Halil BERKTAY
[1-2.6.2019] Oral Çalışlar yazmış (“Yargı reformu ve icraat,” Posta ve oradan naklen Serbestiyet, 31 Mayıs). Evet, bundan beş ay kadar önce Adalet Bakanı Abdülhamit Gül beni de aramıştı. Aynen, Bakanlığın Strateji Geliştirme Başkanlığı’nda görevli üç hâkimin ziyaretime geleceğini söylemişti. Kabul etmiş; buyursunlar, sevinirim demiştim.
Geldiler de. Hatırımda kaldığı kadarıyla, Sarıyer Hâkimler Evi’nde belki iki saat konuştuk. Gene hafızam beni yanıltmıyorsa, kendimce önemli gördüğüm üç nokta üzerinde durdum. (1) Siyasetin hukuk ve adalet alanına bir dizi idarî müdahalesini eleştirdim.Can Dündar’ın tutuksuz yargılanmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı, gene AYM’nin başka sanıkların tahliyesi doğrultusundaki kararları,1128’ler dilekçesi, Büyükada insan hakları aktivistleri, Rahip Bronson, son olarak da Osman Kavala gibi olaylarda, iktidarın tepesindeki kişiler hemen ve sürekli konuştu. Hukuk dışı beyanlarda bulunuldu. Kâh AYM’yi tanımamaktan dem vuruldu. Kâh (mealen) biz her şeyi biliyoruz, bütün ilişkileri ortaya çıkıyor, neler neler var göreceksiniz gibi, gaipten haber vermeyi andıran meşum ifadeler kullanıldı. Kâh rektörler, polis, savcılar, mahkemeler doğrudan göreve çağrıldı. Açıkçası, yargıya dışarıdan talimat verilmiş oldu. Üstelik bu, son derece çıplak ve alenî bir biçimde gerçekleştirildi.
Hükümet medyası da derhal harekete geçti ve sanık hakları diye bir kavramdan habersizmişçesine, ya da muhalif görüşler söz konusu olduğu için bu kavramın kasten üzerinde tepinircesine, aynı doğrultuda ateşe başladı. Bu yolla bir yığın yargısız infaz gerçekleştirildi. Nitekim hep daha sonra ve bu tür dezenformasyon kampanyalarının kararttığı ortamlardadır ki, soruşturmalar açıldı, polis baskınları yapıldı, insanlar gözaltına alındı veya tutuklandı, aylar sonra da iddianameler hazırlandı. Öte yandan birçoğu bu aşamaya gelinmeden çöktü. Lâkin politikacıların dillendirip medyanın ballandırdığı asılsız iddialar için kimse özür dilemedi. Herhangi bir düzeltme sorumluluğunu, ahlâken ve vicdanen hissetmedi. Öte yandan, âdil ve tarafsız bir yargılama için gerekli koşulları baştan zedeleyen, hattâ yokeden bu tür uygulamalara Adalet Bakanlığı hiç karşı çıkmadı. Sesini yükseltmedi. Bırakalım, hükümetin önde gelenlerini; medyanın mütecaviz yayınlarına dahi hiçbir şekilde set çekmedi, dur demedi.
(2) Ardından, yukarıda örneklerini verdiğim dâvâların içeriğine de biraz girdim.Hemen hepsinde, dedim, kanunlarda yeri olmayan yepyeni suç icatları söz konusu. İktidarın hoşlanmadığı tavır, söz, yazı, dilekçe, faaliyet ve davranışlar, kestirmeden kriminalize ediliyor; fikir mücadelesi yerine, hukuka havale edilip yargı yoluyla cezalandırılmak isteniyor. En başta da, her türlü itirazla birlikte, dış dünya ile ilişkiler geliyor. Uluslararası STK’lar ve özellikle insan hakları örgütleriyle bağlantı, âdetâ ihanet addediliyor. Bu tür hak arayışları (içeriklerine katılalım katılmayalım), bir vakitler Doğu Avrupa’daki tek parti rejimlerini silkeleyen (Kadife Devrim, Gül Devrimi ve benzeri) halk hareketlerine dönüşebilirmiş gibi bir korku ve endişeyle karşılanıp, ânında ezilmeye, henüz yeni filizlenirken koparılıp atılmaya çalışılıyor. Bu da siyasetin hukuk alanına tecavüzünün bir başka türünü gündeme getiriyor. Bir zamanlar, Deniz Baykal’ın CHP’si gibi vesayet güçleri, her siyasî reform ve demokratikleşme girişimini AYM’ye taşıyıp hukuk yoluyla önlemeye çalışırdı. Şimdi AK Parti iktidarı, neredeyse her muhalif görüş ve davranışı ceza yargısı yoluyla bastırma ve susturmaya yöneliyor.
Bunun çok tipik bir örneği, “Barış İçin Akademisyenler” dilekçesinin ya da 1128’lerin başına gelenler. Defalarca söyledim ve yazdım: kendi siyasî görüş ve değerlendirmelerim itibariyle, bu metnin içeriğine toptan karşıyım. Özetle şunu diyorlardı: Devlet durup dururken Kürt bölgesindeki il ve ilçe merkezlerine saldırmıştır ve bunun bedelini halk ödemektedir. Neredeyse adı konmamış bir soykırım söz konusudur (tam o günlerde İstanbul’da yapılan bir Ermeni soykırımı konferansında, kulislerde 1915’te Ermenilere yapılanların şimdi aynen Kürtlere yapılmakta olduğunu yarım yamalak mırıldananlara dahi rastladım). Bütün Türkiye ve dünya bu durumu bilmeli; devletin (tek yanlı? keyfî?) saldırısını önlemek için bir şeyler yapmalıdır.
Gerçekle hemen hiçbir ilişkisi yoktu bu söylenenlerin. Tamamen tek yanlı bir çarpıtmaydı. PKK, bir kere açılım ve çözüm sürecinin kendisine kazandırdıkları sayesinde güçlenmiş ve aşırı bir özgüven kazanmıştı. Üzerine, bir de Suriye’deki gelişmelerden heveslenip, “Türkiyeli çözüm” konseptini terketmiş ve 2015 başlarında “yeni bir devrimci halk savaşı” stratejisini benimsemişti. Bunu da legal basınlarında, bilinen müstear isimleriyle yazan liderleri, komutanları üzerinden ilân etmişlerdi. Ardından, DTP’nin devşirdiği küçük gruplara “özerklik” deklarasyonları okutmuşlardı. Bu çerçevede, 2015 yazı ve sonbaharında güneydoğunun kendi egemenlik alanları olarak gördükleri çeşitli ilçe merkezlerinde “hendek ve barikat savaşları” başlattılar. Bu yolla, silâhlı mücadeleyi o âna kadar hiç yapmadıkları gibi, çok yoğun sivil yerleşim bölgelerine taşıdılar. Bunu da, devletin giriştiği herhangi bir saldırıya karşı değil, ortada henüz hiçbir hükümet ve TSK müdahalesi yokken yaptılar. Doğrudan doğruya “kurtarılmış bölgeler” yaratıp gövde gösterisinde bulunmaya kalkıştılar.
Dahası, özellikle altını çiziyorum, savaşa böbürlene böbürlene gittiler. O aşamada yazılan pek çok şeyi okudum, izledim, kopyalayıp sakladım. Avrupa basınından, kendilerine yakın gördükleri gazetecileri, çarpışmalar başlamadan önce hedef seçtikleri ilçe ve mahallelerde iftiharla gezdirdiler. Hazırlıklarını, yığınaklarını, kurdukları yerel milis birliklerini, çatılarda tesis ettikleri alarm sistemini, edindikleri yeni silâhları, keskin nişancılarını, makinalıları ve roketatarlarını bilhassa sergilediler. Fotoğraflara poz verdiler. Söz konusu gazeteciler de (mealen) “bu örgüt, bu halk yenilmez” kabilinden yazılar kaleme aldı. Ortalık “barikatların ardında yükselen yeni, komünal yaşam” övgülerinden geçilmez oldu. İsteyen, o yılın ve ayların bütün PKK basınına da, keza bütün Le Monde ve Le Monde Diplomatique’lerine de tek tek bakabilir. Devlet ise ancak bundan sonra devreye girdi ve her köşesine tüneller kazılmış, bubi tuzakları döşenmiş alanları adım adım ele geçirmeye koyuldu. Geçmişteki Tansu Çiller - Doğan Güreş “kirli savaş”ının hatâlarını da tekrarlamadı. Sivil halka saldırmadı. Daracık yerlerde zayiat olduysa oldu. Ama uzaktan yakından soykırımı andıran bir şey cereyan etmedi. Kürtler belki ilk defa sırf PKK yüzünden bu kadar sefil ve perişan oldu. Evlerini, yaşam alanlarını, onları hâlâ “canlı kalkan” olarak tutup kullanmaya çalışan “örgüt”e homurdana homurdana terkettiler. Şimdi, bunlar doğru mu, değil mi? Süreçler böyle yaşandı mı, yaşanmadı mı? Buyurun, konuşalım. Ben varım diyen herkesle, kamuoyu önünde, yüzyüze, ekranda veya yazılı basında, olgular bazında tartışmaya hazırım.
Peki öyleyse, nereden kaynaklandı bin küsur öğretim elemanının böyle bir bildiriye imza atması? Bir kısmı bu girişime yanlış, geri, ilkel, çoktan miadını doldurmuş bir solculuk anlayışı yüzünden hevesle sarıldı. (a) Her durumda mutlaka devleti sorumlu tutmak işlerine işlemişti. Buna karşılık (b) Kürtler “ezilen bir halk” diye, onları temsil ettiğini iddia eden bir örgütün her yaptığını mazur görmeye razıydılar. Hattâ belki (c) biraz da “devrimci şiddet” veya “silâhlı mücadele” hayranlığı taşıyorlardı. Bir kısmı, muhtemelen çoğunluğu ise, neye imza attığını bile doğru dürüst okuyup düşünmeden, vuzuhsuz bir duygusallığın beslediği mahalle baskılarıyla sürüklendi. Fazla ince eleyip sık dokumadan, kendilerine ne flu ifadelerle ne var canım, işte “barış yanlısı” ve “iktidar karşıtı” basit bir bildiri diye tanıtılan bir metnin altına, bölümündeki arkadaşlarından kopmamak uğruna isimlerinin eklenmesinde beis görmediler. Böylece kâh mutlakçı, kutuplaşmacı, uzlaşmasız, dolayısıyla sorumsuz (çünkü bir bütün olarak demokrasinin sorumluluğunu taşımayan) bir siyaset anlayışının, kâh naiflik ve siyasetsizliklerinin (siyasetten anlamamasının) kurbanı oldu.
Bunu da, üç dört yıl önce de her kelimesiyle tartışmaya hazırdım, şimdi de baştan ve yeniden tartışmaya hazırım. Daha doğrusu, zihnen gene hazırım da, böyle bir tartışmanın maddî ve âdil koşulları kalmadı maalesef. Çünkü devlet ve iktidar eliyle yokedildi. Eleştirilmesi ve çürütülmesi çok zor olmayacak, geniş kitlelerin tasvip etmesi olanaksız bir akıl-fikir zaafı söz konusuydu. Ama kendilerini, çoğulculuğun olmazsa olmazı olan “ara zemin”de konumlandıran ılımlı, tutarlı, barışçı demokratlar bu tartışmaya hiç giremedi. Aman… demeye kalmadı; iktidar kükreyiverdi. Daha önce de belirttiğim gibi, rektörleri, polisi, savcıları… özetle bütün idare ve yargı bürokrasisini “göreve” çağırdı. Hedef gösterdi. Suçludurlar ve cezalarını çekmelidirler diye kanaat empoze etti. Fikrin ve siyasetin (neden PKK’yı değil de sadece devleti suçladıklarının) hesabını hukuk yoluyla sormaya girişti. Böylece tartışma başlamadan bitti. Taraflardan birinin (imzacıların) neyi, niçin dediklerini anlatma olanakları ellerinden alındı. Bir daha da oradan dönmek mümkün olmadı.
Bu genişletilmiş açıklamalardan, bundan beş ay kadar önce üç hâkimden oluşan Adalet Bakanlığı heyetiyle görüşmemde söylediklerime dönüyorum. (3) Bütün bu olumsuzluklarda siyasetin payı var da, yargının hiç mi kendi sorumluluğu yok? Hukuk fakültelerimizin gerçek durumu nedir? Genç hâkim ve savcı adaylarımız dünyadan haberdar ve çağdaş, evrensel hukuk normlarına vakıf mı? Yoksa sömestir başına en fazla beş, bilemediniz altı ders alacaklarına, sömestir başına sekiz dokuz ders, yani yılda en az 15, dört yılda 65-70 ders aldırıp her birinde kuru kuruya mevzuat ezberleterek mi yetiştiriyoruz onları? YÖK’ün dahi vazgeçebileceklerini bu sefer barolar mı zorunlu kılıyor, avukatlığa kabul etmek için? Birinci sınıftan itibaren Anayasa Hukuku, Medeni Hukuk, Ceza Hukuku, Devletler Genel Hukuku, Devletler Özel Hukuku, Borçlar Hukuku, Ticaret Hukuku, Deniz Ticaret Hukuku vb ciltlerinin birbirini izlemesi, dönem sonunda sınavına girilmesi ve sonra bir kenara atılmasıyla geçen öğrenci yaşamlarının… neresinde kalıyor, tarihî ve felsefî kökleriyle temellendirilip derinlemesine içselleştirilmiş bir adalet hissi ve ihtiyacı? Belki şunu da sorabiliriz: kanun maddelerinin ötesine geçen bir hukuk kültürü var mı, ya da varsa nasıl bir hukuk kültürü var bu ülkenin? Devlet odaklı mı, insan odaklı mı? Hukuk öğreniminden türeyen yargıçlık, savcılık ve avukatlık mesleklerimiz, neden bu kadar içe dönük, dünyadan kopuk, ufuksuz, tamamen iç piyasayla ve kendi küçük âlemimizle sınırlı?
Şimdi burada biraz genişletmiş, ayrıntılandırmış olabilirim. Ama bunları demiştim aşağı yukarı.
Üç hakim dikkatle dinlemiş; biri elle, diğeri bilgisayarda sürekli not tutmuştu. Söylediklerim kayıtlarında neredeyse kelimesi kelimesine mevcut olmalı.
Yazarlar
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSarkozy hapiste 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkumuş hainler ülkeden kaçıyor! 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENVe casusluk hikâyesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMuhalefetin gerçeklikle bağı koparsa… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTGöbeklitepe… Urfa İzlenimleri – 2 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon yerli ve demokratik çözümün yol haritasını hazırlamalı 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Türk soylu yabancı” mı, “herkes Türktür mü (vatandaş?) daha doğru? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDem Parti’ye çullanmanın hafifliği 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNMadencilik yasasının gölgesinde hasat: Çatalağaç zeytin taşınamaz 21.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERFransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuksuz Türkiye inadı ve af… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIREkonominin düzelmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞTrump’ın meşruiyeti var mı ki! 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Bora“Çetin Ceviz Çıkan Ankara Ahalisi” 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÇifte hukukta son perde: Ünsal Ban nasıl kaçtı? 16.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENSadece DEM mi, ya CHP'nin ettikleri? 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRDEMOKRATİK TOPLUM VE "YILIŞIK" FOTOĞRAF 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları



















































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024