Halil BERKTAY
[1-2.6.2019] Oral Çalışlar yazmış (“Yargı reformu ve icraat,” Posta ve oradan naklen Serbestiyet, 31 Mayıs). Evet, bundan beş ay kadar önce Adalet Bakanı Abdülhamit Gül beni de aramıştı. Aynen, Bakanlığın Strateji Geliştirme Başkanlığı’nda görevli üç hâkimin ziyaretime geleceğini söylemişti. Kabul etmiş; buyursunlar, sevinirim demiştim.
Geldiler de. Hatırımda kaldığı kadarıyla, Sarıyer Hâkimler Evi’nde belki iki saat konuştuk. Gene hafızam beni yanıltmıyorsa, kendimce önemli gördüğüm üç nokta üzerinde durdum. (1) Siyasetin hukuk ve adalet alanına bir dizi idarî müdahalesini eleştirdim.Can Dündar’ın tutuksuz yargılanmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı, gene AYM’nin başka sanıkların tahliyesi doğrultusundaki kararları,1128’ler dilekçesi, Büyükada insan hakları aktivistleri, Rahip Bronson, son olarak da Osman Kavala gibi olaylarda, iktidarın tepesindeki kişiler hemen ve sürekli konuştu. Hukuk dışı beyanlarda bulunuldu. Kâh AYM’yi tanımamaktan dem vuruldu. Kâh (mealen) biz her şeyi biliyoruz, bütün ilişkileri ortaya çıkıyor, neler neler var göreceksiniz gibi, gaipten haber vermeyi andıran meşum ifadeler kullanıldı. Kâh rektörler, polis, savcılar, mahkemeler doğrudan göreve çağrıldı. Açıkçası, yargıya dışarıdan talimat verilmiş oldu. Üstelik bu, son derece çıplak ve alenî bir biçimde gerçekleştirildi.
Hükümet medyası da derhal harekete geçti ve sanık hakları diye bir kavramdan habersizmişçesine, ya da muhalif görüşler söz konusu olduğu için bu kavramın kasten üzerinde tepinircesine, aynı doğrultuda ateşe başladı. Bu yolla bir yığın yargısız infaz gerçekleştirildi. Nitekim hep daha sonra ve bu tür dezenformasyon kampanyalarının kararttığı ortamlardadır ki, soruşturmalar açıldı, polis baskınları yapıldı, insanlar gözaltına alındı veya tutuklandı, aylar sonra da iddianameler hazırlandı. Öte yandan birçoğu bu aşamaya gelinmeden çöktü. Lâkin politikacıların dillendirip medyanın ballandırdığı asılsız iddialar için kimse özür dilemedi. Herhangi bir düzeltme sorumluluğunu, ahlâken ve vicdanen hissetmedi. Öte yandan, âdil ve tarafsız bir yargılama için gerekli koşulları baştan zedeleyen, hattâ yokeden bu tür uygulamalara Adalet Bakanlığı hiç karşı çıkmadı. Sesini yükseltmedi. Bırakalım, hükümetin önde gelenlerini; medyanın mütecaviz yayınlarına dahi hiçbir şekilde set çekmedi, dur demedi.
(2) Ardından, yukarıda örneklerini verdiğim dâvâların içeriğine de biraz girdim.Hemen hepsinde, dedim, kanunlarda yeri olmayan yepyeni suç icatları söz konusu. İktidarın hoşlanmadığı tavır, söz, yazı, dilekçe, faaliyet ve davranışlar, kestirmeden kriminalize ediliyor; fikir mücadelesi yerine, hukuka havale edilip yargı yoluyla cezalandırılmak isteniyor. En başta da, her türlü itirazla birlikte, dış dünya ile ilişkiler geliyor. Uluslararası STK’lar ve özellikle insan hakları örgütleriyle bağlantı, âdetâ ihanet addediliyor. Bu tür hak arayışları (içeriklerine katılalım katılmayalım), bir vakitler Doğu Avrupa’daki tek parti rejimlerini silkeleyen (Kadife Devrim, Gül Devrimi ve benzeri) halk hareketlerine dönüşebilirmiş gibi bir korku ve endişeyle karşılanıp, ânında ezilmeye, henüz yeni filizlenirken koparılıp atılmaya çalışılıyor. Bu da siyasetin hukuk alanına tecavüzünün bir başka türünü gündeme getiriyor. Bir zamanlar, Deniz Baykal’ın CHP’si gibi vesayet güçleri, her siyasî reform ve demokratikleşme girişimini AYM’ye taşıyıp hukuk yoluyla önlemeye çalışırdı. Şimdi AK Parti iktidarı, neredeyse her muhalif görüş ve davranışı ceza yargısı yoluyla bastırma ve susturmaya yöneliyor.
Bunun çok tipik bir örneği, “Barış İçin Akademisyenler” dilekçesinin ya da 1128’lerin başına gelenler. Defalarca söyledim ve yazdım: kendi siyasî görüş ve değerlendirmelerim itibariyle, bu metnin içeriğine toptan karşıyım. Özetle şunu diyorlardı: Devlet durup dururken Kürt bölgesindeki il ve ilçe merkezlerine saldırmıştır ve bunun bedelini halk ödemektedir. Neredeyse adı konmamış bir soykırım söz konusudur (tam o günlerde İstanbul’da yapılan bir Ermeni soykırımı konferansında, kulislerde 1915’te Ermenilere yapılanların şimdi aynen Kürtlere yapılmakta olduğunu yarım yamalak mırıldananlara dahi rastladım). Bütün Türkiye ve dünya bu durumu bilmeli; devletin (tek yanlı? keyfî?) saldırısını önlemek için bir şeyler yapmalıdır.
Gerçekle hemen hiçbir ilişkisi yoktu bu söylenenlerin. Tamamen tek yanlı bir çarpıtmaydı. PKK, bir kere açılım ve çözüm sürecinin kendisine kazandırdıkları sayesinde güçlenmiş ve aşırı bir özgüven kazanmıştı. Üzerine, bir de Suriye’deki gelişmelerden heveslenip, “Türkiyeli çözüm” konseptini terketmiş ve 2015 başlarında “yeni bir devrimci halk savaşı” stratejisini benimsemişti. Bunu da legal basınlarında, bilinen müstear isimleriyle yazan liderleri, komutanları üzerinden ilân etmişlerdi. Ardından, DTP’nin devşirdiği küçük gruplara “özerklik” deklarasyonları okutmuşlardı. Bu çerçevede, 2015 yazı ve sonbaharında güneydoğunun kendi egemenlik alanları olarak gördükleri çeşitli ilçe merkezlerinde “hendek ve barikat savaşları” başlattılar. Bu yolla, silâhlı mücadeleyi o âna kadar hiç yapmadıkları gibi, çok yoğun sivil yerleşim bölgelerine taşıdılar. Bunu da, devletin giriştiği herhangi bir saldırıya karşı değil, ortada henüz hiçbir hükümet ve TSK müdahalesi yokken yaptılar. Doğrudan doğruya “kurtarılmış bölgeler” yaratıp gövde gösterisinde bulunmaya kalkıştılar.
Dahası, özellikle altını çiziyorum, savaşa böbürlene böbürlene gittiler. O aşamada yazılan pek çok şeyi okudum, izledim, kopyalayıp sakladım. Avrupa basınından, kendilerine yakın gördükleri gazetecileri, çarpışmalar başlamadan önce hedef seçtikleri ilçe ve mahallelerde iftiharla gezdirdiler. Hazırlıklarını, yığınaklarını, kurdukları yerel milis birliklerini, çatılarda tesis ettikleri alarm sistemini, edindikleri yeni silâhları, keskin nişancılarını, makinalıları ve roketatarlarını bilhassa sergilediler. Fotoğraflara poz verdiler. Söz konusu gazeteciler de (mealen) “bu örgüt, bu halk yenilmez” kabilinden yazılar kaleme aldı. Ortalık “barikatların ardında yükselen yeni, komünal yaşam” övgülerinden geçilmez oldu. İsteyen, o yılın ve ayların bütün PKK basınına da, keza bütün Le Monde ve Le Monde Diplomatique’lerine de tek tek bakabilir. Devlet ise ancak bundan sonra devreye girdi ve her köşesine tüneller kazılmış, bubi tuzakları döşenmiş alanları adım adım ele geçirmeye koyuldu. Geçmişteki Tansu Çiller - Doğan Güreş “kirli savaş”ının hatâlarını da tekrarlamadı. Sivil halka saldırmadı. Daracık yerlerde zayiat olduysa oldu. Ama uzaktan yakından soykırımı andıran bir şey cereyan etmedi. Kürtler belki ilk defa sırf PKK yüzünden bu kadar sefil ve perişan oldu. Evlerini, yaşam alanlarını, onları hâlâ “canlı kalkan” olarak tutup kullanmaya çalışan “örgüt”e homurdana homurdana terkettiler. Şimdi, bunlar doğru mu, değil mi? Süreçler böyle yaşandı mı, yaşanmadı mı? Buyurun, konuşalım. Ben varım diyen herkesle, kamuoyu önünde, yüzyüze, ekranda veya yazılı basında, olgular bazında tartışmaya hazırım.
Peki öyleyse, nereden kaynaklandı bin küsur öğretim elemanının böyle bir bildiriye imza atması? Bir kısmı bu girişime yanlış, geri, ilkel, çoktan miadını doldurmuş bir solculuk anlayışı yüzünden hevesle sarıldı. (a) Her durumda mutlaka devleti sorumlu tutmak işlerine işlemişti. Buna karşılık (b) Kürtler “ezilen bir halk” diye, onları temsil ettiğini iddia eden bir örgütün her yaptığını mazur görmeye razıydılar. Hattâ belki (c) biraz da “devrimci şiddet” veya “silâhlı mücadele” hayranlığı taşıyorlardı. Bir kısmı, muhtemelen çoğunluğu ise, neye imza attığını bile doğru dürüst okuyup düşünmeden, vuzuhsuz bir duygusallığın beslediği mahalle baskılarıyla sürüklendi. Fazla ince eleyip sık dokumadan, kendilerine ne flu ifadelerle ne var canım, işte “barış yanlısı” ve “iktidar karşıtı” basit bir bildiri diye tanıtılan bir metnin altına, bölümündeki arkadaşlarından kopmamak uğruna isimlerinin eklenmesinde beis görmediler. Böylece kâh mutlakçı, kutuplaşmacı, uzlaşmasız, dolayısıyla sorumsuz (çünkü bir bütün olarak demokrasinin sorumluluğunu taşımayan) bir siyaset anlayışının, kâh naiflik ve siyasetsizliklerinin (siyasetten anlamamasının) kurbanı oldu.
Bunu da, üç dört yıl önce de her kelimesiyle tartışmaya hazırdım, şimdi de baştan ve yeniden tartışmaya hazırım. Daha doğrusu, zihnen gene hazırım da, böyle bir tartışmanın maddî ve âdil koşulları kalmadı maalesef. Çünkü devlet ve iktidar eliyle yokedildi. Eleştirilmesi ve çürütülmesi çok zor olmayacak, geniş kitlelerin tasvip etmesi olanaksız bir akıl-fikir zaafı söz konusuydu. Ama kendilerini, çoğulculuğun olmazsa olmazı olan “ara zemin”de konumlandıran ılımlı, tutarlı, barışçı demokratlar bu tartışmaya hiç giremedi. Aman… demeye kalmadı; iktidar kükreyiverdi. Daha önce de belirttiğim gibi, rektörleri, polisi, savcıları… özetle bütün idare ve yargı bürokrasisini “göreve” çağırdı. Hedef gösterdi. Suçludurlar ve cezalarını çekmelidirler diye kanaat empoze etti. Fikrin ve siyasetin (neden PKK’yı değil de sadece devleti suçladıklarının) hesabını hukuk yoluyla sormaya girişti. Böylece tartışma başlamadan bitti. Taraflardan birinin (imzacıların) neyi, niçin dediklerini anlatma olanakları ellerinden alındı. Bir daha da oradan dönmek mümkün olmadı.
Bu genişletilmiş açıklamalardan, bundan beş ay kadar önce üç hâkimden oluşan Adalet Bakanlığı heyetiyle görüşmemde söylediklerime dönüyorum. (3) Bütün bu olumsuzluklarda siyasetin payı var da, yargının hiç mi kendi sorumluluğu yok? Hukuk fakültelerimizin gerçek durumu nedir? Genç hâkim ve savcı adaylarımız dünyadan haberdar ve çağdaş, evrensel hukuk normlarına vakıf mı? Yoksa sömestir başına en fazla beş, bilemediniz altı ders alacaklarına, sömestir başına sekiz dokuz ders, yani yılda en az 15, dört yılda 65-70 ders aldırıp her birinde kuru kuruya mevzuat ezberleterek mi yetiştiriyoruz onları? YÖK’ün dahi vazgeçebileceklerini bu sefer barolar mı zorunlu kılıyor, avukatlığa kabul etmek için? Birinci sınıftan itibaren Anayasa Hukuku, Medeni Hukuk, Ceza Hukuku, Devletler Genel Hukuku, Devletler Özel Hukuku, Borçlar Hukuku, Ticaret Hukuku, Deniz Ticaret Hukuku vb ciltlerinin birbirini izlemesi, dönem sonunda sınavına girilmesi ve sonra bir kenara atılmasıyla geçen öğrenci yaşamlarının… neresinde kalıyor, tarihî ve felsefî kökleriyle temellendirilip derinlemesine içselleştirilmiş bir adalet hissi ve ihtiyacı? Belki şunu da sorabiliriz: kanun maddelerinin ötesine geçen bir hukuk kültürü var mı, ya da varsa nasıl bir hukuk kültürü var bu ülkenin? Devlet odaklı mı, insan odaklı mı? Hukuk öğreniminden türeyen yargıçlık, savcılık ve avukatlık mesleklerimiz, neden bu kadar içe dönük, dünyadan kopuk, ufuksuz, tamamen iç piyasayla ve kendi küçük âlemimizle sınırlı?
Şimdi burada biraz genişletmiş, ayrıntılandırmış olabilirim. Ama bunları demiştim aşağı yukarı.
Üç hakim dikkatle dinlemiş; biri elle, diğeri bilgisayarda sürekli not tutmuştu. Söylediklerim kayıtlarında neredeyse kelimesi kelimesine mevcut olmalı.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024