Yasemin ÇONGAR

* Yasemin Çongar’ın bu yazısı YA DA köşesinde değil, EX LIBRIS / DÜNYA BUNLARI OKUYORadlı köşede yayımlanmıştır.
***
Tılsımı, nereden geldiğini keşfedemediğimiz bir tanışıklık hissiyle tez bozulan karşılaşmalar sarsar bizi. Yeni olana duyduğumuz merak nasıl iç kamaştırıcıdır oysa; henüz dinlemediğimiz hikâyelerin bizi bir girdab gibi sarmalayarak içine çektiği o gölgeli tünelde kaybolmaya nasıl da hazırızdır. Ama ben, kaldığım yerden devam ettiğim hissini veren başlangıçları da severim. Bilinmeyenin cazibesine kapılarak kıyısına vardığımız her adada, bildiğimiz lezzetlerle kabarmış bir iştahın tatminini arıyoruz nihayet. Durulmak için dalgalanmak gibi bir şey bu; kokusunu hatırladığımız sıcak bir kucak var sanki, bizi sarmalasın istediğimiz sıkı bir kundak, gözü kapalı atladığımız her uçurumda içine dönmek istediğimiz karanlık bir rahim var. Bütün o heyecan bir eski huzur için... Ve gün geliyor, senin de aynı yerden kanadığını hiç konuşmadan bilen birine rastlıyorsun.
Hüzne haksızlık etmek pahasına
Kendinden daha ünlü olan, daha çok okunan, daha çok dile çevrilen kocasından daha iyi romanlar yazdığını, dermanı içine katlanmış bir muska gibi göğsünde taşıyan kadının denemelerini okuyorum şimdi: Living, Thinking, Looking (Yaşamak, Düşünmek, Bakmak). 1955 doğumlu Amerikalı yazar Siri Hustvedt, denemelerinin üç ayrı başlığı çağırdığını hissettiği için bu adı vermiş yeni kitabına. Hustvedt’in “yaşamayı,” yani kendi hayatını, çocukluğunu, ailesini, esrarına kapıldığı bedeniyle beynini, evcil ve yabani hallerini anlattığı denemelerle başlıyor kitap; oradan “düşünmeye,” yani hayallere, hayalleri mümkün kılan hatıralara, ve her ikisinden ortak bir hakikat yoğurmaya çalışan duygulara geçiyor; sonra nihayet “bakmaya” başlıyor, bakarken görmeyi, gördüklerini adlandırmayı, asılla sûret arasındaki ilişkiyi deşerek ötekiyle bakışmayı deniyor.
Gazetedeki masamda, iki toplantı arasına sıkıştığını kendime unutturarak bir an için sonsuz kılmaya çalıştığım bu azade zamanda, Hustvedt’in denemelerini anlatan bir deneme yazmayı denemenin cazip olduğu kadar fuzuli bir yanı da var, biliyorum. Yazının kudreti, biraz da yazarın çıplaklığıyla ilişkili bir şey zira. Kalabalığın içinde kendine “saygın” bir yer, “makbul” bir şekil, “güçlü” bir benlik,“övünülecek” bir öznellik yaratma sevdasından vazgeçebildiği ölçüde iyi yazıyor insan. Hustvedt’in,“felsefi bir duruş” olarak sımsıkı sarıldığını kitabın başında ilan ettiği birinci şahıs anlatımında ise sürekli bir soyunma gayreti var sanki; hep eksik kalan ama hiç vazgeçmediği bir çabayla, tenini, etini, yaralarını göstermek istiyor bize. Bu yarı çıplaklık hali, okurla yazar arasındaki ilişkinin gerilimini olduğu kadar hüznünü de belirliyor. Hustvedt’in “Yazarken kendimi zan altında bırakmak istiyorum” diyerek sergilemeye çalıştığı öznelliğini, şimdi benim “eldivenli” kelimelerimden takip etmenizi istemek her şeyden çok bu hüzne haksızlık belki. Yine de deneyeceğim.
Cevapların heyelanına kapılmadan
Sadece kendime sorduğum, ve belki bu yüzden, belki de muhtemel cevabından daha çok sevdiğim için cevaplayamadığım bir soru yıllardır zihnimde dönüp durur: “Yaşadıkça soruları mı çoğalır insanın, cevapları mı yoksa?” Aslında cevabı pek merak etmiyorum. Genel olarak cevapları, sorulardan daha az merak ediyorum galiba. Bana sağlam cevaplar veren kitapları, geride ısrarlı sorular bırakan kitaplardan daha çabuk unutuyorum.
Hustvedt’in denemeleri cevaplarla yüklü. Ama aynı zamanda, talepkâr ve tatminsiz soruların kadrini bilerek yazıyor. Sorarak, sorular etrafındaki terennümünü kesin cevaplarla kıvama getirmekten bir adım geri durarak yazıyor. Sorular malûm; Hustvedt “insan olmanın ne anlama geldiğine ilişkin sonsuz bir merak” diye tarif ediyor onların kaynağını ve birkaçını sıralıyor: “Nasıl görür, hatırlar, hisseder ve diğer insanlarla nasıl ilişki kurarız? Uyumanın, rüya görmenin, konuşmanın mânâsı nedir? Benlik kelimesini kullandığımızda neden bahsediyoruz?”Bütün çağların, kendine özgü klişelerle, kabullerle, halk inanışı ve dogmalarla bu soruları cevaplama iddiasında olduğunu hatırlatıyor sonra; “Yaşadığımız çağ da farklı değil” diye ekliyor, “esasen, cevapların içinde boğuluyoruz.”
Cevapların ortasından yüzerek geçme çabası olarak da okunabilir Living, Thinking, Looking. “Çözümlerin çokluğuna rağmen, kim olduğumuz ve bu hale nasıl geldiğimiz meselesinin sadece beşeriyet açısından değil bilimler açısından da hâlâ ucu açık sorular olduğunu hatırlamamız önemli” diyor Hustvedt; cevaplar denizine atlarken daha iyi bir cansimidi düşünemiyorum.
Buber ve arzu üzerine çeşitlemeler
“Arzu bir duygu gibi çıkar ortaya, bir kıvılcım ya da bedenin içindeki bir bomba gibi; ama her zaman bir şeyin açlığıdır o ve her zaman bizi başka bir yere, (gerçekte) eksik olan şeye doğru fırlatır.” Hustvedt, “yaşayan” denemelerinden birine böyle giriyor. Başlığı: “Arzu Üzerine Çeşitlemeler: Bir Fare, bir Köpek, Buber ve Bovary.” Az sonra söz, içinde ne bulmayı istediğimizi bilmeksizin bir şeyler aradığımız loş kuytularımızda gezinmeye başlayacak: “Arzu, hedeften yoksun da olabiliyor. Benim bazen, ne istediğimi merak ettiğim olmuştur. Nesnesini henüz adlandıramadığım müphem bir arzu kendini hissettirir – vücudumda bir huzursuzluk, muhtemelen açlık, muhtemelen belli belirsiz bir erotik iştah kımıltısı, muhtemelen yeniden yazma ihtiyacı ya da yeniden okuma ya da başka bir şey okuma ihtiyacıdır ama işte oradadır; içimdeki bir güç adını koyamadığım bir tatmine doğru iter beni.”
Orada olan nedir? Arzularımızın kaynağı nedir? Bu soruların, Amerikalı sinirbilimci Jaak Panksepp’in aklına “merak-mânâ” ilişkisini getirdiğini Hustvedt’ten öğrendim. Bütün memelilerde, Panksepp’in“arayış sistemi” adını verdiği nörolojik bir mekanizma var; farelerle insanlar aynı “içsel hevese”sahip ve bu hevesi kadim nörokimyasal etkileşimler belirliyor. “Bu kimyasal süreçler, yeryüzünde refakatçimiz olan yaratıkları, kendi dünyalarını gayet enerjik biçimde araştırıp keşfe çıkmaya, mevcut kaynakların peşine düşmeye ve çevrelerinin içinde barındırdığı ihtimalleri kavrama gayretine sevkeder. Bizi de dünyayla aktif bir ilişkiye sokan ve muhtelif şartlardan bir mânâ süzmeye yönelten dürtü aynı sistemdir.”
“Merak” velhasıl, “gelişmiş” hayvanların beyin devrelerinin ürünü; Panksepp bunu “hedefsiz bir dürtü” olarak tanımlıyor. Ama Hustvedt’in araya girmesiyle hatırlıyoruz ki, hedefsiz bir dürtüyle parçası olduğumuz işlerden ve ilişkilerden “mânâ süzme” çabamız insan beynine özgü daha karmaşık devreleri gerektiriyor. Arzunun merkezinde hep merak var; beyinsel faaliyetimiz meraktan mânâya doğru evrildiğinde ise arzumuzun nesnesinden uzaklaşmaya başlıyoruz. Panksepp de Hustvedt de böyle demiyor ama, “bir şeyi adlandırıp anlamlandırdığımız ölçüde daha az arzuluyoruz”bence.
Hustvedt’in Viyana doğumlu İsrailli filozof Martin Buber’e (1878-1965) reverans yaparak şöyle bir dokunduğu birbirine karşıt iki ilişki biçimi olarak “Ich-Du” (Ben-Sen) ve “Ich-Es” (Ben-O) üzerine biraz düşününce, Buber’in çocukluğunda bir atın başını okşarken hissettiği hazzın, bu hazzın farkına vardığı anda azalmaya başlamasını anlıyorsunuz. “Ben,” karşıdakini “Sen” olarak görmekten uzaklaşıp, “Sen”le ilişkisi üzerinde düşünmeye ve kendini, yani “Ben”i, “Sen”le ilişkisinin parçası olarak, üçüncü tekil şahıs gibi, yani “O” gibi görmeye başladığında, arzuların bereketli arazisinden de çıkmaya başlıyoruz sanırım.
Hustvedt’in deyişiyle, “öteki ile diyaloga dayanan bir hayattan, monologa ya da teemmüle (reflexion) dayanan bir hayata” çekilmek bu. Teemmülünüzün nesnesi, yani sadece bakmak, görmek, işitmek yerine üzerinde etraflıca düşünüp, benliğinizin aynasından yansıyan sûretinde içselleştirmeye başladığınız varlık, arzunuzun o bâkir nesnesi değil artık. Bunu ben söylüyorum. Ama arzudan ziyade ilişki üzerine kafa yoran Buber de, üzerinde etraflıca düşündüğümüz bir “öteki”nin, zihnimizde artık sadece “bizim bir parçamız olarak” varolmaya başladığını ve bu monologun,“öteki”nin gerçek bilgisine erişmeyi giderek imkânsızlaştırdığını yazıyor.
Buradan, arzunun ve aşkın geçiciliğini beynimizin kimyasına bağlayıp, dibinde ergeç vurgun yiyeceğimiz bir cevaplar denizinde kaybolmak ne kolay olurdu. Neyse ki, soruların saltanatı ve o saltanatın ebedi payitahtı olan edebiyat var.
Hakikatli bir iş olarak yazmak
Philip Kaufman’ın nedense iki yazarı da, klişelere uygun birer karikatüre dönüştürerek eksiltmeyi hem onlara hem okurlarına reva gördüğü Hemingway and Gellhorn filminde, Ernest Hemingway o meşhur sözünün yarım halini Martha Gellhorn’a söylediğinde, sözün hakikati de istihzası da eskimiş geliyor kulağa: “En iyi yazarlar yalancıdır.” Hustvedt’in “The Real Story” (Gerçek Hikâye) adlı denemesi, Hemingway’i hiç anmasa da bu söz etrafında dönüyor. Hatıratla kurgu, otobiyografiyle roman arasındaki ilişkiyi düşünürken, hafızanın kırılganlığı üzerinde duran Hustvedt, hatırlamanın“yaratıcı” bir faaliyet olduğunu anlatıyor: “Algı gibi hatıra da pasif bir geri çağırma eylemi değil, hayalgücünü devreye sokan aktif ve yaratıcı bir süreçtir. Hepimiz daima kendi geçmişlerimizi yeniden icat ediyoruz ama bunu kasten yapmıyoruz. Yanılgı, ne denli büyük olursa olsun, yalancılıkla aynı şey değildir. Yalan söylediğimizde bunu biliriz. Yalan söylemek bir tür çifte idrak halidir. İki ayrı ifade söz konusudur: Biri söylenen ya da yazılan, diğeri söylenmeyen, kayda geçmeyen ifade.”
Hustvedt, bir dönem yayın dünyasını çok meşgul eden “hatırat yalanları” tartışması vesilesiyle girmiş konuya ama ben asıl, onun sözü edebiyata getirmesini sevdim. En iyi yazarların “yalancı”olduğu iddiasına isyan ederek yapıyor bunu; en iyi romanların, son tahlilde, “yalan” söylemediğini biliyor çünkü. Edebiyatın uydurulmuş gerçeğinin okuru inandırmakla kalmayıp, dönüştürmeye de başladığı bir yer var ve o yere varmak biraz da yazarın çıplaklığıyla ilgili bir şey. Yazarın zırhı ne kadar kalın ve sertse, yazının sahiciliği de o kadar tül, o kadar buhar... Hustvedt ise şöyle anlatmış: “Roman yazarken yaptığım iş, bir hatırayı kazıp çıkarmaya çok benzer, varlığımda bir yerlerde gömülü duran ‘gerçek’ hikâyeyi bulmaya gayret ederim ve onu bulduğum zaman, sahici olduğu hissini verir bana. Ama yanlış olan pasajlar da yazdım ben; insanayalanmış duygusu veren pasajlar; ve böyle zamanlarda, onlardan vazgeçip yeniden başlamam gerekir. Kurguladığım hikâyenin gerçeğini, içimde kendi hatıralarımla bağlantılı olan duygusal hakikatle kıyaslayarak ölçerim ben. Romancıların ‘profesyonel yalancılar’ olduğu fikrine isyanım bu yüzden.”
Cesaretli bir iş olarak okumak
“İkra”yla bitirmek istiyorum; ilk emre dönerek, okuyarak. Hustvedt’in kitabını, kelimelerini benim için peşinen “tanıdık” kılan, bana onun zihnindeki oyunlara herhangi bir yerinden dahil olabilecekmişim inancı veren tuhaf bir kardeşlik duygusuyla, sanki aynı tohumdan döllenip aynı rahimden çıkmışız, aynı yerlerden kanayarak büyümüşüz hissine kapılarak okudum. “On Reading”(Okumak Üzerine) adlı deneme ise, sanırım, bir yandan bu hissi pekiştirirken bir yandan da ona meydan okuduğu için etkiledi beni. Yazıda huzurun tehlikeli bir şey olduğunu hatırladım.
“Okumak,” diyor Hustvedt, “tercüme halindeki algıdır. Bir alfabenin hareketsiz işaretleri zihinde yaşayan anlamlara dönüşür.” Başka bir yerde devam ediyor: “Okurken, içimden konuşma kabiliyetimi kullanırım. O an, kafamdaki sese dönüşen yazarın kelimelerini kendimin kılarım. Bu yeni ses, okudukça kavradığım ve benimsediğim kendi ritimlerine, duraklarına sahiptir. Metin hem içimde hem dışımdadır benim.” Sonra başka bir yerde, yazarla okur arasında mesafeli bir “Ich-Du” (Sen-Ben) ilişkisinin zorluğunu düşündüren bir fikir ekliyor: “Öznelerarası bir iştir okumak—yazar orada yoktur ama kelimeleri benim iç diyalogumun parçası olmuştur.” Ve nihayet, sadece yazmanın değil, okumanın da illâki “yeni, huzursuz ve cesaret gerektiren” bir iş olduğunu benim gibi size de hatırlatmasını dilediğim şu cümleler kalıyor geriye: “Kitaba açık olmak hayatî önemdedir. Ve açık olmak, en basit haliyle, okuduğumuz şey vasıtasıyla değişmeye gönüllü olmaktır… Kitaplar, yazarın kelimeleri ve sayfada bıraktığı boşluklar ile onları, gerçekliğin kendinde cisimleşmiş haliyle iyi-kötü yeniden icat eden okurları arasında yapılır. Daha çok okudukça, daha çok değişirim… Çoğu yıllardır ölü olan ötekilerin sesleri yerleşir içime. Ölüler konuşur, bağırarak ve fısıldayarak, şiirlerinin ve nesirlerinin müziğiyle konuşurlar. Kitapları, resimler ve kelimelerle hatırlarız ama onlar aynı zamanda bilinçaltımızın tuhaf, değişken odalarında yaşar giderler.”
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Kiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında…
5.12.2013 - Müminlerle âlimlerin demokratlığı ve matematikten boşanan fizik
24.09.2013 - Erdoğan'ın yeni danışmanı, şaka değil
27.07.2013 - Abdellatif Kechiche: Hiçbir devrim, cinsel bir devrim olmadıkça tamamlanmaz
29.05.2013 - Sıradan bir 'tanrı'nın olağanüstü kitabı: Son Oyun
1.04.2013 - Duvarlarınıza fazla güvenmeyin
8.12.2012 - Makinenin hakikati, insanın zehri
1.12.2012 - Ben bu işi hepinizden daha iyi yaparım
17.11.2012 - Birinci hazin şahıs ve komşu çocukları
10.11.2012 - Ölümün içinden hayatı doğurarak...
3.11.2012
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
















































































































Ad Soyad Giriniz...
Meseleyi kasmaya gerek yok. Ben size cok basit bir soru sorayim. Bugun Turkiye sizin de desteginizle milli sefli bir polis devletine donusuyor. Amerika da bu surece destek oluyor gibi bir goruntu var. Bana soyleyin simdi: sosyalistinin bile destekledigi bir diktatorluge Amerika ne yapabilir? Gelip size mudahale mi etsin? Yer dar, ama sizin kafalar daha dar, o yuzden bir ornekle bitireyim: Kaddafinin makatina sungu sokan ozbeoz Libyalilarin isledigi sucun binde biri kadar degildir Batinin sucu!