Hadi ULUENGİN

Ulus, suç ve şifa
2.07.2014
1857

JAPONLARIN yarısı 1947’den beri yürürlükte olan ve silahlı kuvvetleri çok sıkı biçimde sınırlayan anayasanın değiştirilmesine karşıymış.

 

Ters yönde ise, Çin’le ilişkilerin limonileşmesinde paralel olarak Başbakan Abe’nin bugün parlamentoya sunacağı ve hem ordunun güçlendirilmesini hedefleyen, hem de dış ülkelere asker gönderilmesine izin veren teklif ancak yüzde otuz beş destek bulabiliyormuş.

 

Doğrusu, şaşırdım...

 

***

 

ŞAŞIRDIM ve aksini beklerdim, çünkü bütün olup bitenlere rağmen Japonların militarist ruhiyattan ve şiddet kültüründen pek kopamadığını düşünüyordum.

 

Okul kitaplarındaki 2. Savaş suskunluğundan başlayın ve yazar Mişima’nın aynı Savaş ertesindeki teslimiyetçiliği protesto etmek için hara-kiri yapmasına uzanın...

 

Bir de kan revan dolu manga çizgi-romanları ve sado-mazo cinsel eğilimleri ekleyin...

 

Dolayısıyla, daima bu ülkenin maziyi ve o şiddeti fetişleştirdiği kanaatini taşıdım.

 

Demek ki yanılıyormuşum...

 

Demek ki Japonlar da yukarıdaki Savaş’ta burnu sürtülmüş diğer millet Almanlar gibi geçmişten ders çıkartmışlar ve cidden barışçılığa evrilmişler.

 

***

 

BURNU sürtülmüştabirini kasten kullandımEn yerinde deyimi oluşturuyor.

 

Zira hem o Japonya, hem de o Almanya modern tarihte hakikaten ve kelimenin tam anlamıyla sıfıra indirgenmiş yegâne iki devleti oluşturuyor. Hasımlarının insafına kaldılar.

 

Üstelik velev ki biraz sonraki Soğuk Savaş sayesinde paçayı kısmen kurtarmış olsunlar, kolektif suça katıldıkları için millet olarak da sorumluluklarından kaçamadılar.

 

Yani gerek Yaşlı Kıta’nın, gerek Uzak Asya’nın bu iki ulusu birincisinde dört müttefik işgalci devlet, ikincisinde ise yine işgalci ABD tarafından kolektif terapiye yatırıldılar.

 

Zaten de bunun içindir ki ilki hanidir Avrupa’nın en pasifist ülkesi olarak sivriliyor.

 

Diğerinde ise ahali savunma amaçlı bile olsa ordunun güçlendirilmesini istemiyor.

 

Ve dediğim gibi, bu refleksler zembille inmedi ve işgalciler sayesinde gerçekleşti.

 

***

 

BURADA sakın anti-emperyalist lügat paralayarak işgalci sözüne takılmayalım!

 

Çünkü eğer sözkonusu işgalcilerin dayatması olmasaydı, çok önemli bir ihtimalle Almanlar da, Japonlar da geçmişle yüzleşmeyecek ve özeleştiriye yanaşmayacaklardı.

 

Nitekim Protestan rahip Theophil Wurm 1945 Ekim’inin ünlü “Stuttgart İtirafı”nda o Almanların Hitler rejimiyle kurmuş olduğu “suçluluk dayanışması”ndan söz ederek ulusu adına ilk kez günah çıkarttığında, Cermen intelligentsiasının önemli bir bölümü “hâşa” diye inkâr ederek korkunç cürmü sadece Nazi partisinin üzerine yıkmak eğilimine girmişti.

 

Filozof Karl Jaspers veya yazar Thomas Mann’ın Wurm’dan hemen sonra gelen ve aynı kolektif suça işaret eden diğer değerlendirmeleri de “vatan hainliği yapmak”ve “muzafferlerin yazacağı tarihe teslim olmak” türünden bombardımana maruz kalmıştı.

 

Japonya’da ise birkaç istisna hariç bunlara yakın bir entelektüel sorgulama dahi olmadı.

 

Yani şayet o işgalciler her iki ulusun da burnunu sürterek onları hakikatle yüzleşmeye zorlamasaydı hem habis ur varlığını koruyacaktı, hem de tohumlar temizlenmeyeceği için şer çiçekleri günün birinde insanlığın başını tekrar belâya sokacaktı.

 

***

 

EVET, inkârcılıkla şartlanmış ulusların bazı durumlarda suçlarını idrak edebilmesi ancak onların yenilgiye uğratılması ve burunlarının sürtülmesiyle mümkün olabiliyor.

 

Çok vahim, sonsuz vahim bir sonuç ama nihayetinde hem adil, hem şifalı bir sonuç!

 

Umalım ki hiçbir ulus işi buraya vardırmasın ve o şifaya burnu sürtülmeden kavuşsun.

 

[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar