Alper GÖRMÜŞ
Gezi direnişiyle ilgili olarak T24'te kaleme aldığım ilk yazıda (“Ataerkil siyasetin sonu”), 26 yaşındaki kızımın (Eylül) bu direnişe nasıl ve neden katıldığını şöyle anlatmıştım:
“Şimdi yirmi altı yaşında olan kızım üniversitede siyaset okumuştu, siyasetle ilgiliydi fakat bir hafta öncesine kadar, Hrant Dink'i anma yürüyüşleri hariç, hiçbir siyasi-toplumsal eyleme katılmamıştı.
“Polisin, Gezi Parkı'nda nöbet tutan ve sayıları 20'yi geçmeyen eylemcilere karşı sabahın 5'inde gerçekleştirdiği seferberliğin ardından bana telefon etti ve 'Baba ben galiba bu akşam Taksim'e gideceğim' dedi.
“Son haftalarda, Başbakan'ın 'halkımı sevdiğim için yapıyorum' dediği yasaların, uygulamaların, bilhassa da bunları savunurken kullandığı buyurgan, nobran tavrın ve dilin onu 'delirtmekte' olduğunun farkındaydım. Gezi Parkı hoyratlığı, birçok nesildaşı gibi onun için de 'bardağı taşıran damla' olmuştu.”
Gezi direnişini başlatan kuşağın davranışlarını değerlendirmede benim için bir barometre işlevi gören Eylül, direnişin 20. gününde “sokaktan çekilme” kararı aldı ve gerekçelerini yazıya döktü.
Son günlerde bizim kuşağın temsilcisi sayılabilecek bazı kalemler bu yönde çağrılarda bulunmuştu.
Ben, 90'lar kuşağından birinin direnişe katılma ve bir aşamasında çekilme kararına dair yazdıklarının bilinmesini istedim ve o nedenle bugün, yazı alanımı kızıma devretmeye karar verdim.
İşte Eylül Görmüş'ün yazısı...
***
#direnapartman
Haftalardır bir şeyler oluyor. Bu olanların ne olduğuna, hayatımızı ne ölçüde değiştireceğine dair yazıp çiziliyor, durmadan. “Gezi ruhu neydi, bize ne kattı” meselesini, izninizle kendi hayatımdan bir örnekle açıklamak isterim.
Geçtiğimiz hafta bizim apartmana yönetim tarafından bir uyarı yazısı asıldı; “çöplerinizi çöp saatinde çıkartın ve apartman kapısını gürültülü kapamayın” şeklinde. Alışık olduğumuz türden bir uyarı metni... Yazı 3 gün kadar asılı durdu, sonra 4. gün birileri tüm katlara asılan kâğıtların üstüne bir şeyler yazmaya başladı. “Çöp saati tam kaç, bari söyleyin onu da bilelim”, “Bazen çöpler hiç alınmıyor”, “Zaten yerleri de düzgün silmiyorsunuz” gibi...
İşte bence Gezi ruhu budur. Normalde kendi aramızda söylenip, “aman bu yönetim de kendi işini yapmıyor, bizi uyarıyor” diye eleştireceğimiz bir uyarıya karşı ses çıkarmak, sorgulamak, hesap sormak... Unuttuğumuz demokratik reflekslerimizi yeniden hatırlamak, onları canlandırmak.
Bu yazı 1 ay önce asılsaydı, kimsenin o cevapları vermeyeceğine adım gibi eminim. İşte Gezi, bu kadar mikro bir meselede bile soru sorabileceğimizi, ses çıkarabileceğimizi hatırlattı, hatta belki de bu ülkenin tarihinde ilk kez “öğretti...”
Bu reflekslerin uzun vadede ne kadar müthiş bir etki yaratacağını, bir toplumu nasıl dönüştüreceğini düşünmek bile olağanüstü bir umut veriyor bana.
AK Parti düşmanı değilim, demokratik adımlarını destekledim...
Hiçbir zaman militan eğilimli biri olmadım, fakat her zaman etrafımda olup bitenlerden haberdar olmaya çalışan, fikir geliştirmeye çalışan biri oldum.
Özellikle aklımın erdiği şu son 10 senede, AK Parti’yi katiyen topyekûn reddetmek, gayrımeşru görmek ve aşağılamak noktasına yaklaşmadım. Başörtülülerin eğitim hakkını, askeri vesayete karşı girişilen mücadeleyi, AB üyeliği yolundaki adımları ve tabii ki Kürt sorununun çözümü için girişilen cesur hamleleri, çoğu zaman etrafımla kavga etmeyi de göze alarak destekledim. “Başımıza bu cahil yobazlar geldi, ayaklar baş oldu” tonundaki elitist ve hatta zannımca son derece faşizan seslere her zaman karşı çıktım.
Yukarıda açıkladığım nedenlerden ötürü, 31 Mayıs gecesi kendimi sokağa atmamın nedeninin katiyen saf bir “AKP / Tayyip Erdoğan düşmanlığı” ya da “nefreti” olmadığını da gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Benim derdim, babamdan bile işitmediğim bir sertlikle bana neyi, nasıl, nerede ve ne zaman yapabileceğimi söyleyen bir iktidara ve zihniyete “beni tanı, anla ve saygı duy” demekti... Tepeden bakan bir “hoşgörü” değil, “saygı” istediğimi bağırmaktı... “Toplumun ahlak bekçiliğine soyunma” uyarısını yapmaktı...
Evet ideolojik, hatta toplumsal, hatta psikolojik
İçinde pek çok unsuru barındırmasına rağmen, Gezi hareketinin çıkış noktasının bu olduğu konusundaki inancımı koruyorum. Başbakan’ın tespitlerinden en isabetlisi de kanımca oydu zaten: “Bu 3-5 ağaç meselesi değil. Mesele ideolojik...”
Evet, ideolojik, hatta toplumsal ve hatta psikolojik.
Lakin geldiğimiz noktada karşılıklı yapılan yanlışlarla Gezi ruhunun başka bir yere doğru evrildiğini üzülerek ve kaygıyla izliyorum ve başından beri elimden gelen her biçimde desteklediğim bu hareketin yeni yönünü çaresizce gözlemliyorum.
O ilk noktadan, şu aralar orada burada okuduğum “örgütleri dışlamayalım, onlar çatışmayı biliyor”, “toplu taşımaya para vermeyelim, bunlarla biber gazı alınıyor”, “bu Erdoğan Hitler’den daha korkunç, kıyaslamayalım” noktasına nasıl gelindiği son derece açık.
Sağolsun hükümet sabırsız, öfkeli ve açıkçası siyaseten de “aptalca” olan bir dizi hamleyle, meseleyi kaşıya kaşıya buraya getirdi.
Başbakan'ı utandıracak olgunlukta bir bildiri
Tabii ki bir toplumun, başbakanın psikolojisini anlamak zorunda olduğunu düşünmüyorum, aksine, başbakan toplumunu anlamakla yükümlü.
Fakat olmuyor, anlamıyor... İşte ben de bu koşullarda Gezi ruhunun olağanüstü bir “âlicenaplık” göstererek sokaklardan çekilmesi, Başbakan'ı utandıracak kadar olgun bir bildiriyle, ona, “senin dilinden konuşmayacağız” deyip mücadeleyi başka bir düzleme taşıması, mümkün olamaz mı diye düşünmeden edemiyorum.
Yerlere “Ay, resmen devrim” yazabilecek naiflikte bir hareketin, hükümetin tüm nobranlığına rağmen vakur durmayı başarabileceğine inanmak istiyorum.
10 senedir iktidarda olmasına rağmen hâlâ “mağduriyet” argümanını kullanabilen bir başbakana, mağduriyet hikâyesi için ilave malzeme vermenin bize bir şey kazandırmayacağı, tabanında onu daha çok güçlendireceği apaçıkken, gözümüzü o çok eleştirdiğimiz polisteki gibi bir öfke ve hırs bürümesine müsaade edemeyiz, etmemeliyiz.
Dolayısıyla haddim olmayarak, ben artık çekilmemiz gerektiğine inanıyorum. Başbakan'ın tarif ettiği gerçek “çapulcu”lara dönüşmeden, yaratıcılığımızı, mizah duygumuzu, neşemizi kaybetmeden, Gezi ruhunu hiçbir yere varamayacak bir öfkenin içinde boğmadan, çekilmeliyiz. En azından ben, müsaadenizle çekiliyorum.
Bundan sonrası başka bir mücadele... Konuşarak, düşünerek, etrafımıza anlatarak, yazarak ve eğer gerekirse, yeni bir nedenle, yeni bir taleple tabii ki yine sokağa çıkarak.
Lütfen bana “ama somut kazanımımız” yok demeyin...
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en güçlü başbakanının iki haftada söylemini değiştirmişiz... “Ben yapılacak dedim, yapılacak” noktasından çevirip, yargı sürecini bekleme ve karar hükümet lehine çıksa bile halk oylaması yapma sözü almışız.. Bir hükümeti topyekûn tutarsızlığa, kararsızlığa itmişiz, Atatürk ve Abdullah Öcalan bayraklarını yan yana asıp halay çekmişiz, 1 ay önce birbirini öldüren taraftarları kucaklatmışız, tanımadığımız kişilere, onlarla elele koşacak kadar güvenmişiz, şiddetin araştırılacağına dair söz almışız, Brezilya’ya bile ilham verecek bir direnişin parçası olmuşuz, Başbakan’a istediğimiz mesajı bence mutlaka vermişiz, apartman yönetimimize “saat kaçta alıyorsun çöpü, önce onu bi açıkla!” diye diklenebilir olmuşuz.
Bundan öte kazanım mı olur?
Ama artık izninizle, ben zaferimizi kutlamak ve biraz mutlu olmak istiyorum. Çünkü hak ettik. Belki evet, bundan ötesini de hak ettik ama, itidal sahibi olamayan bir güce karşı itidal göstermek, yenilmek anlamına gelmeyecek.
Bence bunu yapabilecek güçte ve olgunluktayız.
Yazarlar
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
23.06.2025
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025