Halil BERKTAY

Yalanlarınızı gördüm, ikiyüzlülüğünüzü gördüm
5.09.2012
5632

 Gerçeği arayan (ve hayatta bunun önüne geçebilecek, bundan önemli hiçbir meselesi kalmamış) birinin, kimler ve nelerle uğraşması gerekir şu Türkiye’de ?

Evrenselci, solcu, dinsiz, demokrat, şiddet karşıtı, savaş karşıtı, militarizm karşıtı, milliyetçilik karşıtı, herhangi bir “izm” karşıtı, bu arada anti-devletçi ve anti-Atatürkçü iseniz, ne tür sahtekâr ve sahtekârlıklarla boğuşmak zorunda kalırsınız ?

Günlük hayat, sizi ne sefil ve hem de ne âdî, âdîliği içinde gülünç riyakârlıklarla yüz yüze getirir adım başında ?

Nadirattan olarak bugün, şu veya bu konuya ilişkin (akıllı uslu olmasına çalıştığım) düşüncelerimi değil, sık sık içimden geçenleri, biriken duygularımı yazacağım.


Küçüktüm, küçücüktüm / Oltayı attım denize; / Bir üşüşüverdi balıklar, / Denizi gördüm.
 Pek öyle olmadı maalesef. Gözümü açtım; en gevşek ve kaba deyimiyle “hâkim sınıfların” yalanlarıyla tanıştım. Komünizmde kadınlar ortak mülkiyet konusuydu; Moskof casusuydular; 1951-52 tevkifatında “radyo başında” yakalanmışlardı. 1960’taki öğrenci direnişine Rus denizaltıları ruble taşıyordu. Çok tepki duydum, tiksindim hepsinden. Yalana bu tepki ve nefret beni bir daha bırakmadı.

12 Martta tutuklandık, işkence gördük, hapis yattık. Kontrgerillası, daha yüksek rütbeli subayları, askerî hâkimleri, cezaevi komutanlarıyla devleti daha yakından tanıdım. O çok teorik “burjuvazi” veya “hâkim sınıf” formülleri başka türlü bir somutluk kazandı. Tuhaf şey; uğradığım fiziksel zulme o kadar bozulmadım da, bizim ve bütün kamuoyunun gözünün içine baka baka söylemeye devam ettikleri yalanlar çok daha koydu. Kafamın ve ruhumun bir yanı, böyle bir ahlâksızlık ve alçaklığı bir türlü anlayamadı, anlayamıyor.

1970’lerin sonları ve 80’lerin ilk yarısında, militanlıkla bilimi hâlâ yan yana götürmeye çalışıyordum. Osmanlı toplum yapısına ilişkin tartışmalardan hareketle, sanki farkına bile varmaksızın milliyetçi tarihçiliğin içine girdim. İlgim, historiyografi ve karşılaştırmalı milliyetçi historiyografiler alanına kaydı. Geçtim, bayrak törenlerini, Harbiye Marşını, “Andımız”ı, Ulu Önderi, vatan-millet-Sakarya edebiyatının diğer klişelerini. Hayretler içinde daha beterini : bütün milliyetçi yalanların simetrik bütünlüğü ve sistematiğini, birbirlerini tamamladıklarını gördüm.

1980’lerin sonunda, bıraktım artık, adım adım tahammül edemez hale geldiğim militan aktivizmi. Yıllar boyu birikirken bastırdığım bütün soru ve şüpheler patlayıp satha çıktı. O ândan itibaren her dönüp geriye bakışımda, sol olarak kendi ahlâksızlığımızı, yalanlarımızı, gerçeği nasıl manipüle ettiğimizi gördüm. Dünya çapında, Sovyetler Birliği, Çin ve diğer komünist ülkelerin söylediği, uluslararası komünist hareketi de âlet ettiği yalanları da daha geniş bir bütünsellik içinde gördüm. Yerli ölçekte, rekabet içindeki sayısız fraksiyonun hem birbirlerine hem kendi kendilerine karşı söylediği yalanların farkına vardım.

Garip bir şey oldu bu serüven ilerledikçe : Saniyesinde teşhis edemeyeceğim milliyetçi yalan kalmadığı gibi, aynı şekilde, lâfın gelişine, dolanışına, iç kurgusuna, ses tonuna bakarak saniyesinde teşhis edemeyeceğim “solcu” yalan da kalmadı benim için. Exiled Thucydides knew / All that a speech can say / About Democracy, / And what dictators do, / The elderly rubbish they talk / To an apathetic grave (Nutuklar Demokrasi hakkında ne söyleyebilirse / Sürgündeki Thukydides biliyordu hepsini / Ve diktatörlerin ne yaptığını da, / Umursamaz bir mezarın önünde / Dile getirdikleri yaşlı ve yorgun yâveleri).

Her okuyuşumda yeni bir anlam kazandı benim için bu dizeler. Sırf politikanın makro planına değil, birey olarak tüm varlığım ve hayatıma da ışık tutuyor. Auden’ın şiirindeki Thukydides gibi ben de, hepsi birer embryonik diktatör olan bir yığın “solcu”nun ruhsuz ruhunu biliyorum, içlerinden geçeni biliyorum, akıl ve zekâ sandıkları küçük kurnazlıkları biliyorum, “siyaset” adına nelere tevessül ettiklerini biliyorum, hiçbir gerçeklik tınısı taşımayan belâgat gösterilerini biliyorum. Aramızdaki mesele de bu zaten. Bir, sizinle aynı ipte oynamıyorum. Benim örgüt, cemaat ve iktidar diye bir derdim yok; hiçbir nabza göre şerbet vermek durumunda değilim; o yüzden de yalnızlığım içinde özgürüm.

İki, yüzde yüz gerçek ve içtenlikli olmayan, içinde en ufak yalan-dolan kırıntısı taşıyan hiçbir şeyle beni aldatmanız, sahte pırıltılar peşinde sürüklemeniz, kof gıcıklıklarla “lâf oturtup” susturmanız ya da kendinizi mat bir satıh ardına saklamanız mümkün değil. Bunu Atatürkçü ve Kuvâyı Milliyeciler de yapamaz, Yusuf Halaçoğlu da yapamaz, Doğu Perinçek de yapamaz, Abdullah Öcalan da yapamaz, Türk Tarih Kurumu’nun “Ermeni Masası” da yapamaz, iki Ertuğrullar (Kürkçü ve Özkök) de yapamaz, KCK tüzüğü de yapamaz, Celâlettin Can’lar ve Mustafa Yalçıner’ler de yapamaz, Yeni Akit de yapamaz, öyle bazı ufak tefek tipler var ki hele onlar hiç yapamaz. Onun için, daha baştan çelik çomak oynamaya kalkmasalar daha iyi olurdu kendileri için.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar