Enver SEZGİN

İmralı
21.10.2014
2112

 Çok değil, iki yıl önce bu ülkenin topraklarında şiddetli bir savaş hüküm sürmekteydi. 2012 yılının temmuz ayında, Hakkâri’nin Şemdinli ilçesi ve çevresinde meydana gelen ve aylarca devam eden çatışmalar yüzlerce insanın ölümüne yol açmıştı.

Kimse bu kötü durumdan nasıl çıkılacağını bilmiyordu. 2013 yılının ilk günleri daha yıkıcı gelişmelerin habercisi olabilirdi. Öyle olmadı. Başbakan Tayyip Erdoğan, Öcalan ile görüşüldüğüne dair bir açıklama yaptığında hava birden değişmeye başlamıştı. Devlet bir kez daha yüzünü “İmralı’ya” çevirmek zorunda kalmıştı. Bu girişim kanlı bir savaşı durdurduğu gibi, yeni bir dönemin kapısını da aralamıştı. Öcalan, artık çözüm sürecinin iki önemli “aktöründen” biriydi. Öcalan’ı “başmüzakereci” konumuna taşıyan en önemli etken arkasındaki güçlü örgüt desteği ve yüzbinlerce taraftarının olmasıdır.

Neredeyse on altı yıldır tek başına, hücrede “mahkûmiyet” yaşayan bir insandan söz ediyoruz. Üstlendiği görev ile içinde bulunduğu koşullar uyum içinde değildi. Burada yapılması gerek şey, bir yanlışlığın giderilmesi ve bu sayede “İmralı sakininin” daha görünür duruma getirilmesiydi. Bu yapılmadı. Süreci Öcalan üzerinden yürütmek isteyen hükümet muhatap aldığı insanın cezaevi koşullarını iyileştirmeye yanaşmıyordu. Hükümetin olumsuz tutumuna rağmen, Öcalan, ısrarla koşullarının iyileştirilmesi talebinde bulundu. Ancak bu sayede “rolünü” daha iyi oynayabileceğini düşünüyordu.

2013 yılının ağustos ayında Selahattin Demirtaş ile yaptığı görüşme sırasında şunları ifade etmişti: “Sürece dair rolümü oynamak istiyorum. Devlet de, halk da, BDP de sürekli baskı yaptı. Bana bu baskıyı yapan, benden ricada bulunanlar şimdi önümü açmalıdır.” Öcalan’ın istediği şey gayet açıktı. Sürece daha çok katkı yapmak istiyordu. Bu imkân sağlanmadı. Önünü açacak mekanizmalar yaratılmadı. Peki, ne oldu? En son ,“Kobani eylemleri” sırasında olduğu gibi, her kritik dönemde başvurulan ilk kişi oldu.

Burası çok açık: Abdullah Öcalan, örgütünü daha rahat yönetmek ve insanlara doğrudan ulaşmak istemektedir. Bu talebini yerine getirmek ona bir ayrıcalık tanımak anlamına gelmiyor. Tersine bir “eşitsizliğin” giderilmesidir sözkonusu olan.

Durum şudur: Hükümet üyeleri ve HDP yöneticilerinin açıklamalarını hemen her gün izlemek ya da okumak mümkündür. Dahası, Cemil Bayık ve Murat Karayılan gibi PKK yöneticilerinin görüşlerine ulaşmak, artık çok daha kolay hâle gelmiştir. Bu aralar, aracısız konuşamayan tek kişi Abdullah Öcalan’dır. Çok şey yapmasını beklediğimiz bir kişinin kısıtlı olanaklarla süreçte yer alması ne kadar doğrudur? Bu yanlışlık giderilmelidir. Yapılması gereken şey Abdullah Öcalan’ın daha görünür olması ve dışarıyla doğrudan temasının sağlanmasıdır.

Barış ve çözüm sürecinin başlamasından itibaren, HDP yöneticilerinin İmralı ziyaretleri ve Kandil’le kurdukları köprü bir işlevin yerine getirilmesi bakımından oldukça faydalı olmuştur. Öte yandan her görüşme sonrası Öcalan’ın görüşleri kamuoyuyla paylaşılmıştır. Ancak, artık bu yeterli olmamaktadır. Öcalan’ı dışarıyla buluşturmak için yeni aktörlere ihtiyaç vardır.

Hükümet üyelerinden Öcalan’ın cezaevi koşulları ile ilgili izahatlar duymaya başladık.

Son olarak, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, “Öcalan’ın cezaevi koşulları iyileştirilebilir” biçiminde bir açıklama yaptı. Bu bir an önce gerçekleştirilmelidir. Abdullah Öcalan, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, gazeteciler, siyasetçiler, akademisyenler ve hatta Kandil’deki arkadaşları ile rahatça görüşebilmelidir. Bu kritik dönemde böyle bir adımın çok büyük bir önemi vardır. Bunun için illa bir “villaya” taşınmasına da gerek yoktur.

[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar