Ekrem DUMANLI

Ekrem DUMANLI
Ekrem DUMANLI
ZAMAN Tüm Yazıları
ZULMÜN SONU HEP AYNI
7.04.2014
2188

 Bu ülkede her dönem birileri “ur”a benzetilir, “virüs” muamelesine tabi tutulur, “hain” ilan edilir ve “kökünün kazınması gerekir” diye kara propaganda yapılır. Sağcılar, solcular, Aleviler, Kürtler, gayrimüslimler, dindarlar...

Toplumun bir kesimini suçlu gösterebilmek için en ağır sıfatlar kullanıldı bu insanlar için. Kimine faşist dendi kimine komünist ve gırtlaklar çatlarcasına “Kahrolsun!” diye bangır bangır bağırıldı. İrtica deyip en masum ibadet hakkını suç sayan insafsız zihniyet ile Ermeni, Rum, Süryani vatandaşımız hakkında “hainlik” ithamında bulunan müktesebat arasında hiçbir fark yoktu. Kürtlerin en tabii, insanî ve demokratik haklarını suç sayan kafa, Türklerin din ve tarihiyle barışık olmasını da kriminal bir çerçeveye oturtabiliyordu. Halkın bir bölümünü hain sayan o korkunç anlayış yüzünden bu ülke onlarca senesini yitirdi ve baskı rejimi kılıktan kılığa girerek hükümranlığına devam etti.

    Şimdilerde birileri ‘Cemaat’i geçmişte pek çok örneği yaşanan linç kültürünün mağduru haline getirmek istiyor. “Paralel devlet” gibi tamamen hayal ürünü ve her tarafa çekilebilecek bir suç ihdas ediliyor önce. Bu öyle bir hayalî itham ki bugün bu söylemi her fırsatta höyküren adamlara bir gün birisi aynı suçu yöneltse (tarifin muğlaklığı nedeniyle) cuk diye oturur.

    Suç olması için somut bir delil olması ve cebir, şiddet, silah gibi “yasa dışı örgüt” unsurlarının var olması gerekir. Onlar yoksa iftira vardır. Hele casusluk! Vatansever bir kitle ile ilgili casusluk gibi akla hayale gelmedik alçak bir suçlamayı yapanlar ya hukuktan anlamıyor ya da öfke ve nefretlerine mağlup düşerek hukuku ayaklar altına alıyorlar. Onca müvesvis iddianın basit ve somut bir delile dayanmaması tesadüfle izah edilemez. Manipülatif dedikodu ve güdümlü kuşku üzerine insanları zan altında bırakmak büyük bir günahtır; aynı zamanda suçtur...

    Seçim öncesi yaşanan bir tablo, sosyolojik bir gerçeği ortaya çıkarıyordu: MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin toplantısına katılmış 82 yaşındaki bir baba, yıllardır AK Parti için çalıştığını, evlatlarının Hizmet’e gönül verdiğini, seçimden sonra çocuklarının zulme maruz kalmasından endişe duyduğunu söyledi. Bahçeli’nin sözlerindeki samimiyet dolu teselli cümlesi alkış tufanına dönüştü birden: “Yalnız değilsiniz!”

    Türk milliyetçiliği üzerine siyaset yapan MHP lideri Devlet Bahçeli böyle diyor. Öte yandan siyasî yelpazenin karşı hattında siyaset yapan BDP’den seçim sonrası çok net ve gür bir sada yükseldi. BDP Başkanı Selahattin Demirtaş, “Cemaat’e yönelik linç kampanyasını hoş görmeyiz...” dedi. Demirtaş’ın demokratik tavrı, bir zamanlar kendini müstazaf olarak görenlere bir ders niteliğindeydi.

    Tabii kendilerini bir zamanlar “müstazaf” görenlerin bir kısmı devlet emrine amade ‘müstekbir’ haline geldi. Ancak sosyal ve siyasi yelpaze zulüm safında öbeklenmiyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nde, Saadet Partisi’nde, Büyük Birlik Partisi’nde insanlar linç kampanyasını görüyor. Hatta fanatik ufuksuzlar hariç AK Parti tabanı da aynı düşüncededir. Çünkü Cemaat, hiçbir zaman illegal bir işe tenezzül etmedi; etmez de. Her görüşten insanın belli bir oranda yakınlık duyduğu ve sempati ile baktığı Hizmet, bu ülkenin en demokrat ve sivil hareketlerinden biridir. Alevi’si Sünni’si, Kürt’ü Türk’ü, sağcısı solcusu, laiki antilaiki vs. bu hareketle belli bir oranda temas kurmuş, Hizmet’in yurtiçinde ve dışındaki hizmetlerini takdir etmiştir; etmektedir...

    Her şeye rağmen politik intikam güdüsü ile zulüm yapmaya kalkışmak isteyen, suç üretmeye kalkışan, suçlu imajı çizmek için çırpınan kişilere rastlanabilir. Üstelik tarih huzurunda ve Mahkeme-i Kübra’da hesap veremeyecek bu insanlar, geçmişte yapıldığı gibi bir lince başvurabilir. Ancak unutmamak lazım ki her zulüm önce maşeri vicdana çarpıp döner ve Âdil-i Mutlak her zulmün hesabını sorar. Bu arada konjonktürel havaya kapılarak suizan eden, gıybete gömülen, iftiraya sığınan, hakarete prim veren insanlar kaybeder.

    Netice hep aynıdır: Bir dönem sürekli kötülenen, suçlanan, “kökü kazınmak” istenen hiçbir kitle yok edilememiştir; edilemez de. İstisnası yok. Hiçbir topluluk devlet eliyle yürütülen zulüm sonucunda tarihe karışmamış; hatta zaman içinde daha güçlü hale gelmiştir. Neden?

    Çünkü toplumsal gerçekliği olan hiçbir hareket baskıyla, zulümle yok edilemez. 12 Eylül darbesi yapıldığında on binlerce insan tutuklandı, onlarca idam kararı verildi. Solculuk mu bitti? Sağcılık mı tükendi? O günün despot darbecilerinden geriye bir şey kalmadı; ama mazlumların fikri hâlâ yaşıyor, yaşatılıyor. Bugün hâlâ insanlar kendini sosyal demokrat, sosyalist, solcu görüyor. İnsanlar hâlâ kendilerini ülkücü, milliyetçi görüyor. O akımların devamı milyonlarca oy alıyor. 28 Şubat’ta “virüs” ilan edilenler, “irtica” ithamıyla karşı karşıya getirilenler zaman içinde iktidara yürüdü…

    Denenmiş, her denemede aynı sonuç alınmış bir zulüm yolunda yeniden yanlış bir metodu tecrübe etmek, zulme davetiye çıkarmak, tarih karşısında yerin dibine girecek kadar mahcup olmak anlamına geliyor. Bu gerçeği görmek için yakın tarihimize kısa bir bakış yeter; tabii aklıselim hâlâ kalmışsa!

Camiye de siyaset sokarsan...

Geçenlerde Hakan Şükür feryat ediyor: “Camiye bile kin sokulmuş, çok üzgünüm.” Şaşırtıcı bir açıklama. Haberleri okuyunca anlıyorsunuz ki Türk futbolunun dünyaca tanınmış yıldızı Hakan Şükür, hocası Ekrem Karaberberoğlu’nun vefatı üzerine camiye gidiyor. Cenaze namazı kılınmış, çıkıyor. Ne var ki densizin biri oradan “Ülkemize ihanet ettiniz...” diye bağırıyor. İhanet? Bu kadar kolay ha! Kahraman gibi davet edilen ve AK Parti’den milletvekili seçilen Hakan, bazı politikalarını yanlış bulduğu için partisinden istifa edince “hain” oluyor, öyle mi?

    Tek bir hadiseden bahsediyor olunsa “bir meczubun dengesiz bir çıkışı” deyip geçersiniz; ancak gelinen nokta öyle demiyor. Maalesef siyaset, camideki insanları bile kutuplaştıracak zehirli bir dil kullanıyor. Bu zehir zemberek dili “muhafazakâr” siyasetin gölgesinde hazırol vaziyetinde bekleyen medya körüklüyor. Seviyesiz laflar üretiyorlar, hakaret ediyorlar, ötekileştiriyor, ihanet suçlamasına bile tevessül ediyorlar. Serâpâ hata! Serâpâ vebal! İslam’ın hükmü açık: “Bir insan, diğerine kâfir derse ya söyleyen, ya muhatapları kâfirdir.” Milyonlarca ehl-i kıbleye kâfir diyenin akıbeti çok fecidir maazallah!

    Hoşgörüsüzlüğün, ölçüsüzlüğün bu noktaya gelmesinde vebali olanların başında, siyasetin kaptan köşkünde yaşayanlar geliyor. Bunda şüphe yok. Fitnenin önüne geçmesi gerekenlerin başında ulema olmalıydı, heyhat! Ne yazık ki Diyanet, o civanmertliği gösteremedi. AK Polis, AK Yargı, AK medya, AK eğitim gibi parti kurumları inşa edilirken AK Diyanet gibi bir olguyla daha karşılaştık. Oysa siyaset her yere girebilir; ama cami ve kışla gibi mekânlara asla bulaştırılmamalıdır. Cami avlusundan adım atan herkes partisini, ideolojisini, cemaatini, tarikatını dışarıda bırakmak zorundadır. Çünkü ibadet için girdiğiniz o mukaddes mekânda siz sadece ve sadece Allah’ın kulu ve Hz. Muhammed’in ümmetisinizdir.

    Camiye siyaset bulaştırmanın bedelini tarih boyunca çok ağır ödedi İslam dünyası. Hazreti Ömer’den, Hazreti Osman’dan beri aklını siyasetle bozmuş fanatik meczuplar, o mukaddes mekânları kana buladı. Yezid bir damla su bile vermedi Hüseyin Efendimiz’e. Aynı içtihada râm olmadığı için mü’minleri vahşice öldüren Haricîlere göre kendilerinden daha dindar kimse yoktu yeryüzünde…

    Ey Müslümanlar! Allah için Allah’ın ölçülerine dönün. Yani, Müslüman’a yakışır şekilde Allah bir şeye ne kadar değer veriyorsa siz de o şeye o kadar değer verin. Buna dinimiz ‘şeaire tazim’ der. O şeair içinde iman her faziletin başıdır; onu İslam ve ahlak destekler. Meseleye Allah’ın ahkâmı açısından baktığımızda siyaset dediğiniz şey dinin milyonda biri bile etmez. Aslolan imanla kabre girmek, İslam’la dopdolu yaşamak, ahlakla serfiraz olmak ise -ki Kur’an ve sünnet öyle der- bu siyasal taşkınlık ve tekebbür beyhudedir. Dinin merkezine siyaset konamaz; çünkü dinin kati hükümleri buna müsaade etmez. Bu gerçeğe rağmen siz şahsî tercihinizi siyasete odaklıyorsanız; bari bu fanatizmi camiye taşımayın, evlerin arasına Çin Seddi örmeyin! Vallahi de yazık olur sizlere, billahi de yazık olur...


Türk okullarına uzanan el

‘Cemaat’i sevmeyen insanlar için bile Türk okulları bir övünç kaynağıdır. O okullar bir destandır; öğretmeniyle, öğrencisiyle, gözyaşı ve alın teri dökeniyle. Siyaset üstüdür, siyaset dışıdır, siyaset ötesidir. Bir yönüyle Türkçedir; diğer yönüyle dünya dillerinin gönül havzına akmasıdır. Dünyanın dört bir yanına giden yiğit Anadolu çocuğunun evrensel barışa imza atmasıdır.

    Son günlerde hemen her alanda bir dengesizlik hali yaşanıyor. Ve maalesef o cinnet hali, Türkiye’nin en önemli markası Türk okullarını bile pespaye siyasetin küçük hesaplarına feda etmek istemektedir. “Paralel yapı” gibi uydurma bir suçun bu güzelim okullarla ve oradaki masum insanlarla uzaktan yakından alakası yok ki zulüm oraları hedef tahtasına koymuş olsun. Uydurma suçları uyduruk propagandalarla kalıptan kalıba sokup insanların âhını almayı göze alabilirsiniz; ancak unutmamak lazım ki, bu ülkeye gönül veren insanların onuru haline gelmiş o güzelim mekteplere zarar vermeyi düşünenler korkunç bir günaha girmiş olur ve bu anlamsız/ölçüsüz husumetin hesabını veremez.

    Allah’tan korkmak gerekmez mi?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar