Cihan AKTAŞ
“Fırat’a giden ömür” başlığıyla bir Urfa hikâyesi yazmıştım yıllar önce. Baraja dönüşen ırmağın altüst ettiği hayatlarda hiç bitmeyen bir yangın oluşuyordu. Irmak baraja dönüşüyor, yeşil tepe otele dönüşsün isteniyor. Bir şeyler başkalaşmaya zorlanırken köhnemiş hapishanenin değişmezliği kimin umurunda! İki adım ötede su, baraj; ancak, mahkûmun ceza fezlekesine bir de sıcaktan kavrulma kaydı düşülmüş.
Birileri mucize bekliyor olmalı. Ateşin İbrahim Peygamber için güle dönüştüğü diyar orası.
Urfa sevdiğim, merak etmeye devam ettiğim şehir. “Fırat’a giden ömür” hikâyesini bir roman olacak şekilde yeniden yazmaya hazırlanıyorum. Barajın altında kalan bir eve, o evde yaşayan insanların hayatına dair ayrıntıları öğrenmek üzere yaz aylarından birini Urfa sıcağında geçirmeyi düşünürken,hapishane yangınının haberini aldım.
Ateş düştüğü yeri yakıyor, sürekli öyle oluyor. Sekiz asker için de yürekler tutuştu bir kez daha. Bütün yangın alanları yüksek duvarlarla çevrili sanki, nihayet ölüm haberleri ulaşıyor. O açıdan bakıldığında hepimiz bir bakıma Borges’in kahramanı darbe kurbanı Salvadores misali, kendi daracık âleminde devlet yıkıp devlet kurarak ömür tüketen mahkûmlarız. 2000 yılında, kömüre dönüşenBayrampaşa C 1 koğuşunda, ciltlerinde tesbit edilen yanıcı solvent maddesiyle yanarak can vermiş kadınları, şimdilerde hak ettikleri şekilde kim hatırlıyor... Biz Diyarbakır Cezaevi’ni, Hayata Dönüş operasyonlarını gerektiği gibi konuşamamışken, bir de Urfa Cezaevi faciasının yaşanmasına seyirci kalıyormuşuz.
Bazen bir insanın üzerine benzin döküp yaktığını duyuyoruz, çoğu kez kaybedeceği hiçbir şeyin olmadığını duyan biri oluyor kendini yakan. Öylesine dehşetli olmalı ki ölümü, ona cehennemi başka türlü yaşatanı da içine çeksin. Bütün hayatı boyunca yanıp tutuşmayı sürdürsün, serinlik nedir bilmesin felaketinin müsebbibi.. Yenilerde Tahran’da duydum, kürtaj tartışmalarıyla da ilişkili bir yönü olan intihar haberini: Tecavüz kurbanı genç kız aylar sonra hamile olduğunu öğreniyor, ailesinin dışlaması sonucu kendini benzinle yakmak suretiyle feci şekilde can veriyor.
Uygarlaşmanın ölçüsünün tabiata meydan okuyan çılgın projeler değil, cezaevleri koşullarındaki iyileşme olduğunu yazdım twitter’da önceki gün. İyi de o zaman orası cezaevi sayılmaz, cezaevi koşulları caydırıcı olmalı, şeklinde bir yorumla karşılaştım. İnsanın elinden özgürlüğünün alınmasından daha büyük bir ceza olabilirmiş gibi... 40 derece sıcaklıkta, gün boyunca bir saat kadar verilen suyla idare etmesi gereken mahkûm, bu yolla güya olgunlaşmaya zorlanıyor. Ben işte bu cezalandırma mantığını anlayamıyorum: Mahkûm toplumun devlete emaneti. Bir insan cezaevinden çıktığında artık “masum” olarak görülmeli, cezaevini işkence evi gibi tasarladığınız sürece bu nasıl mümkün olabilir? Cezalı neler yaşıyorsa hapiste, topluma, polise, devlete karşı daha hınçlı bir ruh hâliyle çıkıyor dışarıya. Tabii tam tersi bir algı da olur olmaz yere hapse atılma, hapiste tutulma örneklerinin hiç de az olmaması yüzünden, hapse düşmenin sıradanlaşması...
Cahide Cünük Saraybosna Üniversitesi öğrencilerinin çıkarttığı Sivrisinek dergisinin yazılarını yolladı e-postayla. Hotel Rwanda’yla tarihin dehşet sahnelerine açılmanın sarsıntısı dile geliyor genç kaleminde.
“Suç” insanlık hâlinden sayılır, ancak ceza kısmen insanın işi. Bir suçluya ahiretteki cezasını da ödemesini talep edecek şekilde Rabb’lik taslayamaz ki memur! Hayvanların dahi yaşayamayacağı koşullardan söz ediliyor Urfa Hapishanesi’nde. Bir kişinin yerine dört kişinin kaldığı koğuşlar, 40 derece sıcağa rağmen klima yasağı... Bu şartlar altında sadece mahkûmlar değil, aileler de çile dolduruyor. Uygarlık böyle bir şey değil, kalkınma ateşin ve suyun tabiatını zorlayan bir heva-heves olmamalı...
Koğuş hayatını biliyorum, çocuk yaşta köy enstitüsü dönemi mirası bir yatakhanenin yüz kişilik koğuşunda altı yıl geçirdim. Eski, ahşap yatakhanede kalorifer sistemi yoktu, yangın çıkabilir diye soba da yanmazdı. Yangın korkusu nedeniyle öğrencilerin üşümesi göze alınırdı. Kapalı mekânda istiflenmiş halde yaşamaya zorlanmak zaten klostrofobik herhangi bir insan açısından ölümden beter. Sanki mahkûm ancak kendini yakmaya başladığında uyanabilir, hiçbir şikâyet cümlesini kaale almayan yönetim vicdanı.
Az ilerideki Fırat üzerine inşa edilmiş baraj, yanmayı sürdüren mahkûmlara Boğaz’a nazır Sevda Tepesi kadar uzak sanırsınız. Bir esinti olabilseydi, pencereden pencereye güçlü bir hava akışı, serin bir pınarın sesini andıran türkü, şikâyet seslerinin ulaştığını bildiren düzgün bir seda; sıkışan yüreklerin öfkesi biraz olsun yatışırdı.
Cezaevi yangını haberlerinde altı çizilen kelime, isyandı. Sadece seslerini duyurmak istemiş mahkûmlar nasır tutmuş kulaklara, dumanla mesaj göndermek daha etkili olurmuş gibi... Bir ses, bir söz koğuştan idare bölümüne kaç senede ulaşıyor? İlgili makama ulaşamayan sözün yerini duman alıyor ve bir kez daha askerî darbe mantığının sorusuna açılıyor hüküm: Yakmayalım da besleyelim mi...
twitter.com/chn_aktas
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
23.03.2021
9.08.2019
16.01.2019
4.02.2018
28.08.2018
15.08.2018
28.07.2018
19.07.2018
21.10.2017
21.09.2016