Osman CAN

Osman CAN
Osman CAN
Tüm Yazıları
Aynur’u protesto masum değil!
20.07.2011
3377

Protestocuları yetiştiren zemin, özgürlüğe karşı laiklik, ulusalcı eğitim, ölümün ve şiddetin yüceltilmesi, militarizm gibi faşizm tanımı içinde yer alan unsurlar. Neyseki son 10 yılda ortaya çıkan dinamikler ve Anadolu’nun sağduyusu, Ankara, İstanbul ve İzmir’le sınırlı bu siyasal kültürün  egemen olmasını imkânsızlaştırıyor.

Geçen hafta İKSV İstanbul Caz Festivali’ çerçevesinde İspanyol gitar sanatçısıJavier Limon’un “Suyun Kadınları” projesinde, Buika, La Shica, Carrasscogibi sanatçıların yanında Kürt Sanatçı Aynur da sahne aldı. Ancak projeAynur’un Kürtçe şarkı söylemesi nedeniyle protestoların, sahneye minder ve pet şişe fırlatmaların gölgesinde kaldı. Bazıları “Burası Atatürk’ün Türkiyesi” diye bağırdı. Diğer bazıları İstiklal Marşı okudu. Aynur konseri yarıda bırakmak zorunda kaldı. İspanyol gitarist ve sanatçıların “biz müzisyeniz, sadece müzik yaparız” diye sükûnet çağrısında bulunmaları bir anlam ifade etmedi biriler için.

Azınlığın uzlaşmaz hegemonyası

Konseri protesto edenler arasında muhtemelen şehit yakını yoktu. İstanbul’un en iyi eğitimli ve en yüksel gelir düzeyine sahip sınıfına mensup olanların gittikleri bir“Caz” konseri, herhalde şehit acısı yaşamakta olanların ilk uğrak yeri olmasa gerek. Jaz’ın ırkçılığa karşı bir zenci başkaldırısı olduğu bilgisi de çok umurlarında değil. Bunu artık yadırgamıyoruz, zira 100 yıldır batıda üretilen tüm değerler, Kapıkule’den geçince hep aksine bir içeriğe kavuşturuldu. Demokrasi, azınlığın uzlaşmaz hegemonyası veya veto yetkisi, hukukun üstünlüğü tek parti ve darbe fermanlarının tartışılmaz üstünlüğü, erkler ayrılığı, devlet ile milletin ayrılığı, milli egemenlik ise, “millete” egemen olma olarak anlaşıldı ve uygulandı. Batıda caz moda ise, bunu Türkiye’de felsefesinden koparıp seçkinciliğin sembollerine dönüştürmek de şaşırtıcı olmamalı.

Protestoyu başlatan sarışın(laşmış), üstündeki kıyafet Galeri Lafayette tadında, Nişantaşı lehçesiyle “Türkçe söylesene!” diye bağıran bir hanımefendi... Batı’da demokrasinin taşıyıcısı orta sınıflarda rastlanabilecek bir tip, ancak Türkiye’de laik, orta-üst sınıfa mensup, 100 yıllık ittihatçı eğitim sisteminin en steril uygulamasını içselleştirmiş, aynı sistemin en sağlam ekonomik ağında iyi yer tutmuş biri...

Faşizmin tarihi tipolojisi

Kürtlerin hak ve özgürlükleriyle ilgisi gittikçe zayıflayan ve bazı aktörlerin siyasal ayrıcalık ve statü mücadelesine dönüşen kirli savaşta şehit düşen 13 asker olayının ardından bu protestonun gerçekleşmesi sıradan bir olay değil. Sıradan vatandaşların “faşizan” bir tepkisi de değil.

Stanley Paine Faşizmin “A History of Fascism 1914-1945” (Faşizm Tarihi 1914-1945) adlı çalışmasında faşizmin tipolojisiyle ilgili olarak önemli noktalara değinmektedir.

Faşizm gercekte aydınlanma hareketinin doğrudan sonucu olan modern ve laik görüşlere dayanmaktadır.

Cehaletin yeni bir yönetici seçkinlerin devrimci kültür eğitimiyle ortadan kaldırılacağına inanılmaktadır.

Faşizm için en önemli göstergelerden biri yeni bir sivil din yaratma çabasıdır. Bu yeni din eski dinleri ikame etmeli, ulusu inanç ve sadakatle yoğrulmuş bir bütün haline getirmelidir.

Devlet modeli geleneksel yapıların dışında daha radikal ve laik bir sistemi esas alır. Bu sistem otoriterdir ve kural olarak da ulusalcı ve cumhuriyetçidir.

Duygusallığa hitap eden semboller, ritüeller ve duygu-yoğun marş kültürüyle kitlelerin mobilize edilmesi önemlidir.

Kadın ve gençlik ideolojinin vurucu unsuru olarak araçsallaştırılır.

Savaşa, şiddete ve ölüme kutsiyet atfedilir. Militarizmin sisteme egemen haldedir.

19. yüzyıl ulusçuluğunun 20. Yüzyıl başlarından itibaren demokrasiden ve liberal değerlerden uzaklaşmasıyla birlikte orta-üst sınıfların iktidar ve ayrıcalık kaybı korkusunun tipik ifadesi olan bu göstergelerin hangileri Cemil Topuzlu’daki Aynur protestocularına uymuyor?

Özgürlüğe karşı bir laiklik mi, orta-üst sınıfa mensubiyet, otoriter ulusalcı bir eğitimin, ölümün ve şiddetin yüceltilmesi, okullarda her sabah ölümcül sadakat yemininin ettirilmesi, sembollerin hakimiyeti, militarizm, lider kültü, kadın-erkek eşitliğinin 20. Yüzyıl başlarında olduğu gibi ideolojik misyonun bir parçası olarak algılanması ve devrim yasalarıyla okunmaya çalışılması, gençliğe ve onun “beden eğitimine” vurgu yapılması, laik metafiziğin bir ifadesi olan devrim yasaları ve değiştirilemezlik veya cahillerin seçkinler eliyle ve müfredatıyla eğitilmesi mi... Herhalde hepsi...

Neyse ki Türkiye’de geçtiğimiz 10 yılda ortaya çıkan siyasal, sosyal ve ekonomik dinamikler ve Anadolu’nun sağ duyusu, Ankara, İstanbul ve İzmir’in belirli bölgeleriyle sınırlı bu siyasal kültürün Türkiye’ye egemen olmasını şimdilik imkânsızlaştırıyor.

Şimdilik, çünkü 1930’larda kurulan ve yukarıdaki göstergelerin hem nedeni hem de sonucu olan sistemin, tüm kodları, kutsalları, değiştirilemezleri, bürokratik yapısıyla ayakta. Militarizmin kurumsal yapısında herhangi bir değişiklik olmadığı halde, yalnızca konjonktürel olarak geriletildiği gerçeği gün gibi ortada. Bu gerçek her defasında sivil aktörlere, hükümete ve kanaat önderlerine hatırlatılmalı.

Siyasal seçkinler neden sessiz?

Cevabını bulamadığımız soru ise, Kürt ulusalcı siyasal seçkinlerinin nerede durdukları, ölüm ve şiddetin siyasetin yegâne diline dönüştürülmesinin yaratacağı sonuçların tarihsel sorumluluğu hakkında herhangi bir fikre sahip olup olmadıkları.

Zira son bir buçuk yıldaki söylem ve makas değişikliğinin Anayasa değişikliklerinde, referandum sürecinde ve sonrasında hareketi getirdiği nokta ve sonuçları, siyasal olarak Aynur’u protesto eden sosyal sınıfı esaslı bir şekilde beslemekte, seğirmekte, karanlığın kendini toparlanmasına fırsat vermektedir. Tehlike çanları, bu sınıfın Anadolu’yla ortak bir dil üzerinden iletişime geçmesiyle çalmaya başlar.

Amaç bu değilse eğer, Yıldıray Oğur’un “Türkler Kürtleri öldürerek asimile edemedi, şimdi Kürtler Türkleri öldürerek mi çözüme ikna edecek?” sorusunun cevabını beklemek de Kürt sorununun çözümlenmesi, militarizmin ve vesayetin tasfiyesi, demokrasiye geçiş ve insan haklarının korunması konusunda yıllardır mücadele edenlerin, Türklerin, Kürtlerin ve bu topraklardan yaşayan tüm unsurların hakkı olsa gerek... Diğer bir hakkı da hükümetin seçim psikolojisinden uzaklaşmasını ve çözümün aktörü olarak gündeme egemen olmasını beklemek olmalı.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar