Atilla YAYLA

Atilla YAYLA
Atilla YAYLA
Tüm Yazıları
Gezi’ye saplanan merdiven
28.05.2015
2677

 Gezi olaylarının ikinci yılı doldu. Doğal olarak, araya zaman girdikçe heyecanlar tavsıyor, iddialar pörsüyor, olup bitenler parça parça unutuluyor. Ne günlerdi ama! Gezi olaylarında aktif biçimde yer alanlar ve onlara sempati duyan bazıları, Gezi'yle birlikte mevcut dünyanın yıkılmakta, yeni bir dünyanın kurulmakta olduğuna iman etmişti. En azından böyle olmasını ummuştu. O günlerde bu beklentilerin hepsinin boş olduğunu, hayatın ve siyasetin eskisi gibi akmaya ve yaşanmaya devam edeceğini söylemiştim. 


Gezi olaylarına katılanlar ve destek verenler, tüm düşüncelerini ve davranışlarını, hükümetin topluma/halka bir dayatmada bulunduğu iddiasına dayandırmıştı. Onlara göre, seçilmiş kamu otoritesinin, Gezi Parkı'nda, “halkın” itiraz etmesine rağmen, Topçu Kışlası'nı yeniden yaptırmak istemesi bir dayatmaydı. Gezi olayları, özü itibariyle, bu dayatmaya bir isyandı, direnişti. 
Geriye dönüp baktığımızda, hükümetin Gezi krizini iyi idare edemediği açıkça görülüyor. Kötü kriz yönetimi özellikle iki alanda boy gösterdi. Yanlış üslup ve referanduma gitme kararını erken almama. Buna rağmen, Gezi'de bir dayatmadan çok, belli bir toplum kesiminin hoşuna gitmeyen bir kararın meşruiyetini ve meşru kamu otoritesinin yetkisini reddetme tutumu söz konusuydu. Topçu Kışlası'nı yeniden inşa etme kararı yanlış olsa bile meşruydu, bu karara itiraz eden ise halkın tümü değil, azınlıkta olduğu aşikâr bir kesimiydi. Nitekim, hükümet referandum yapacağını açıkladıktan sonra Gezi olaylarının baş aktörü Taksim Dayanışması halka başvurmayı kendi ideolojik haklılığına, bilim anlayışına ve asıl halkın veya halkın özünün kendisi olduğu inancına dayanarak reddetti. O andan itibaren de Gezicilerin davranışlarının neredeyse hiçbir meşruiyetinin bulunmadığı iyice meydana çıktı.

Bununla beraber, olayların çok ateşli, tartışmaların olabildiğince canlı olduğu günlerde Geziciler (en azından önemli bir kısmı) ne kendileri tarafından fark edilen ne de geniş toplumda yeterince farkına varılan yaman bir çelişkiye düştü. O kadar ki, bu çelişki Gezi'nin bağrına adeta bir merdiven gibi saplandı. 

Olayları takip edenler hatırlayacaktır. O günlerde Fındıklı'da bir merdiven boyama olayı yaşandı. Dik bir merdiveni olan bir mahallede yaşayan bir vatandaş rengini beğenmediği merdivenin basamaklarını bir sabah erkenden kalkıp boyayıverdi. AK Parti'li Beyoğlu Belediyesi'nin bölgesi olduğu için yeni bir çatışma ihtimâli sezen Geziciler “hurra” merdivenlere koştu ve renkli basamakları belediyeye karşı savunma savaşına hazırlandı. Belediye alttan alınca kiminin umduğu, kiminin korktuğu vuku bulmadı. Merdivenler boyandığı gibi kaldı, hatta beladan korkan belediye boyama işini bizzat üstlendi. Geziciler böylece bir kere daha zafer kazanmış havasına girdi.

Geziciler aslında bu davranışla derin bir çelişkiye düşmüştü. Dayatma olmayana dayatma deyip savaş açarken, asıl dayatmayı aşkla şevkle sahiplenmişti. Merdivenleri boyayan vatandaşın hiçbir kamusal temsil niteliği ve kamusal yetkisi yoktu. Meselâ, muhtar değildi. Belediye başkanı değildi. Belediye Meclisi üyesi değildi. Merdivenin rengi konusunda mahallede bir tartışma forumu oluşturulmamıştı. Mahallede herhangi bir kimseye haber vermemiş, belediyeyi bilgilendirmemişti. Yaptığı tam bir dayatmaydı Ancak, sonucun hoşlarına gitmesi ve hareketin AK Parti'ye karşı yapılmış olması, Geziciler için ona sahip çıkmaya yeterliydi. 

Bu yaman çelişki Gezici zihniyetin temel problemini tüm çıplaklığıyla ortaya serdi: Meşruiyete saygısızlık ve usül kurallarını reddetme. Bu basit bir problem değil. Meşruiyeti önemsemez ve usül kurallarını tanımazsanız, ortaya tam bir cangıl çıkar. Kaba güç beşerî ihtilâfları çözmenin, kamusal kararları almanın yegâne aracı hâline gelir. Bu durumda kavgadan, gürültüden geçilmez. Toplumsal hayatın daha çok alanı daha yoğun şekilde şiddet tarafından işgal edilir. Şiddetin olağanlaşması ve ağır basan yöntem hâline gelmesi sadece demokrasiyi değil, uygarlığı da öldürür. Geziciler pek farkında varmadı ama talep ettikleri, netice itibariyle, daha az demokrasi, daha çok şiddet, daha geri uygarlıktı. Gezi'nin bağrına saplanan merdiven bunun anlaşılmasını kolaylaştırdı ve hâlâ saplandığı yerde duruyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)
  • Hikmet Pala

    Hikmet Pala

    30.05.2013 06:26

    Eğer biri bana: "Biz ahlaklı, terbiyeli, sorumlu, çalışkan bir gençlik yetiştirmek istiyoruz!" derse benim artık o memlekette yerim de yoktur, işim de olmaz! Gençliği "eline, beline, diline" hakim!, büyüklerine sağgılı, tertipli, sakin, sessiz yetişti,rmek isteyen kadar hastalıklı, şirazesini bozmuş bir mantık düşünmek dahi istemem! Yaşamsan, yaşamın getireceği ufak tefek aşırılıklardan, yaşamla gelen hatta kötü örneklerden masun, izole yaşamış, zevk, delişmenlik, biraz da sorumsuzluk yaşamamış bir gençlik beni ölümüne korkutur! Böyle bir gençliğin şekillendireceği mazbut, müstebit, diktatoryal, yasakçı bir toplum olsa olsa dünyaya erken gelmiş bir cehennem olur! Kendinize sorun: hakikaten çocuklarınızın kuzu gibi, pisi gibi yetişmesini ister misiniz? Uslu çocukları siz sadece kendi yetiştirme kolaylığınız için mi istiyor sunuz? Dizinizin dibinden ayrılmadığı için dünyayı tanımayan, insanlık hallerini bilmeyen zenofobik sapıklar mı istedikleriniz? Ya da karşı cinsi tanımadığı için cinsellik hakkında en sağlıksız, sapık fikirlere saplanan, ya da cinselliği sadece misyoner pozisyonu ve çocuk fabrikası olmak olarak düşünen, ama yine aynı cinselliği ceza olarak kullanan ruh hastaları mı? Ya da herşey yolunda gittiğinde, hayatında engeller pürüzler olmadığı zaman yumuşak huylu bir melek olan ama en ufak bir anormallikte çılgına dönüp cihad açan, kitle kıyımı yapan sadistler mi hayallerinizi süsleyen! Fatih gençliği mi? Yok anacığım, ben kafası kıyak olanı tercih ederim! Sağlıklı olanı odur! Diğeri kesinlikle hastalıklıdır!

Yazarlar