Markar ESAYAN

Fırtınanın gözüne bakmaya hazır mıyız?
16.06.2016
1700

 Kıymetli dostum Salih Tuna son yazısında şöyle hayati bir saptama yapıyordu:

“Şuncağızı ne olur unutmayalım; herhangi bir yerde toplumun farklı katmanları birbirleriyle konuşmuyor, konuşamıyorsa o toplum operasyona uğratılıyor demektir.”

Ben de birkaç gündür bu “konuşamama” durumunun yeni bir şey olmadığını, ülkeye Batıcılaşma süreciyle tarihsel bir sınıfsal “çelişki” sokulduğunu anlatmaya çalışıyorum.

Bu çelişki, “modern olan ile çağdışı olanın” kavgası olarak sunuldu. Hala da öyle devam ediyor. Ama el insaf, aradan neredeyse 250 yıl geçti; moderniteyi geride bıraktık.

Sürekli aynı şeyi vurguluyorum: “Her ev içinden yıkılır.”

Osmanlı’da öyle, aslında içinden yıkıldı. Biz hala, 2. Abdülhamid’in devrilmemesi halinde, bugün nasıl bir ülke olacağımızı objektif biçimde tartışmıyoruz. Ya hayranız, ya da düşman…

Almanya’nın piyadesi olarak Osmanlı’yı Birinci Dünya Savaşı’na sokar mıydı Abdülhamid? 
Hiç zannetmiyorum.

Çünkü o, Batı’nın böl/yönet paradigmasını çözmüş Osmanlı’nın en başarılı diplomatıydı. 
Hatalarından değil, bu özelliklerinden ötürü hal edildi.

Bugün Türkiye, ikinci anafor başlarken, güçlü bir devlete ve güçlü bir lidere sahip.

Bunun nasıl bir şans olduğunu görmek için mütevazı bir tarih bilgisine sahip olmak yeterli. Yapısal reformlarda en az 200 yıl gecikmiş Osmanlı’nın 19. yüzyıl başı itibarıyla Batı’nın oyuncağı/kurbanı olmaktan başka bir çaresi kalmamıştı. 
Hepimize belletilmiş ezberleri bozmak zorundayız artık.

Bugün hala can alıcı sorunlarımız var. Üst akıl da o noktalara yükleniyor. Tuna’nın girişte alıntıladığım cümlesinde saklı bu. 
Sanırım, düne kadar muhafazakârları tehdit, liderlerini de düşman olarak görenlerin bir kısmı, FETÖ, PKK ve DAEŞ karşısında Erdoğan’ın ülkeyi birarada tutan bir mücadele verdiğinin farkındalar.

İkinci büyük anaforun henüz başındayız. Yerli ve milli temel konularda muhafazakârı, ulusalcısı, ülkücüsü, Alevisi, gayrımüslimi ve Kürdü ile “birlik” olacak mıyız, olmayacak mıyız?

İşte bu noktada en büyük arızayı veren maalesef anamuhalefet partisi ve lideri. 
Tamahkârlıkları “liseli çocuklara” kışkırtmaya kadar vardı.

Oysa fırtınanın gözüne doğru ilerlerken, hükümeti, muhalefeti, askeri, istihbaratı, medyası, STK’ları ile birlik içinde olmalıyız. 
Paylaşımın ikinci yarısı Türkiye ne yaparsa yapsın başlayacaktı. Şansımız ise, bu anaforu, 2001 krizi şartlarında değil, 14 yıllık reformlardan sonra, güçlü bir liderle karşılamamız.

Ne yani, ev içinden yıkılırsa, “eski güzel günlere” dönebileceklerini mi düşünüyorlar? 
Olayın Erdoğan’ın hal edilmesiyle sınırlı kalacağını mı zannediyorlar?

Türkiye’yi, liseli çocukları sokağa sürerek, PKK, FETÖ ve DAEŞ’in saldırıları ile içeride güçsüz duruma düşürürken, güneyden onun nefes borusunu bir PKK devleti ile kesmeyi Erdoğan’a karşı bir siyasi mücadele olarak okumak, operasyona uğruyor olduğumuzu gösterir; bir de bol miktarda ahmaklığı…

Türkiye bu zorlukları aşacak, göreceksiniz. 
Ama neden ödenecek bedeli arttıralım ki?

AK Parti ve CHP, sosyolojileri ile birbirinin antitezi, artık bu durumu düzeltmek lazım. 
Çünkü o tez çürük.

Partiler birbirlerinin düşmanı değil, rakipleri olmalılar. Milli konularda da işbirliği yapmalılar. 
Biz mesela, son beş yılda Baykal’ın CHP’nin başında kalması veya AK Parti’yi Erdoğansızlaştırma halinde bugünlerin nasıl yaşanacağını da pek konuşmuyoruz.

Eh, oralardan da üst akıl sırıtıyor zaten.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar