Hasan CEMAL
Günlüğümün sayfaları arasında
dalıyorum, 28 yıl öncesi...
DİYARBAKIR, 1993'ün ilk ayları
Adım, Felat Cemiloğlu.
1928 Diyarbakır doğumluyum.
1982 yılında Diyarbakır E Tipi Askerî
Cezaevi'nin 33 No'lu koğuşunda
yaşadıklarım cehennemdi.
Çizimler: Zülfikar Tak. Raşit Kısacık'ın İşkence ve Ölümün Adresi Diyarbakır Cezaevi
(Ozan Yayıncılık, 2015) kitabından.
Ben sekiz yaşındayken, 1936'da bütün
Cemiloğlu ailesi ve damatları, İskân
Kanunu uyarınca değişik illere, Ordu'ya,
Giresun'a, Samsun'a, Kastamonu'ya,
Sinop'a, Lüleburgaz'a, Kırklareli'ne,
Edirne'ye, Konya'ya, Denizli'ye
sürülmüşler. Bizim aileye Ordu düşmüş.
Diyarbakır'ın en köklü ailelerinden biridir
Cemiloğulları. Yetmiş köyü varmış.
Bazı köylerimizin isimlerini anımsıyorum:
Karabaş, Köprübaşı, Ambar, Tavuklu,
Şernami-Yeni Evler.
Felat Cemiloğlu, 12 Eylül'de Diyarbakır askeri cezaevinde
yaşadığı cehennemi anlatıyor.
Sonra kaza olan Bismil de bir zamanlar
Cemiloğlu ailesinin köyüymüş.
Biz Diyarbakır'dan Ordu'ya sürgün
edildikten sonra bizim topraklara, köylere
Bulgaristan'dan gelen muhacirler
yerleştirilmeye başlanmış...
Savaş sonrası 1948'de Amerikan
Marshall Yardımı'yla birlikte sürgün
kararı kalktı. İstanbul'a gittim.
Sultanahmet'teki Yüksek
Ekonomi ve Ticaret Okulu'nu bitirdim.
1977'de Demirel'in AP'sinden Belediye
başkan adayı oldum. Mehdi Zana bağımsız
olarak kazandı. 1989'da da Özal'ın
ANAP'ından başkan adayı oldum.
Ordu'dan döndükten sonra abimle birlikte
12 bin dönüm araziyi işlemeye başladık.
Bu arada ben on iki yıl Şirnak Kömürleri
Vilayet mutemetliği yaptım. Ne miydi bu?
Kömür tevzii. 1982'de Diyarbakır Ticaret
Odası'nda yöneticilik de yapıyordum.
"Emaneti getirdik!"
Elli dört yaşındayken, 21 Mayıs 1982'de
gözaltına alındım. Diyarbakır Orduevi'nin
arkasında YSE'ye (eski Yol Su Elektrik
Genel Müdürlüğü) ait bir otobüse
bindirildim. Sabaha karşı Siirt'e ulaştık.
Merkez Komutanlığı'na geldikten sonra
üsteğmen bir yere telefon ederek
"Emaneti getirdik" dedi.
Odada arkası olmayan bir sandalye ile
yerde manyetolu bir telefon ve duvarda
İstiklal Marşı'nın on kıtasını
ihtiva eden bir serlevha vardı.
Uygunsuz davrandığım takdirde
bana dayak atacağını
söyleyerek gitti beni odaya sokan er...
23 mayıs 1982 Cumartesi gününü
işkence odası olduğunu öğrendiğim
odada, gardiyan tembihiyle
İstiklal Marşı'nı ezberlemekle,
sandalye üzerinde veya beton zeminde
ceketimi alta sererek geçirdim.
Pazar günü akşama doğru gardiyan beni
bölük komutanının yanına götürdü.
Bölük Komutanı bana buranın
soruşturma olduğunu, her türlü işkenceyi
görebileceğimi, sakat kalsam, ölsem dahi
kimsenin kendilerinden
bir şey soramayacağını, bu sebeple
sorduklarına doğru cevap vermemi
ve kendisine ne söylersem sonradan
değiştirme veya inkâr yoluna
sapmamamı tavsiye etti.
Müteakiben, buraya yasadışı bir örgüte
yardım mevzuunda getirildiğimi,
bu hususta bildiklerimi anlatmamı söyledi.
1980 yılı Temmuz ayı sonları olmalı.
Kurtalan'daki işleri idare eden Aziz İpekçi
Diyarbakır'a geldi. Benimle yalnız
görüşmek istedi. Telaşlı ve korkmuş bir hâli vardı.
On sekiz-yirmi yaşlarında bir gencin
yazıhaneye geldiğini, Apo örgütünden
olduğunu, 5 Ağustos tarihine kadar
şirketimizin 2 milyon lira ödemesine
örgütün karar verdiğini, kamyonlarımızı
kendilerinin soyduğunu, bu para
verilmediği takdirde kamyonların geçişine
müsaade etmeyecekleri gibi, yükleme
işinde çalışan loderimizin de
dinamitleneceğini söylediğini anlattı.
Son sene şirkete ortak yaptığımız
Bedii Tan'ı da çağırarak
ne yapabileceğimizi tartıştık.
Ertesi sabah Aziz İpekçi ile Bedii Tan
Batman ve Kurtalan'a gittiler.
Bedii Tan yaptığı tahkikat sonu paranın
ödenmesinin icap ettiğini,
loder dinamitlendiğinde, loder operatörü
Hikmet'in ölmesi halinde herkesin, "Felat
Cemiloğlu para için adamın ölümüne sebep
oldu" diyeceğini, devletin bize sahip
çıkmaması sebebiyle parayı ödemekten
başka çaremizin olmadığı görüşünü
savundu. Bunun üzerine istenilen parayı
örgüte verme mecburiyetinde olduğumu
anladım. Loderin yedek motorunu 1 milyon
600 bin liraya satarak, 400 bin lira daha
ilavesiyle Bedii Tan ile Aziz İpekçi'yi
Kurtalan'a gönderdim.
Bu hadiseden 1 ay 7 gün sonra
12 Eylül 1980 oldu.
Bütün Türkiye'de olduğu gibi Kurtalan
mıntıkasında da anarşiyle alakalı olanlar
toplanıp tutuklanıyordu. Kendi aramızda
bu hadiseyi kapattığımızı, yalnız iş ortaya
çıktığında hadiseyi doğru olarak anlatmaya
karar verdiğimizi yüzbaşıya söyledim.
Sonradan öğrenmiştim.
Bizden para alan çocuk, daha önce 1981'de
yakalanıp sorgulanmış. Bizden para aldığını
itiraf etmiş. O zaman beni yakından tanıyan
7. Kolordu Komutanı Korgeneral Kemal
Yamak ve Vali Erdoğan Şahinoğlu,
"Cemiloğlu isteyerek vermemiştir"
düşüncesiyle soruşturmayı engellemişler.
26 Mayıs 1982
Salı gününe kadar hücrede tek başıma
bırakıldım. Günde birkaç kere,
en az üç defa bütün hücrelerin
kapıları açılıp, içeride kapıya doğru
esas duruşta durdurup, tek tek
İstiklal Marşı, Türk Gençliğine Hitabe,
Andımız söyletiliyordu.
Bu arada söyleyemeyenler, yanlış
söyleyenler, az bağıranlara gardiyan
Ömer'in vurduğu cop ve tokat sesleri
geliyordu.
İlk kaldığım hücrede, yerde, köşede
manyetolu bir telefon vardı.
Daha evvel bu odanın bir yazıhane
olduğunu düşündüm. Daha sonra,
zannediyorum 26 Mayıs 1982 günü
gözümü bağlayarak koridora çıkardılar,
yüzümü duvara döndürdüler.
Bir müddet sonra benim kaldığım
hücreden bir gencin feryatları gelmeye
başladı. Manyetolu telefonun elektrik
verilmede kullanıldığını
böylece öğrenmiş oldum.
Yazıda geçen Diyarbakır Askeri Cezaevi
Bana da, "Doğru konuşmadığın takdirde
olacağın budur' dediler.
Ertesi sabah YSE'nin otobüsüne bindirildik.
İkişer ikişer kelepçelediler.
Bana sıra gelinceye kadar kelepçe kalmadı.
Böylelikle Diyarbakır'a kadar ötekilerine
göre birkaçımız daha rahat geldik.
Gözaltında kaldığım on gün zarfında,
devamlı olarak 5 No'lu diye adlandırılan
askerî cezaevinde yapılan işkenceleri dinledim.
Tutuklandık.
5 No'lu hapishaneye gitmek için
ertesi günü bekledik.
Son geceyi başımıza nelerin gelebileceğini
düşünerek geçirdik. Bütün anlatılanlara
inanmak mümkün değildi.
Öğleye doğru 5 No'lu hapishaneye
gönderilmek üzere dört kişi dışarıya
çıkarıldık. Vazifeli başçavuş yemek yiyip
yemediğimizi sordu. "Yemek yesinler öyle
gönderelim, zira yedi sekiz gün yemek
yemeyecekler" dedi.
Mahkûmlardan sorumlu güvenlik amiri
Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran'dı,
kendi deyimiyle "5 No'lunun Allahı"
oydu. Bizi hapishanede bir teğmenle
ona yakın asker karşıladı.
Tamamen soyunmamız emredildi.
Eşyalarımızı kontrol ederken benim tıraş
köpüğümü aldılar, herhalde daha evvel
görmedikleri için bunun ne olduğunu
sordular. Üst kapağa basınca köpüğün
fışkırdığını görünce çok zevklendiler
ve köpükleri hepimizin yüzüne, kafasına
ve vücutlarımıza fışkırtarak,
köpüklü yüzümüze tokat atmaya
başladılar. Tokatladıkça köpük üstlerine
ve etrafa sıçramakta, onlar da bundan
büyük bir zevk almakta
ve tekrarlamaktaydılar.
Bir müddet sonra nizamî olarak
"Geriye dön!" emri verildi.
Ben biraz muntazam dönmüş olacağım ki,
"İbneye bak, nizamî dönüyor" diye
hem alay ettiler, hem mükâfat olarak
çıplak sırtıma birkaç darbe vurdular.
Çayan Demirel’in 2009 yılında yaptığı
"5 No’lu Cezaevi: 1980-84" adlı belgesel
cezaevinde yaşananları tanıkların
ağzından aktarıyor
Sonra,
makatlarımızın
içine de baktılar.
Eşyalarımızın kuşak, kravat gibileri
haricindekileri torbalarımıza koyarak
giyinmemizi söylediler.
Ve sonradan öğrendiğimiz 35 No'lu koğuşa,
içinde hücreler bulunan koğuşa bizi götürüp
1 No'lu hücreye sokarak, soyunun dediler.
Eşyalarımızı hücreye bırakmamız
ve külot üstümüzde kalacak şekilde
soyunmamız söylendi. Koridora çıkarıldık.
Diğer hücredekilere arkalarını dönmeleri
ve yere çökmeleri emredildi.
Bize de birer süpürgeyle ortalardaki
bir hücredeki suyun koridora çıkarılması
emredildi. Hücre içindeki tuvaletin tıkalı
olduğunu ve içeride bir karış kadar
suyun içinde pisliklerin yüzdüğünü gördük.
Su ve pislikleri hücrelerin önündeki
geniş koridora yaydıktan sonra,
daha gerideki bir hücreye tekrar
toplanmamız istendi.
Bunları yaparken bir taraftan coplanıyor,
bir taraftan da "son sayı üç" deyip,
sayıncaya kadar bitirmemiz isteniyordu.
Bu "son sayı üç" emrinin sonradan
her işte kullanıldığını gördük.
"Son sayı üç" dedikten sonra
hemen "Bir... İki..." deyip arkasından
"İki on beş... İki otuz..." diye yavaş yavaş
sayıyorlardı. Her seferinde yapılacak iş
daha bitmeden "İki kırk beş... Üç..." deyip
saymayı bitiriyorlardı. Tabii emri
zamanında yerine getiremediğin için de
ceza hemen geliyordu.
Pis suyu, içinde yüzen boklarla birlikte
istedikleri hücreye doldurduktan sonra,
bu hücrenin eşiği yüksekliğinde bir göl
meydana geldi.
Bu suyla yıkanmamız emredildi.
Pislikle birlikte avuçlayarak
başımızdan itibaren bu suyla yıkandık.
Müteakiben hepimiz koridorda diz çökerek
başlarımızı birbirimize yaklaştırdıktan sonra
üstümüze bir iki bidon su döktüler.
Böylelikle sözde temizlenmiş olduk ve
1 No'lu hücremize konulduk.
Hücre, koğuş kapısının girişindeydi.
İçeriye her komutan (gardiyanlara komutan
denirdi) girişinde, tekmil vermemiz emredilmişti.
"Birinci kat, 1 No"lu hücre ...... mevcuduyla
emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım!"
demek lazımdı.
Komutan diğer hücrelerin önünden
geçerken de her hücre numarasına göre aynı
tekmili verirdi.
Hemen hemen her tekmilden sonra,
ya geç tekmil vermekten, ya yanlış
ya da yüksek sesle verilmediği için
ceza almak muhakkaktı.
Hücredeki cezada, parmaklıktan
eller dışarı çıkartılır, cop, haydar veya
Kuzu'yla vurulurdu. Haydar, Haydar isimli
bir teğmenin adından kaynaklanan
bir sopaydı ve bir başka adı da
Beşeonkalas'tı. Kuzu ise yuvarlak
kavak ağacından yapma bir sopaydı.
Copla dövülürsen şanslıydın,
zira az acıtırdı. Dayak vaziyeti al diye
bağırıldı mı, iki elinin avuçlarını açar
öne uzatırdın.
Ceza için en geçerli bahaneleri
tekmil verilirken yeterince canlı olmamaktı.
Ne kadar yüksek sesle tekmil verilirse
verilsin, sesin az çıktığı veya topuk sesinin
iyi olmadığı bahane edilir ve karşılığında
ceza verilirdi. Bu cezalar yalnız
hatayı yapanla sınırlı kalmayıp
bütün hücredekilere tatbik edilmekteydi.
Cezada eşitliğe tam riayetti bunun adı...
İlk günlerde dikkatimi çeken bir husus da şuydu:
Coplanırken yalvaran ve sızlananlara
bu yüzden, sesi çıkmayanlara da
ses çıkarmadıkları için
ceza aynen tatbik edilirdi.
Sızlanmanın faydası olmadığını gördükten
sonra sekiz ay hep şikâyetçi olmadığım için
dayak yedim.
Hücreye konulduğum 12 Haziran 1982'den
sonra İstiklal Marşı'nın, Gençliğe
Hitabe'nin ve Andımız marşlarının
tamamını öğrenmeden koğuşlara
giremeyeceğimiz söylendi.
Hücrelerde sabah 5.30'da mesai başlardı.
Üst kat hücrelerinden birinden bu marşların
her kelimesi bir kişi tarafından tek tek
söylenir, bütün hücreler bunu tekrar
ederdik. Marşların çok yüksek sesle ve canlı
söylenmesi şarttı. Bu canlı söylemenin
şekline hükmetmek komutanların
keyfine bağlıydı. Ne kadar canlı söylerseniz
söyleyin, beğenilmemek muhakkaktı ve
arkadan da cezası hazırdı tabii.
Marşlardan sonra öğlen 12'ye kadar
bütün hücrelerde hayat, hazır ol durumunda
ayakta, yine yukarı hücrelerden birinin
tek tek söylediği ve hücrelerin hepsinin
tekrarladığı marşlarla devam ederdi.
20.30'da yatmak mecburiydi.
Yemek dörtlü birleşik madeni kaplarda
verilirdi. Dört beş kişiye verilen yemek
ve ekmek bir kişinin dahi doymayacağı
kadardı. Yemekten ziyade su problem
oluyordu. Her hücrenin önüne birer bidon
su konulurdu. Bu sudan ancak komutanın
emriyle içilebilirdi. Bu da sadece yemek
saatlerinde mümkündü.
Mesai saatlerinde, yani 5.30-12.30 ve
13.30-18.30 arasında su içmek
ve içmek için izin istemek de katiyen yasaktı.
Yemek saatlerindeyse
içilecek su miktarını
komutan tayin ederdi.
Hücrelerde sigara içmek tamamen
yasaklanmıştı. Zaten hücreye girerken
herkesin sigaraları alınmıştı.
Hücre içindeki tuvalette su akmadığı,
dışarıdan da su verilmediği için
temizlenme imkânı yoktu.
1 No'lu hücrede üç dört gün
geçirdikten sonra bizi daha ortalarda
bir hücreye aldılar. Orada da dört kişi vardı.
Hücrede sekiz dokuz kişi olduk.
Verilen yemek ve su miktarında bir
değişiklik olmuyordu. Yani dört kişiye
verdikleri kadar yemek sekiz dokuz kişiye
veriliyordu. Ve komutanlar,
"Orospu çocukları, bir yemek
dağıtmasını bile beceremiyorsunuz,
bir de devlet kurmaya kalkışıyorsunuz"
diye azarlıyorlardı. Hücredeki yedi - sekizinci
gece, saat iki suları.
Cop, sopa sesleri
ve feryatlarla
uyandık.
Sanki yüzlerce kişi dayak yiyor gibi
geldi bize. Ve biz hücrelerin basıldığı,
sıranın bize geleceği endişesine
kapıldığımız sırada, hücrelerimizi açıp
eşyalarımızla birlikte "son sayı üç'le
çıkmamız emredildi.
Sırtlarımız coplanarak bir üst kattaki
hücrelerden birine tıkıldık.
Yerlerimize dışarıdan yedi sekiz kişi
yine dövüle dövüle getirilip yerleştirildi.
Bu dayak ve yerleştirme işi
bir iki saat sürdü.
Bir üst kattaki hücrede sabahleyin on sekiz
kişi olduğumuzu saydık. Hücremizde artık
ancak yan yana ayakta durabilecek kadar
yer vardı.
Mesai aynı şekilde devam ediyordu.
Hücre arkasındaki tuvalete de
üç dört kişi isabet ediyordu.
Hücrede herkesin yalnız başı üstte gibiydi.
Bir kişinin üstünde üç dört kişinin
bacakları, kolları, vücudunun bir kısmına
isabet ediyordu. Artık yastık derdi
kalmamıştı. Başlar muhakkak
diğer birisinin vücudunu yastık gibi kullanıyordu.
Hücrede komutanların dayağına, hakaretine,
yorgunluğa, açlığa, sigarasızlığa artık
alışmıştık. Eh marşları da az çok
öğrenmiştik. Koğuşlara intikalimizi dört
gözle bekliyorduk. Koğuşlarda yatak
olduğu, gezinilebildiği söyleniyordu.
Bu arada hesapta olmayan bir şeyle karşılaştık.
Geldiğimiz günden beri
Co isimli köpekle devamlı muhataptık.
Mesela sırayla Co'ya tekmil
verdiriyorlardı.
Co'nun karşısında, "Felat Cemiloğlu,
Diyarbakır, emret komutanım"
tekmilini çok yüksek sesle
ve topuk sesiyle veriyorduk.
Co, tekmili beğenmezse havlıyordu.
Ve Co'yu memnun edemediğimiz için
cezalandırılıyorduk.
İşte bu Co, marşlar söylenirken
bizi kontrole gelmiş ve marşları
canlı söylemediğimiz için havlayarak
komutanlarımızı haberdar etmiş,
onun için de marş imtihanlarımız
üç gün tehir edilmişti.
Hücrede üç gün daha kalacağımız söylendi.
Müteakip üç gün Co'yu kızdırmayacak
davranışlarda bulunmaya çalıştık.
Bu arada mesai sırasında bazen
bir kısmımızı hücre önündeki
talim yerine çıkarıp, ya talim yaptırıyorlar
ya da birbirimize dayak attırarak
bizimle alay ediyorlardı.
Böyle bir günde Urfalı bir baba oğulla
epey eğlendiler. Baba altmış beş yaşlarında,
1,90 boyundaydı. Oğlu, yirmi beş-otuz
yaşlarında ve babasından daha iri ve
cüsseliydi. Evvela oğlunu babasına
tokatlattılar. Yavaş tokat vurduğu için
hem oğul hem baba coplanıyordu.
Beş on denemeden sonra oğulun babaya
vurduğu şiddetli tokatları beğenmediler.
Bu kere oğulu babanın sırtına bindirdiler.
Bir taraftan babayı copluyor,
daha hızlı koşması için zorluyorlardı.
Oğul babasının sırtından indikten sonra
ağlamaya başladı.
Girdiğimiz sırada hepimize ağlamanın,
inlemenin, özellikle gülmenin yasak olduğu
5 No'lu'da, "vatan haini orospu çocuğu
ibneler"in bunların hiçbirine
hakkı olmadığı hepimize söylenmişti.
Babayla oğul arasındaki bu tatbikatta
hücredeki bazı tutuklular sırıtmış, bazıları
suratlarını asmış ve oğul da ağlamıştı.
Emirlere itaat edilmediği için bütün
hücreler cezalandırıldı:
Birinci Hücre...
İkinci Hücre...
Dayak vaziyeti al!
Bu komutla herkes iki elini üst üste koyarak
hücre parmaklığından dışarı çıkarıp
nasibi kadar copu yedikten sonra yerini
aynı hücredeki ikinci sıraya bırakıyordu.
Komutanın her vuruşundan sonra,
"Emret komutanım" demeye mecburduk.
21 Haziran 1982 günü öğleden sonra
koğuşlara gönderilmek üzere
hücrelerden çıkarıldık, hücre önündeki
boşlukta toplandık.
Ben aynı koğuşa düşebilmek için
Bedii Tan'a yaklaşmaya çalıştım.
Ellerimiz yanlara yapışık, başlarımız önde,
etrafa bakmadan bana çok uzun gelen
koridorlardan geçtikten sonra,
yine bir koridorda koğuş gardiyanlarına
teslim edildik.
Külot dahil tamamen
soyunmamız emredildi. Eşyalarımız
tek tek arandı. Ondan sonra da
yüzlerimiz duvara döndürüldü,
emir verildi:
"Domal!"
Hepimizin makatları kontrol edildi.
Koğuşa girerken sırayla hepimiz coplandık.
Kırk-kırk beş kişiydik.
Akşam karanlığı bastığı sırada
cezalı 33 No'lu koğuşa girdik.
Koğuşun bütün camları kapalı
ve kırmızıya boyanmış ve de ortasına
ay-yıldız çizilmiş olduğu için koğuş
çok loştu.
İçeri girdiğimizde elli kişi kadar bir
kalabalık duvar dibinde, üçlü sıra halinde
içtimadaydı. Ortadaki soluk benizli iki kişi,
sanki mumyadan yapılmışlar
intibaını veriyorlardı.
Yalnız çakı gibiydiler. Her emirden sonra
tekmil verip, topukları üstünde dönerek
söyleneni yaptıktan sonra tekrar geliyor,
avazları çıktığı kadar bağırarak
tekmil veriyorlardı.
O gece koğuş sorumluları ellerinde yazılı
on dört-on beş maddeden ibaret koğuş
talimatını bize okudular. Talimattan
hatırımda kalanlar şunlar:
(1) Koğuşta konuşmak yasaktı.
(2) Koğuş içinde dolaşırken eller iki yanda
yapışık gezilecekti.
(3) Komutanla konuşmak, bir şey istemek yasaktı.
(4) Koğuş sorumluları dahil her çağrılan
canlı tekmil verecekti.
(5) Sabah 5.30'da herkes uyanmış, 20.30'da
yatmış olacaktı.
(6) Yatışlar sırtüstü ve nizamî olacak, esas
duruş uykuda dahi bozulmayacaktı.
(Üst ranzada yatıyorsan, kurtuluş yok,
ışık gözünün içindeydi.)
(7) Akşam 7.30'dan sonra tuvalete gitmek yasaktı.
(8) Görüşmelere on iki kişilik postalar
halinde gidilecek, kapıdan tekmil verilerek,
sayı sayılarak çıkılacaktı.
(9) "İstiklal Marşı", "Gençliğe Hitabe",
"Andımız" ve bunlardan gayri kırk altı marş öğrenilecekti.
Marşlar yüksek sesle, hareket halinde,
dizler karnına doğru çekilerek söylenirdi.
Her koğuş aynı anda ayrı bir marş söylerdi her gün,
her saat, havalandırma dahil...
Bu delirtici, çıldırtıcı bir şeydi.
İlk ve müteakip yirmi gün ranzalardaki
yatakların boş olmasına rağmen yerde,
beton üstünde yattık. İlk gece beton üstünde
olmamıza rağmen, ayaklarımızı uzatarak
yatabildiğim için çok mesuttum.
İlk üç gece üstümüze su döküyorlardı,
bidonlarla su...
Dümdüz, yüzüstü, kıpırdamadan
yatıyorsun.
Tam üç gün boyunca.
Kımıldamak yok!
Tuvalete gitmek yok!
Önümüzdeki insanın idrarı gelince...
Sıcak olurdu, ellerimizi ısıtırdı,
hatta birazcık ısınacağımız için sevinirdik
idrarın aktığını hissedince...
Yemek duayla başlar:
Bismillahirrahmanirrahim.
Allahımız'a hamdolsun.
Ordu millet var olsun.
Vatan hainleri kahrolsun!
Yemek gelir önüne konulur,
ayakta hazır olda dua okunur.
Ama yine el süremezsin yemeğe.
Önce komutanın "Afiyet olsun!"
demesi lazım ki yemeye başlayabilesin.
Öyle beklersin hazır olda.
Bazen komutan çeker gider, afiyet olsun
demeden. On beş, yirmi, yirmi beş dakika,
yemek önünde, sen hazır olda beklersin.
Sonra gelir komutan,
"Getirin yemekleri!" der,
sonra hepsini döktürür,
"Şimdi sikimi yiyin!"
der ve gider.
Mahkemeye gidiş gelişler başka âlemdi.
O tarihte koğuş sorumlusu şöyle anlatır
mahkeme faslını:
"Eller arkadan kelepçelenir.
Kelepçelerin içinden bir zincir geçer.
Yetmiş seksen kişi zincirli. Biri düştü mü,
herkes düşer yere. Ve herkes dayak yer.
Mahkemede, sırada oturuyorsun.
Asker gözünün içine bakar.
Çünkü senin gözün hiç kıpırdamayacak.
Avukatına bile bakamazsın, yasak!
Benim avukat var mı, yok mu,
bazen anlamazdım. Gözün kaydı mı,
tekmil vermek zorundasın
hapishaneye döndüğünde:
"Emret komutanım,
vukuatım vardır
komutanım."
"Dayak vaziyeti al!"
Haftada 2 bin lira para gelmesine izin
verirler. Bir başkasından 2 bin fazla
geldi mi o hafta, yanarsın.
Yani para örgütten mi geldi kuşkusu...
Ve dayak!
Korkardık, kimseden ekstra para
gelmesin diye dua ederdik.
Gece tuvalete gitme yasağı olduğu için,
büyük küçük abdestini altına kaçıranlarda
sabahleyin durumlarını tekmil vererek
komutana bildirmek mecburiyetindeydiler.
İstisnasız bütün vukuatlar sabahleyin
komutana söylenirdi. Çünkü, koğuşta
sık sık değiştirdikleri zayıf karakterli
ajanları vardı. İlgili şahıs kendi vukuatını
kendisi bildirmezse, ajanlar mutlaka bildirirlerdi.
Dizüstü çökertir ya da hazır ola geçirtir,
sonra da derler ki:
Annen, bacın elimizde;
her şeyi yaparız!
Pis sular çatıdan gelen
yağmur oluğuna bağlanmıştı.
Pislik tıkanınca taşardı.
Plastik bidonlara doldururduk.
Aynı bidona su doldurur
getirirler, suyu ondan içerdik.
Yemek çok az verilirdi.
Bir bakarsın bir gün tamamen tuzlu.
Ve yemeği bitirmek zorundasın.
Bundan sonra da üç gün su yasağı
koyarlardı.
Tek tip eşofman verdiler.
Numaralı hepsi. Kırmızı ve mavi renkli.
Eşofmanlar üstünde ıslak kalırdı.
İshal olursun.
Gece tuvalete çıkma yasağı vardı.
Gece gidersen, bunu ihbar etmeyen
daha çok dayak yerdi.
Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi'nin avlusunda tutuklu ve hükümlüler
tek tip kıyafetle "uygun adım" yürütülürken
Bir bakarsın gece beş on asker ansızın gelir:
"Kule yapın!"
En alttakinden yukarı doğru huni biçimde,
giderek azalır tarzda üst üste yığılırsın.
En alttakinin bazen kaburgası kırılır, bayılır.
Ya da bir başka komut verilir:
"Kaybol!"
Bu durumda bir anda ranzaların
altına yüz beş kişi sığışmak zorundasın.
Hiçbir el ayak gözükmeyecek.
Hamam bir başka âlemdi.
Yirmi günde bir gün sıcak, kaynar su.
Sabun verilir, tam başını sabunlarsın,
"Bir... İki... İki kırk beş... Üç..." denir.
Sabunlu olarak anında çıkman gerekir.
Koğuşa sabunlu başla gidersin.
Tuvalet de öyleydi.
"Son sayı üç" vardı yine.
Üç dediği anda çıkacaksın,
yarım kalsa bile...
Ve derhal hazır ola geçeceksin.
Haftada bir gün görüş vardı.
On ikişer kişilik gruplar halinde gidilirdi.
İki asker yanında, ikisinin de ayakları
senin ayaklarının üstünde.
Görüşünle konuşurken, ne dersen de,
asker ayağına bastı mı susacaksın.
Tam "Annem nasıl?" diyeceksin,
"Anne" der kalırsın,
çünkü ayağına basılmıştır asker tarafından...
Görüşmeler hiçbir zaman kesintisiz
bir dakikayı geçmez.
Mercimek ekmiştik.
Soramamıştım mercimek tarlalarını.
Çünkü mercimek sözcüğünü
gizli bir şifre saymışlardı bir keresinde...
1982'nin Temmuz ayı.
Ramazan geldi.
Oruç tutmak serbest dediler.
Sahura kalkmak yok.
İftar ise saat 20.00'den sonraydı.
Bu aslında "Oruç tutma, istemiyoruz!"
mesajıydı. Benim ortağım ve muhasebecim
Bedii Tan Bey oruç tuttu.
Bu arada havalandırmada, betonda,
üstümüz çıplak halde dünyanın idmanını
yaptırıyorlar. Bedii'nin orucunun farkına vardılar.
Ne yaptılar biliyor musun?
Kanalizasyon kapağını kaldırdılar, avuçla
pislik yedirdiler.
Bedii Tan ishal oldu. Çok hastalandı.
Hâlâ hatırlarım. Koğuş kapısının önünde,
buz kalıbı gibi "pat" diye betonun
üstüne düştü. Yerde yatıyordu.
Bir er ve bir çavuş gardiyan geldi,
koğuşa girdiler.
Yerde yatan Bedii Bey'in karnına
bastılar.
Bağırsakları ve böbreği patladı
Bedii Bey'in...
Bedii Tan öldü, elli yaşındaydı.
Gardiyanlara dava açıldı.
Diyarbakır E Tipi Askerî Cezaevi'nden
çıkıp cezaevi hakkında
tanık olarak ilk konuşan ben oldum.
O gardiyan 6 sene 8 ay ceza yedi.
Koğuştaki lakabı Gestapo'ydu.
Gümüşhaneli'ydi, Adnan'dı ismi...
Bir hadise oldu mu, herkes aynı ifadeyi
verirdi. Yüz beş kişi birden aynı ifadeyi:
"Bedii Tan, eceliyle öldü.
Komutanlar ilaçlarını muntazaman
veriyorlardı."
Bedii Bey 33 No'lu koğuşa girdikten
otuz üç gün sonra öldü.
Yazın koğuşun bütün pencereleri kapalı,
70 derece... Kışın bütün pencereler açık,
eksi 23 derece...
Böyle günlerde tuhaf düşüncelere
kaptırırdım kendimi, "Hiç olmazsa balkona
çıkabiliyor çocuklarım" diye geçerdi
aklımdan... Hep çocuklarımı düşündüm.
İki oğlan bir kız. İki oğlum, Haluk ile
Haldun. İkisi de İngiltere'de
tekstil mühendisliği okumuştu.
Gardiyanlar koğuşta
hep küfürle başlardı
konuşmaya:
"Ananı sikim, gel!"
"Kızını sikim, gel!"
"Karını sikim, gel!"
Seni psikolojik olarak da çökertmek,
yıkmak için her şey yapılırdı.
Kapının önüne çıkartarak
cop sokmak...
Seyredene de o copu yalatırlar.
Kusarsan, öbürüne yalatarak
yeri temizletirler.
PKK'nın ismini daha önce hiç
duymamıştım. İçeri alındıktan sonra
öğrendim. O zamana kadar
biz bu örgütü Apocular diye bilirdik.
Bu anlamda siyasetle hiç ilgilenmemiştim.
Dişlerimin çoğu sallanıyordu.
Neden mi?
Çünkü hep kalas dayağı vardı ceza olarak.
Aç ağzını derlerdi, kalası getirir,
iki elleriyle tutar ve küt diye
çenenin altından yukarı doğru vururlardı.
O kalın kalası çenene alt taraftan yedin mi,
eğer tecrübesizsen dilini ısırırdın.
Tecrübeliysen dilini ısırmazsın
ama bu sefer de dişlerin birbirine girer.
İşte şöyle bir şey.
Bana da bir gün
bir avuç bok
yedirdiler de,
bu sallanan dişlerimden kurtuldum!
Tek ayak üstünde, duvar dibinde duruyorum.
Ceza!
Ama bir süre sonra yoruluyorum.
Ayağım düşüyor yere, tutamıyorum.
Emre itaatsizlik!
Cezası:
Duvarın dibinde, kanalizasyonun kapağını
kaldırdılar, bir avuç bok alıp ağzıma attım.
Sonra ağzımda pislik,
hazır ola geçtim,
öylece duruyorum.
Kıpırdamak yok.
Temizlemek yok.
Yere tükürmek yok.
Öylece ağzın kapalı,
kımıldamadan ayakta,
hazır olda bekliyorsun.
Bir süre sonra bıraktı, içeri girdim.
Elazığlı arkadaş, ismi Ramazan.
Allah razı olsun, bazı dişlerimi iple çekti.
Çünkü temizleyemedim dişlerimi...
Altın kaplama olan iki dişten birini
cebine attı, birini bana verdi hatıra olarak.
Hapishaneden çıktıktan sonra
ilk işim dişçiye gidip
takma diş yaptırmak oldu.
Sekiz ay yattım,
Diyarbakır E Tipi Askerî Cezaevi
33 No'lu koğuşta.
Elli beş yaşındaydım.
Sekiz ayda on sekiz kilo verdim.
İğne iplik kaldım.
Çıktığımda kimse tanımadı beni.
Hasan Bey,
hapishaneden kurtulduğum zaman
genç olsaydım dağa çıkardım.
Kürt sorunu notları
devam edecek.
Kürt sorunu notları 1 | Gare katliamı... PKK'yı suçluyorum, kınıyorum, iktidarı da sorumlu tutuyorum ve silahlar artık susmalı diyorum
Kürt sorunu notları 2 | Gönül ister ki kardeşçe yaşansın!
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.03.2025
28.02.2025
20.02.2025
13.02.2025
28.11.2024
12.11.2024
24.10.2024
27.08.2024
20.04.2024
9.04.2024