Cemil ERTEM

Obama’nın tarihi itirafı ve yüksek 'faizciler' üzerine...
12.04.2015
1841

 Haftayı her anlamda kışla bitiyoruz. Baharın gelmesi kaçınılmaz iken kışın bir kaç gün daha ısrar etmesi çok önemli değildir. Zaten kışlık giysileriniz daha ortadadır ancak biraz daha kış masrafı ile karşı karşıya kalırsınız. Şu sıralar hem Türkiye’de hem de dünyada olan ve hepimizi bunaltan “bazı” gelişmeler için de bu metaforu kullanabilir miyiz; evet ama mevsim değişimi kaçınılmazlığı ile hava durumu uygunsuzluğu kadar kısa bir zaman dilimi beklentinizin burada olmaması gerekir. Örneğin haftanın son günü sıçrayan dolar, dün Diyadin’de yapılan terör saldırısı, Mısır’daki cuntanın arka arkaya idam kararları vermesi bize siyasetin kışının uzayacağını gösteriyor ama şunu açık olarak da yazalım ki, burada bir zaman sorunumuz var.

Doların böyle ikide bir yukarı çıkması tabii görünürde oldukça sinir bozucu bir durum.  Bunu yalnız Türkiye ekonomisi için söylemiyorum; değerli ve küresel olarak yoğun talep gören ABD parası demek, aynı zamanda, siyasi olarak da savaşın karanlığına giden bir dünya demektir.

“İçişlerine karışmak”…

Bu hafta  Cumhuriyetçilerin elindeki Fed başkanları, Obama’nın Amerika kıtası ülkeleri zirvesinde Küba lideri Raul Castro ile buluşması öncesi, yine yüksek faiz çağrısı yaptılar. Çünkü bu zirvede Obama’nın oldukça yumuşak ve savaş karşıtı bir konuşma yapacağını biliyorlardı. Nitekim Obama Castro ile tokalaştıktan sonra, yaptığı konuşmada ''bu yarım kürede ABD'nin hiç hesap vermeden bölgenin içişlerine karışabildiğini varsaydığı günler artık geride kaldı'' dedi.

Obama'nın konuşmasından kısa bir süre önce de ABD Dışişleri Bakanlığı, Küba'yı 'teröre destek veren ülkeler' listesinden çıkardı.

Şimdi 50 yıldan sonra bir ilk olan ABD-Küba başkanları arasındaki bu resmi temas, Obama’nın konuşması kadar anlamlı ve semboliktir. Obama, “ABD, hiç hesap vermeden içişlerine karışma dönemini kapatıyor” derken burada Latin Amerika’dan bahsediyor ama bunu genelleştirebiliriz. Ancak bu cümle, aynı zamanda, bir itiraf cümlesidir de… Demek ki, 1973 Şili Pinochet darbesi başta olmak üzere, yetmişli ve seksenli yıllardaki Latin Amerika cuntaları, ABD’nin “iç işlerine” karışmasının sonucu olarak da gelişmiştir. Bunu genelleştirirsek, yetmişli, seksenli hatta doksanlı yıllardaki Türkiye siyaseti de, ABD’nin bu “içişlerine” karışmasının sonucu belirlenmiştir diyebilir miyiz; yakın Türkiye tarihine ve bu tarihin ekonomisine baktığımızda bu sorunun cevabı tereddütsüz evettir.

Aynı durum, yalnız dünyanın az gelişmiş ya da gelişmekte olan bölgeleri için de geçerli değildir. Bu, Avrupa özellikle Doğu Avrupa için de geçerlidir.  

ABD, 2. Savaş sonrası Avrupa’yı yeni sömürgecilik politikaları doğrultusunda yeniden inşa ederken, doksanlı yıllarda Yugoslavya gibi Doğu Avrupa ülkelerindeki balkanlaşma -parçalanma- ve yaşlanan nüfus ile karaya oturacak bir Avrupa ekonomisi ile karşılaşacağını biliyordu. Zbigniew Brzezinski, bunu yazmıştır hem de birkaç defa.  Brzezinski, ABD’nin Pasifik’e yönelmesi gerektiğini, yakın gelecekte burayı kontrol etmenin güç olacağını da yazmıştır. Öyle de oluyor. Çin, yıllardır ABD’yi finanse ediyor, komünist olduğunu iddia eden bu ülke, yüz dolara insan çalıştırıp, Batı’nın fabrikası olarak ticaret fazlası verdi ve bu fazlalarla ABD’yi finanse etti.  ABD de bu Asya paralarıyla radara yakalanmayan uçaklar, yerin yedi kat altında patlayan nükleer başlıklı kıtalar arası füzeler yaptı ve dünyanın jandarması ilan etti kendisini. Ama bu dehşet dengesi tam şimdilerde sürdürülebilir olmaktan çıkıyor. Savaş yanlısı Fed üyeleri istedikleri kadar yüksek dolar çığırtkanlığı yapsınlar, dünya bu şekilde devam etmeyecek.

Değerli dolar ne anlama gelir?

Obama, 50 yıl sonra Küba devlet başkanı ile tokalaşıyor ve "ABD, bir daha Latin Amerika’nın içişlerine karışmayacak" diyor, bu bir yerde ABD’nin Kennedy’ın bıraktığı yere dönmesidir. İşte burada Fidel’inde ileri görüşlülüğünü teslim etmek gerekir. Çünkü Fidel Castro, 1960 yılında BM kürsüsünde Nixon’u şeytan ilan ediliyordu. Fidel’in BM kürsüsünden Kennedy’den daha şeytan ilan ettiği Nixon, 1971’de Vietnam Savaşı’nın yükünü kaldıramayınca rahatça dolar basmak için doların altına olan bağımlılığını kaldırdı ve bu tarihten sonra dolar, altına değil, yoksulların kanına bağlı bir para birimi oldu. Nixon’a kadar 1 ons altın 35 dolar ediyordu; Nixon ve Vietnam Savaşı’ndan sonra 1 dolar, binlerce litre, Vietnamlı, Latin Amerikalı, Pakistanlı, Afganlı, Bosna Hersekli, Kürt, Türk kanı etmeye başladı. Ne kadar kan dökülerse dolar, o kadar değerli oluyordu.

İkinci savaş sonrası doların yüksek olduğu bütün dönemlere bakın, ABD’nin Asya’da, Latin Amerika’da operasyon yaptığı dönemlerdir. Yani Obama’nın itiraf ettiği gibi, Türkiye dahil olmak üzere, ABD’nin ülkelerin içişlerine karıştığı, operasyon yaptığı, ekonomilerini teslim aldığı dönemdir bu dönem. 

Irak işgali ve Bush Dönemi bir yerde yüksek ama karşılıksız dolar dönemidir de... Bakın yineleyelim; bugün iktisadi olarak dolar karşılığı olan bir para değildir; Nixon’dan beri ABD en büyük kalpazandır; doların karşılığı, Asya’nın paralarıyla inşa edilen savaş sanayisinin öldürdüğü Asyalı kanıdır.

Fed’in faiz artırmasını isteyenler…

Şimdi aynı kanı isteyen neocon cephesi bu haziranda Fed’in faiz artırması için varını yoğunu ortaya koyuyor. Bir taraftan Türkiye gibi ekonomileri, yüksek dolarla tehdit edip, kendi ekiplerinin ekonominin başında olmasını istiyorlar bir yandan da ellerinin altındaki istihbarat teşkilatları ile bu ülkelerdeki çatışma ortamını hazırlıyorlar, sürekli terör ve iç savaş provaları yaptırıyorlar.

Onların bu senaryosuna giderek zayıflayan ve siyasi iradesini, yönünü yitiren AB de destek veriyor. Euro, artık dolarla birlikte anılan bir rezerv para olmaktan çıkabilir ve bu gelişme de küresel dolar talebini yukarı çekerek küresel savaş cephesine hizmet edebilir. Merkez Bankaları euro varlıklarını hızla elden çıkartıyor; küresel euro rezervleri, yüzde 30 seviyelerinden yüzde 22 seviyesine düşmüş durumda.

İki temel senaryo

Bu durumda karşımızda iki temel senaryo var; birincisi, ABD 2016 seçimlerini de Cumhuriyetçilerin kazanmasıyla dünyaya yeniden savaş cephesinin hakim olması… Buna bağlı olarak, Avrupa Birliği’nin Almanya merkezli içine kapanması ve Doğu Avrupa’dan başlayarak istikrarsızlık ve iç savaş süreçlerinin devreye girmesi. Bunun sonucu Türkiye dahil olmak üzere, bütün bu coğrafyadaki ülkelerde teknokrat hükümetlerin işbaşına gelmesi… İşte tam şimdi bu karanlık senaryoyu Türkiye’de seçim öncesi uygulamaya çalışanlar var; bakın şunu açık olarak yazıyorum; dün Diyadin’de askere ateş açanlarla, ekonomide “eskisi” gibi devam edelim, derecelendirme kuruluşlarının, IMF’nin, Fed içindeki neoconcuların dediklerini yapalım, ekonomide istikrar böyle sağlanır, seçim sonrasında da, var olan parlementer sistemi, Anayasayı aynen sürdürelim, başkanlık sistemi falan neymiş diyenler aynı yere hizmet ediyor.

İkinci senaryo ise, Türkiye gibi merkez ülkelerin, siyasette ve ekonomide  bağımsız iradelerini daha da yukarı çıkarmaları ve ABD’nin, Obama’nın da söylediği gibi, geri çekilerek,  yeni dünya düzenini çabuklaştıracak sürecin önünü açması ile başlayacak Doğu merkezli yeni dünya düzeni sürecidir.

Bunun için, bu seçimlere giderken, bu seçimin Başkanlık Sistemi seçimi olacağını söylüyoruz ve önümüzdeki meclisin bunun için mutlaka kurucu meclis olması gerektiğini savunuyoruz.

    

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar