetin (mal) toplayabileceği, serveti reayanın sağlayacağı, reayanın da ancak adil hükümdar sayesinde refaha ereceği” şeklinde özetlemek mümkündür”.
“Osmalılar klasik İslami siyasal geleneğe geniş ölçüde Anadolu Selçukluları ve İlhanlılar aracılığıyla varis oldular. Yönettikleri tebaaya, merkezi iktidara şartsız boyun eğip vergilerini ödedikleri sürece hoşgörülü ve şefkatli yaklaşımları, oldukça adil vergi sistemleri, bu çerçevede değerlendirilmelidir”. (a.g.e.s.77)
KLASİK OSMANLI SULTANI TİPİNİN ORTAYA ÇIKIŞI-Bunda Bizans’ın etkisi-
“Bizans Siyasal Geleneği”
“Doğrudan doğruya olmak kaydıyla Osmanlılar’ın Bizans siyasal geleneğiyle temasları herhalde daha küçük bir uç beyliğiyken başlamıştı. Ancak bu geleneğin Osmanlı resmi ideolojisindeki gözle görülür etkileri hiç şüphesiz Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u almasından sonra ortaya çıkar.. Tımar rejiminin yapılanmasında, saray teşkilatı konusunda, belki bundan da önemlisi iktidar ve hakimiyet anlayışında, ulemanın merkeze bağlı dini bir bürokrasi modeline göre teşkilata tabi tutularak onlar kanalıyla dinin bütünüyle merkezi yönetimin kontrolüne alınmasında Bizans etkisinin olduğu açıktır. Belki daha da önemlisi, Fatih Sultan Mehmed’in şahsında tipik örneğini bulan ve Kanuni Sultan Süleyman’la zirvesine ulaşan klasik Osmanlı padişahı tipinin oluşmasında Bizans’ın imperium (bölünmez mutlak otorite) anlayışının rolünü dikkate almamak mümkün değildir”.
NOT:
Birinci Osmanlı Devleti aslında Osmanlı’nın 1402’de Timur’a yenilmesiyle son bulur (İbn-i Haldun yasaları)!. Ondan sonraki “fetret” dönemi bir yeniden kuruluş için güç toplama dönemi olarak görülürse, İkinci Osmanlı Devleti’nin Fatih Sultan Mehmed’le birlikte tarih sahnesine çıktığını söyleyebiliriz.
Fatih’in Bizans’ı alışı çok yönlü bir olaydır. Bunun Osmanlı üzerine olan etkisinin altını çizmek için burada Bizans’ın fethinden sonra Fatih’e “Kaiser-i Rum”,yani Roma imparatoru denilmesini belirtelim yeter (bu ünvanı onun kendisi de çok benimsemişti..bak, H.İnalcık)! Osmanlı’nın gerçek anlamda bir İmparatorluk olması bu olayla birlikte başlar aslında. Osmanlı, Bizans’tan sadece İstanbul’u değil, binlerce yıllık antika medeniyet mirasını da almıştır. Osmanlı, ilk kez, Bizans’ı aldıktan sonra kendi bozkır devleti geleneklerini antika medeniyet zırhıyla taçlandırır.
“Osmalı Resmi İdeolojisinin Dini Kökleri”
“..Osmanlı resmi ideolojisinde İslam’ın rolünü kavrayabilmek, onun merkezi yönetim için ne ifade ettiğini, bir başka deyişle, devletin bir siyaset aracı olarak İslam’ı nasıl anlayıp yorumladığını iyi belirleyebilmeye bağlıdır. İşte kanaatimizce bu yorum Osmanlı Devleti’nde, daha önceki Müslüman devletlerde pek raslanmayacak derecede kendine mahsus güçlü bir siyasal mahiyet kazanmıştır ki, buna biz kısaca “Osmanlı İslamı” diyebiliriz”. (a.g.e.s.78)
“Bilindiği üzereTürkler, yaklaşık 9.yüzyıldan itibaren İslam’ı kabule başladılar. Karahanlılar ile birlikte ilk Müslüman Türk devletini tarih sahnesine çıkaran Türkler’in büyük bir çoğunluğu için zamanla İslam adeta “milli din” haline geldi. Ayrıca giderek hemen hemen bütünTürk devletlerinde de resmi din oldu. Pek çok bakımdan Osmanlılar’ın kökeninde bulduğumuz Büyük Selçuklular ise, 11.yüzyılın ikinci çeyreğinde belli tarihi şartlar sonucu Maveraünnehir (Transoxiane) bölgesinde, Sünni İslam’ı benimsediler. Bu, çoğu Türkler’in tarihinde olduğu kadar, Sünni İslam’ın tarihinde de pek çok bakımdan, özellikle de siyasal açıdan büyük bir olay, bir dönüm noktası oldu. Çünkü bu tarihten itibaren Türk siyasal himayesinde yaşamaya başlayan Ortadoğu İslam dünyasında, Sünni İslam, bir daha elinden bırakmayacağı çok güçlü bir siyasi destek kazandı; öteki mezhepler arasında siyasallaşarak öne çıkan tek güç haline geldi”...
“İslam, Orta Asya Türk topluluklarına İran sufi mektepleri aracılığıyla, bunlar arasında da en çok, Ahmed-i Yesevi gibi Horasan Melametiyye Mektebi’ne mensup Fars ve Türk kökenli sufiler vasıtasıyla ulaştı. Karahanlılar’ın İslam’ı kabul edişlerini anlatan meşhur Tezkire-i Satuk Buğra Han isimli anonim eserde anlatılan menkıbe, bu sufi rengin tarihi bir belgesi sayılabilir. Büyük çoğunluğu göçebe bir hayat süren ve daha önceki yüzyıllarda uzun süre Şamanizm, Budizm ve Maniheizm gibi mistik karakterli dini kültürlerden gelmiş bulunan bu Türk toplulukları, Meveraunnehir’in gelişmiş kültür merkezlerinde yaşıyorlardı. Uzunca bir zamandan beri yerleşik hayatın nimetlerinden faydalanan soydaşları gibi, kitabi İslam’ı kaynaklarından öğrenme ve anlama imkanları hemen hemen hiç yoktu. Bu yüzden İslam’ın onların arasında tutunup yayılabilmesi, ancak eskiden alışkın oldukları mistik yollarla ve eski mitolojik inançlarıyla karışık bir biçimde, oldukça basit bir anlayışla mümkün olabildi. İşte bu anlayış çerçevesinde İslam’ı onlara götürenlerin başında Ahmed-i Yesevi geliyordu”. (a.g.e.s.78)
NOT:
Dikkat edin, yeni yaşam bilgilerini temsil eden yeni sinapslar ancak eskiden beri varolan sinapsların üzerine inşa ediliyor!.. Yeninin daima eskiden beri varolanın içinden-ondan beslenerek-çıkıp gelmesinin en güzel örneğini bu evrensel ÖĞRENME olayında görüyoruz.Bu konuda daha geniş açıklamalar için “Öğrenmek Nedir, Neden Öğreniyoruz, Nasıl Öğreniyoruz” www.aktolga.de 6. Çalışma’ya bakabilirsiniz..
“Onun ve halifelerinin Orta Asya’daki muhtelif göçebe Türk topluluklarına böyle basitleştirilmiş ve eski inançlarla yorumlanmış bu İslam anlayışını tanıtıp yerleştirmedeki rolleri, tarihsel bakımdan büyük bir önem arzeder.Çünkü, Karahanlılar’dan Osmanlılar’a kadar muhtelif Türk toplulukları ve devletleri arasında yaygınlaşan İslam, bir yandan yerleşik kültür merkezlerinde, Sünnilik veya Ehl-i Sünnet ve Cemaat denilen, medresede öğretilen kitabi esaslara uygun bir tarzda, iyi işlenmiş sistematik bir hukuk ve teolojinin kılavuzluğunda gelişirken, göçebe zümreler içindeki medresesiz popüler Müslümanlığın, güçlü bir mistik ruh ve yapıyla başlayıp gelişmesi bu sayede olmuştur. Türk halklarının kendi sosyo ekonomik yapılarının ve toplumsal hayat tarzlarının biçimlendirdiği (adına “Türk Müslümanlığı” da diyebileceğimiz) heterodoks karakterli bu popüler Müslümanlığın 10.ve daha sonraki yüzyıllardaki bu başlangıç döneminde, 15.yüzylın sonlarından itibaren Anadolu sahasındaki bir kısım konar-göçer Türk zümrelerini geniş ölçüde etkileyen Safevi propagandasının getirdiği Hz.Ali kültü, On iki İmam kültü, vb Şii motiflerle henüz bir ilgisi yoktur. Ne var ki bu popüler İslam, İran sufiliğinin süzgecinden geçerek belli ölçüde bir esneklik kazanmış, eski inançlarla karıştığı için geniş ölçüde kitabi yapısından sıyrılıp mitolojik bir karakter kazanmak suretiyle heterodoks bir mahiyet almıştır. Bu yapısıyla da daha 13.yüzyıl başlarından ve bilhassa ilk çeyreğinden itibaren muhtelif göçlerle Anadolu’ya intikal etmiştir”. (a.g.e.s.80)
“İşte, 14.yüzyılın başlarında Anadolu’nun kuzey-batısındaki Bizans ucunda, büyük çoğunluğu itibariyle konar-göçerlerden oluşan bir toplumsal yapıya dayanan bir “uç beyliği” olarak tarihte yerini almaya başlayan Osmanlı Devleti, bu iki paralel (ortodoks-heterodoks) İslam yorumunun varisiydi. Hatta, halkın belli bir kesimi, daha ziyade hetorodoks İslam’ı yaşamaktaydı. Bu vakıanın en belirgin göstergesi, Aşık Paşazade, Oruç beğ ve Neşri tarihleri gibi, erken Osmanlı kaynaklarında beyliğin kuruluş döneminin, Rum Abdalları yahut Abdalan-ı Rum tabir edilen, Ahmed-i Yesevi sufilik geleneğinin temsilcileri olan dervişlerin menkıbeleriyle iç içe tasvir olunmasıdır. Başta Osman Gazi olmak üzere, Orhan Gazi ve I.Murad gibi Osmanlı beylerinin etrafı, Şeyh Edebali, Geyikli Baba, Kumral Abdal (Kumral Baba), Abdal Musa, Abdal Murad, Abdal Mehmed ve Postinpuş Baba gibi şeyh ve dervişlerle çevriliydi”.
“Fuad Köprülü’nün bundan yıllar önce ortaya koyduğu ve bugünkü araştırmaların kuvvetle desteklediği üzere, bunlar, 1240 yılındaki Babai İsyanı denilen büyük toplumsal patlamayı gerçekleştiren kadronun üçüncü kuşaktan temsilcileriydiler. Böylece Anadolu Selçuklu Devleti’ne baş kaldırarak onun zayıflamasına, dolayısıyla Moğol hakimiyeti altına girmesine dolaylı olarak vesile yaratan bir kuşağın torunları, temsil ettikleri İslam anlayışıyla bir başka devletin kuruluşuna katkıda bulunuyorlardı”.
“Osmanlı beyliği arazisinde toplanmış bulunan Türkmen boylarının bu insanlara yüzyılların içinden gelen, iyice gelenekselleşmiş kuvvetli bağlarla bağlı bulundukları unutulmamalıdır. Rivayetlere bakılacak olursa aralarında okuma yazma dahi bilmeyenlerin bulunduğu Osman Gazi, Turgut Alp gibi Osmanlı yöneticilerinin, bu Türkmenler’le aynı toplumsal tabana mensup bulunmaları dolayısıyla aynı polüler İslam anlayışını paylaşmaları çok tabiiydi. Kısmen siyasi bir amaçla olsa bile, kısmen de bu sebepledir ki Rum Abdalları’na çok müsait davrandılar ve dervişleriyle beraber ikamet etsinler diye onlar için zaviyeler açtılar, vakıflar tesis ettiler. Böylece, hem şahsen yakınlık duydukları ve saygı besledikleri bu şahsiyetlere minnettarlıklarını göstermiş, hem de onlar aracılığıyla, yönettikleri Türkmen boyları üzerindeki egemenliklerini meşrulaştırmış oluyorlardı. Her halukarda, devlet henüz bir aşiret beyliği olduğu ve yönetenlerle yönetilenler aynı toplumsal tabanda yer aldıkları için, kuruluş döneminde yönetenlerle yönetilenler arasında, henüz önemli bir İslami anlayış ve yorumlayış farkı yoktur”.
“Böyle bir ortamda İslam henüz, araçları iyi oluşturulmuş, kurumları yerine oturmuş, ideolojik muhtevası iyi kurulmuş bir siyaset aracı haline gelmemiştir. Bu, kuruluş döneminde yönetim çevreleri ile yönetilenlerin aynı platformda yer almaları demek olduğundan, aralarında her hangi bir karşıtlığın, zıtlaşmanın bulunmadığı anlamına gelir”. (a.g.e.s.81)
NOT:
Yukardaki bu satırlar dikkatle okunmalıdır!. Burada, Osmanlı Devleti nedir, nasıl, kim tarafından kurulmuştur bütün bunların özü var...
Devam:
“Ne var ki, durum böyle kalmayacaktır. Konar-göçer bir toplumsal yapıya dayalı bu küçük aşiret beyliğinin gerek iyi hesaplanmış, düzenlenmiş başarılı bir fetih politikasıyla, gerekse ilhak yoluyla topraklarını durmadan genişletmesi, demografik açıdan büyümesi, onu bulunduğu jeopolitik konumda ister istemez yerleşik bir devlete dönüşmeye zorlamaktaydı. Bu ise, hem inançlarını çoğaltıp farklılaştırdı, hem de sistemli ve sağlam bir kurumlaşma zorunluluğunu beraberinde getirdi. Zira yeni fetihlerle topraklarının genişlemesi, toplumsal yapının buna paralel olarak karmaşıklaşması sonucunu doğurmuş, bu ise idari yapının da giderek kompleksleşme ve tabiatıyla merkeziyetçi bir karaktere bürünmesine yol açmıştı”.
“İşte böylece imparatorluğa doğru gidiş sürecinin içindeki genç Osmanlı Devleti’nin ihtiyaçları, ancak iyi organize edilmiş, sağlamca kurumlaşmış bir bürokrasi tarafından karşılanabileceği için, bunu gerçekleştirebilecek tek kurum olan medreseye dayanması kaçınılmazdı. Bu kurumlaşmada ideolojik motivasyon konumundaki İslam ise, çok tabii olarak, buna gücü yetecek bir tarihsel tecrübesi bulunan Sünni (yahut kitabi) İslamdı. Oysa Türkmen boylarının çoğunluğunun mensup olduğu, şifahi ve popüler mistik bir niteliğe sahip heterodoks İslam, kendini geliştirip kurumlaşma imkanını hiçbir zaman bulamamış ve bulamayacak olan bir İslam tarzıydı. Bununla beraber, kısmen kırsal kesim ve özellikle konar-göçer çevreler, sözü edilen bu geleneksel mistik halk İslam’ını sımsıkı korumaya devam ettiler. Böylece, yöneten ve yönetilen kesimi bir tabanda birleştiren bu geleneksel halk İslamı, daha Orhan Gazi ve özellikle I.Murad, I.Beyazıd zamanından başlayarak, yönetici sınıf başta olmak üzere, yerini önemli ölçüde medresenin güdümündeki kitabi İslam’a bırakmak zorundaydı ve öyle oldu.” (a.g.e.s.82)
NOT:
Dikkat!. Başlangıçta, yani kuruluş döneminde ortada Sünni-Alevi, ya da, ortodoks, hetorodoks İslam ayırımı falan yoktur!.. Bütün bu farklı görüşler daha sonra devletleşmeyle birlikte ortaya çıkıyorlar!.Devleti elde tutan Devlet sınıfı Sünni İslam’la bütünleşirken, daha doğrusu onu siyaset aracı olarak kullanırken, yönetilenler halâ eski pozisyonlarını korumaya çalışıyorlar..Bu nedenle, Osmanlı’da sınıf mücadeleleri tarihi siyasallaşan İslam’ın kendi içindeki farklı görüşler arasında mücadele şeklinde başlıyor.”Yönetenler” ve “Yönetilenler” kendilerine İslam’ın içinde bir yer bularak (ideolojik bir kalkan olarak onu kullanarak) ortaya çıkıyorlar. Devlet Sünni İslam’a sarılınca, “Yönetilenler” de, ya Alevi oluyorlar, ya da Devletin “zındık” olarak nitelendirdiği tasavvuf kökenli hetorodoks İslam taraftarı!..
Devam ediyoruz:
“Osmanlı Resmi İdeolojisinin Temel Unsur ve Kavramları
A.Siyasal Nitelikli Olanlar”
“1. Devlet (Devlet-i Aliyye, Devlet-i Ebed-müddet)”
“Osmanlı resmi ideolojisinin devlet-din, yahut saltanat-İslam özdeşliğinde temellendiğine yukarıda temas edilmiş, bu özdeşliğin sonucu olarak devletin ve onun temsilcisi olan saltanat kurumunun da kutsallık kazandığına işaret olunmuştu.
Dinin devletle özdeş hale gelmesi, yani bir anlamda İslam’ın devletin siyaset etme aracı olarak da ayrı bir kurumsal yapıya kavuşturulması, aslında Abbasi hilafeti zamanında gerçekleşmiş ve 11. yüzyılın ortalarında el-Maverdi’nin (ö.1055) ünlü “Din ve devlet ayrılmaz ikizlerdir”, 12. yüzyılın da ise el Gazzali’nin (ö.1111) “Din ve devlet ayrılmaz ikizlerdir” ifadeleriyle formülleşerek teorik temeline oturmuştu. Osmanlılar bu özelliği 14.yy da eski Türk siyasi anlayışlarıyla birleştirerek devraldılar. Ancak bu özdeşlik, Fatih Sultan Mehmed’in 15. yüzyılın ikinci yarısından, yani Osmanlı İmparatorluğu’nu tam bir merkeziyetçi yapıya kavuşturmasından sonra, “din ü devlet, mülk ü millet”formülleriyle resmi ideolojideki gerçek yerini buldu. Buradaki mülk teriminin, devletin sahip olduğu toprak ve servet anlamına gelmeyip, hükümdarlık, otorite, hakimiyetin tasarruf yetkisi ve gücü demek olduğunu unutmamak gerekir”.
“Bu özdeşlik, Osmanlı Devleti’ne hem yöneticiler, hem halk nazarında, bir kökü zaten İslam öncesi döneme kadar uzanan bir kutsallık veriyordu. Bu kutsallık, 16. yüzyıl başlarında kaleme alınan klasik Osmanlı vekayinamelerindeki ünlü “rüya menkabesi” ile temsil edilmekteydi. Daha önce Tabakat-ı Cüzcani, Reşidu’d-Din Oğuznamesi ve Düsturname-i Enveri gibi kaynaklarda da bazı değişik versiyonlarına raslanan bu menkabenin esası, gerçekte eski Ahid’de (Tevrat) bulunmaktadır. Bazı kaynaklarda Osman Gazi’ye atfedilmekte olup, devletin, “göbekten çıkarak dalları cihana yayılan bir ulu ağaç”la temsil edildiği bu rüya menkabesi, Osmanlı Devleti’nin ilahi kökenine, dolayısıyla kutsallığına inancı simgelemesi itibariyle, kökleri antik Ortadoğu hakimiyet anlayışına dayanan oldukça yaygın bir motif olması bakımından önemlidir”.
“Osmanlı resmi ideolojisi, devletin kutsallığı bakımından bundan başka bazı dünyevi gerekçelere de dayanır. 16.yüzyılın ünlü tarihçi şeyhülislamı İbn Kemal’in ifadesiyle bu gerekçeler, “servetinin ve askerinin çok olması, adil vergi alması, tebaasını adil kanunlarla yönetmesi”, ve hepsinden önemlisi, “İslam’ın hükmünü yürütmesi” şeklinde sıralanıyordu. İşte Osmanlı resmi ideolojisinde bu faziletlerle donanmış, üstelik ilahi iradeyle kurulmuş “yüce Osmanlı Devleti’nin” (Devlet-i Aliyye), yine bu ilahi iradeyle dünyanın sonuna kadar ayakta kalacağı varsayılmıştır. Devlet-i ebed-müddet kavramı buradan doğmuştur.” (a.g.e.s.83)
“2-Nizam-ı Alem”
“Devlet-i ebed-müddet kavramı, Osmanlı resmi ideolojisinde devletin yerini çok iyi vurgulayan ve aynı zamanda bütün icraatına meşruiyet kaynağı oluşturan bir başka kavramı doğurmuştur. Bu, Osmanlı resmi ideolojisinin diğer tipik bir kavramı olan nizam-ı alem düşüncesidir. Devletin bekaası ancak bu sayede mümkün olabilir. Bu yüzden Osmanlı Devleti’nin temel fonksiyonu, nizam-ı alemi, yani hakimiyet sınırları içindeki tebaasının bütün kesimlerinin adalet çerçevesinde yönetilerek birbiriyle uyum içinde yaşamasını sağlamaktır. Bu, herşeyin üstündedir. Bu itibarla, nizam-ı alemin bozulmasına veya sarsılmasına sebebiyet vermek en büyük suçtur; buna asla müsamaha gösterilemez. İşte bu yüzden Osmanlı Devleti nizam-ı alemin bozulduğu veya bozulmak üzere olduğu durumlarda derhal müdahale eder. Hangi şahıs veya çevrelerden gelirse gelsin, hangi maksatlarla olursa olsun, merkezi otoriteye rakip olacak, onu sarsacak, dolayısıyla mevcut düzeni bozabilecek her türlü eğilimi ve eylemi şiddetle bastırmaya yönelir ve onu ortadan kaldırıncaya kadar uğraşır”. (a.g.e.s.84)
NOT:
Osmanlı tarihinde, bozulmaya başlayan merkeziyetçi düzeni- “Nizam-ı Alem’i- yeniden inşaya yönelik iki büyük girişimin altını çizmek istiyorum. Bunlardan birincisini gerçekleştiren Fatih’tir.. Öyle ki, Bizans’ı fethettikten sonra kadiri mutlak Bizans düzeninden de çok şeyler öğrenen Fatih, sistemi adem-i merkeziyetçi bir yöne doğru geliştirme potansiyeli olan bütün güçlerin hepsini -bütün o uç beylerini falan- kökünden kazımış yok etmiştir.. Bu şekilde, fetihler yoluyla Osmanlı’yı tekrar bir tarihsel devrim gücü haline getiren Fatih, ne kadar ilginçtir ki, daha sonra aynı tarihsel devrim dalgasının bir daha ortaya çıkmaması için bu potansiyeli kökünden yok eder!..
İkinci büyük merkezileşmenin -Nizam-ı Alem’i yeniden inşa çabasının- kahramanı ise II.Mahmut’tur!.. O da gene, “Sened-i İttifak”a imza koyan-koymayan bütün o ayanları ve de, Devlet için siyasi rakip olabilme potansiyeli olan Müslüman mahalli liderleri kesip yok ederek bu tarihi misyonu yerine getirir!.. ”Ya Devlet başa, ya kuzgun leşe” sözü boşuna çıkmamıştır Osmanlı’da!.Bakın, bugün bile hala bunun ne anlama geldiğini hepimiz çok iyi biliyoruz!!..
Devam:
“İşte, ileriki bölümlerde söz konusu edilmekte olan şahıs ve çevrelerin zendeka ve ilhad ithamıyla yargılanarak ortadan kaldırılmalarının sırrı da burada yatmaktadır. Bu itham, Osmanlı merkezi iktidarının adeta kendini koruma, emniyete alma silahıdır. Bu noktada, benzeri bütün imparatorluklarda olduğu gibi, Osmanlı Devleti’nin amansız tavrı bütün hüviyetleriyle belirir. Fatih Kanunnamesi’ndeki ünlü “kardeş katli” meselesini de işte bu nizam-ı alem esprisiyle bağlantılı olarak, bu çerçevede yorumlamak gerekir. Bu madde, Osmanlı resmi ideolojisinde devletin rakipsizliğini, kahredici üstünlüğünü, gerektiği taktirde devlet ve toplum düzeninin bozulmaması için hanedan üyelerini dahi gözden çıkaracak derecede olanca acımasızlığıyla ortaya koyar. Bu sebeple resmi ideolojinin terminolojisinde Osmanlı Devleti’nin adı Devlet-i Aliyye veya Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’dir. (her zaman, her şeyden yüce ve öyle kalacak olan Osmanlı Devleti)”. (a.g.e.s.84)
NOT:
Yukardaki paragrafı döne döne tekrar okuyun lütfen(!), hatta okumak da yetmez, ezberleyin, ya da yutun!!.. Son zamanların moda deyimiyle “İşte bu”dur olay!.. Eğer bugünü kavramak istiyorsanız, bugünün içinden çıkıp gelmeye çalıştığı dünün gerçeğini çok iyi bilmek zorundasınız!. Çünkü, bir toplum yaratığı olan insanlar, bazen hiç farkında olmadan kendi tarihlerinden kalma mirasın (bilgi temelinin) üzerine oturarak bugünü inşa etmeye çalışırlar! Evet, bugün dünün içinden onun diyalektik inkârı olarak çıkıp geliyor, ancak şunu unutmayalım ki, maddi gerçekliğin oluşumuyla bunun bilincinin ortaya çıkması arasında daima bir zaman farkı vardır; yani bilinç daima geriden gelir. Bu süre boyunca yeninin mücadelesi sadece eskinin maddi gücüyle olmaz, o, aynı zamanda bir ucu kendi bilincine kadar uzanan eskinin ideolojik duvarlarıyla da mücadele etmek zorundadır!. Kendi ördüğü o kozanın duvarlarını delerek uçup giden kelebeğin işini kolay mı sanıyorsunuz siz! Onun kavgası sadece kendi dışındaki duvarlarla değildir, o duvarlarla birlikte eski sistemin bilgi temelinin onun kendi bilincindeki uzantılarıyla da mücadele etmek zorundadır o!..
“Devletin bu üstünlüğü, kişi hakları alanında da olanca ağırlığıyla kendini gösterir. Osmanlı Devleti yalnız hakimiyet sınırları içindeki toprağın değil, onun üstünde yaşayan herkesin ve (bazı istisnai durumlar hariç) her şeyin en yukarıdaki sahibidir. Özel mülkiyet hakkı da bunlar arasındadır.Devletin tanıdığı belli sınırların ötesinde insanların mülk ve servet sahibi olmaları pek söz konusu değildir. Üstelik bu müsaade sınırları içindeki mülkiyetin de fazla bir garantisi yoktur. Çünkü, ‘müsadere’ denen “el koyma” sistemiyle devlet, doğru yollardan kazanılmamış olduğuna inandığı, veya gereğinden fazla bulduğu menkul ve gayrimenkul bütün servetlere, kimin olursa olsun, el koyabilir”..(a.g.e.s.85)
NOT:
Bütün bu açıklamalardan sonra daha ne kalıyor ki geriye! Görüyorsunuz, Avrupa’nın Cermenler’i nerde, Doğu’nun bütün o antika medeniyetlerinin varisi olmak yetmiyormuş gibi, daha sonra Doğu Roma’yı alarak onun da mirasının üzerine oturan Osmanlı nerede!!.. Biz de saf saf oturmuş, “Avrupa’da feodalizm, daha sonra da kapitalizm gelişti de Osmanlı’da neden gelişemedi” diye tartışıp duruyoruz!!..
Feodalizm, ya da kapitalizm.. bütün bunların hepsi Batı’da üretim ilişkilerinin içinde doğar ve gelişirler. Osmanlı ise, varoluş gerekçesini üretim faaliyetinden değil, fetihçilikten -tarihsel devrim diyalektiğinden- alıyordu..Köylünün-“Reayanın” yaptığı üretimden amaç sadece fetihçi devlete lojistik destek sağlamaktır.. Burada-bu toplumda- tek bir gerçek vardı, ki o da, herşeyin üstünde olan, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olan o fetihçi Devletti!!..Zaten fetihçilik fonksiyonu sona erince onun da sonu gelmiş oldu (bak, İbni Haldun yasaları.. www.aktolga.de 5. Çalışma).
Daha başka açıklamaya gerek var mı!!.. Bırakın kapitalizmi, feodalizme bile geçit vermeyen bir düzendi Osmanlı düzeni!! Sorarım size, tarihimizin en büyük “toprak reformunu” kim yapmıştır? O “ilerici”-“solcu” padişah II.Mahmut mu diyorsunuz! İyi güzel de, adamın derdi neydi onu da biliyor musunuz bari? Onun derdi, kendisine rakip Müslüman Ayanları-Eşrafı (mahalli Müslüman liderleri) yok etmekti! Hani kazara, biraz daha bitleri kanlanır da onlar da öteki gayrımüslim mahalli liderler (“Knezler”, “Kocabaşlar”) gibi burjuvalaşmaya falan kalkarlar diye ödü kopuyordu Sultanın!! Çünkü, kapitalizm falan bunlar tehlikeli şeylerdi Sultanlar için!..Ama işin bu yanını kimse kurcalamaz tabi!..”Batıcı” mıydı Batıcı, ”ilerici” miydi ilerici, bitti!! “Neden, nasıl” diye soru sormayı öğretmediler ki bize okullarda!. Ee..o zaman daha neyi tartışıyoruz biz Allah aşkına! Bazan “solcu”, bazan “sağcı” her kılığa girebilen bir Devlet varken ortada, daha neyi tartışıyoruz!!..
Bugün de öyle değil mi..”Kapitalizm toplusal tarihsel evrim sürecinde sınıflı toplumların vardığı en son aşamadır, o öyle masa başında toplum mühendisliği faaliyetiyle yaratılmış bir rejim değildir” diyorsun, o çok bilmiş “danışmanlar” ordusu tutuyorlar “lidere özgü bir ekonomiden” (“Erdoğanomic”), “kapitalizme alternatif İslami bir sistemden” bahsediyorlar ve işin ilginç yanı “lider” de onların ağzının içine bakıyor!..ve, ”ne yapalım bugüne kadar eldeki imkanları kullanarak mevcut sistemle geldik ama artık daha ileri gidemiyoruz, patinaj yapmaya başladık; daha ileri gitmek için bize ‘yürü ya kulum’ diyecek Türk tipi bir Başkanlık sistemi lazım” deyip çıkıyor işin içinden!..Daha ne kalıyor ki geriye, neyi tartışacağız ki!..
Devam ediyoruz:
“3-SALTANAT-I SENİYYE (SİYASAL İKTİDAR), SULTAN (PADİŞAH)”
“Osmanlı resmi ideolojisinde padişah, şahsında devlet-din özdeşliğini temsil eden en yüksek iktidar merciidir. Devletin başı olması itibariyle siyasal otoritenin, şeyhülislamlık aracılığıyla da kurumlaşmış dinin, buna ilaveten halife-sultan sıfatıyla İslam’ın ve müminlerin hamisi olarak en üst makamı işgal eder. Bütün bu dini vasıfları temsil etmesine rağmen yine de o, en yüksek örfi yetkilerle donanmış biri olarak daha çok dünyevi otoriteyi çağrıştırır. Halil İnalcık’ın deyimiyle, “Osmanlı Padişahı, devlet içinde mutlak örfi hakimiyet selahiyeti ile, Fatih Mehmed’in şahsında doğmuş ve bütün kudret ve selahiyetlerini Selim I ile Süleyman I zamanında kazanmıştır”. Osmanlı padişahının bu konumu, birdenbire değil, kuruluştan 16.yüzyılın ilk çeyreğine kadar uzayan, imparatorluğun olgunlaşmasına paralel tedrici bir gelişim süreci sonunda oluşmuştur”.
“II.Mehmed’e kadar Osmanlı padişahı, Osman Gazi’nin basit ve mütevazi aşiret beyi kimliğinden başlayarak I.Beyazıd ile ilk sultan tipini ortaya koymuş, I.Mehmed ve II.Murad ile biraz daha gelişerek nihayet II.Mehmed’in şahsında klasik Osmanlı sultanı yahut Osmanlı padişahı imajına kavuşmuştur. II.Mehmed Osmanlı padişahı olarak, Oğuz Kağan soyundan gelmiş olmakla eski Türk kağanını (Han), Müslüman bir hükümdar olarak klasik İslam geleneğinin sultanını ve nihayet İstanbul’un fatihi sıfatıyla da Bizans geleneklerine göre Doğu Roma’nın imparatorunu kendi şahsında birleştiriyordu. O halde Osmanlı padişahlık yahut sultanlık statüsü, hiç olmazsa klasik dönem için her üçünün bileşimi sayılabilir”. (a.g.e.s.85)
NOT:
İşte bu!..Alın işte size “Türk tipi Başkan”ın tarihsel evrim süreci!.. Yani öyle ortada hiç değişmeden kalmış bir Osmanlı Devleti-ve Sultanı yok! Şu ana kadar iki Osmanlı Devleti’nden bahsettik!. Kuruluştan 1402 de yıkılışına kadar olan ve sonra da Fatih’le birlikte yeniden kurulmuş olan!.. Aslında bir üçüncü Osmanlı Devleti daha vardır ki onun kurucusu da III.Selim ve II.Mahmut’tur!!.. Bunların yaptığı da gene aynı tarihsel devrim mekanizmasını harekete geçirerek Osmanlı’ya yeni bir “batıcı ruh” üflemek, Devleti yeniden “reforme” ederek, onun küllerinden yeniden doğmasına yol açmak değil midir!!.. Biraz daha işi uzatırsak aslında 1923’te kurulan bir 4. den de bahsedebilirizdiyeceğim ama, bu konunun yeri burası değil şimdi; çünü o konuya girersek arkasından sıra elde olanı “restore” ederek 5.ye kadar uzanmayı hayal edenlere falan da gelir!!..(bu konuda bak:http://www.aktolga.de/z2.pdf )
Devam edelim:
“Osmanlı padişahlarının, Oğuz Kağân neslinden geldiğine inanılan Kayı boyuna mensubiyetleri iddiası, ilk defa 15. yüzyılda II.Murad zamanında Yazıcızade Ali tarafından Tarih-i al-i Selçuk adlı eserde yazıya geçirilmiş, daha sonra öteki terihçilerce de benimsenmiştir. Günümüz tarihçilerine göre, bununla, eski Türk töresi uyarınca ve Tanrı tarafından han veya hakan seçilmiş bulunan Osmanlı padişahının ve hanedanının Anadolu’daki bütün Türk zümreleri üzerinde meşru hakimiyet hakkına sahip olduğu vurgulanmak isteniyordu. Nitekim Osmanlı padişahları yayınladıkları fermanlarda, bastırdıkları sikkelerde ve yaptırdıkları mimari eserlere koydurdukları kitabelerde çoğu zaman “han” ve “hakan” unvanlarını, “sultan” unvanıyla birlikte Sultanü’l-Berreyn ve Hakanü’l Bahreyn (İki karanın-Anadolu ve Rumeli-sultanı, iki denizin-Akdeniz ve Karadeniz hakanı) şeklinde kullanmışlardır”.
“Sultan” unvanına gelince, yukarıda belirtildiği gibi, Osmanlı sultanlarını klasik İslami siyasal geleneğe bağlayan ve bu gelenek içinde meşrulaştıran bir unvan olarak özellikle de Müslüman hükümdarlara yollanan name-i humayunlarda tercihan kullanıldığı gibi, sikkeler ve kitabeler üstünde sıkça görülür. 11. yüzyılda Büyük Selçuklular’dan beri büyük Türk hükümdarları tarafından tercih edile
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023