Serdar KAYA
Öğrenciler arasında rekabet kaçınılmaz. Ancak, bu gerçek, rekabetin ne üzerindenolması gerektiği sorusunu ortadan kaldırmıyor. Yani, hangi alanlardaki başarıyı ödüllendirmeliyiz? Ya da, hangi alanlardaki beceriler, üniversite eğitimi almak durumunda olan bir insan için daha vazgeçilmezdir?
Bu sorulara farklı cevaplar verilebilir. Dahası, bu farklı cevapların hepsi (farklı gerekçelerle de olsa) aynı anda doğru da olabilir. Türkiye özelinde, bu soruları belki daha geniş bir perspektiften de sormak gerekli: Üniversite mezunlarımıza baktığımızda, daha çok hangi kritik alanlarda yetersiz olduklarını görüyoruz? Ya da, eğitim sistemimiz öğrencilere hangi temel becerileri kazandırmaktan uzak?
Bu şekilde sadece üniversite adaylarını değil, üniversite mezunlarını da hesaba katmak, şu soruları da dikkate almayı mümkün kılıyor: Eğitim sistemimiz, hayati öneme sahip olan hangi becerileri hiç test dahi etmiyor? Yani, Türkiye’de insanlar kimi temel konularda doğru düzgün sınanmadan üniversite diploması alabiliyorlar mı? Şayet alabiliyorlarsa, bu temel konular hangileri?
Türk eğitim sisteminin mantık açığı
Bu sorulara benim cevabım şu: Türk eğitim sisteminin en öncelikli problemi, müfredatından eğitim kadrosuna dek her alanında ciddi bir mantık açığına sahip olması. Hatta, Türkiye’de en temel mantık hatalarına karşı körlük ve kayıtsızlık o denli ileri bir safhada ki, üniversite mezunları bile bu yöndeki hatalarına işaret edildiğinde, (hatayı fark etmek ve düzeltmek şöyle dursun) çoğu zaman muhataplarının tam olarak neden söz ettiğini anlamakta dahi zorluk çekiyorlar – ve daha da kötüsü, böyle bir zorluk yaşadıklarının da farkında olmuyorlar.
Böyle bir eğitim sisteminin, tamamı bir mantık hatasının üzerine bina edilmiş olan tezler savunan insanları doktor ilan etmesi de nadir değil. Bu şartlar altında, belki buna şaşırmamak da gerekli. Ancak, bütün bunlar, Türkiye’de, üniversitelere girmeye hangi kriterler doğrultusunda hak kazanmak gerektiğini belirlemeden çok önce, genel anlamda eğitimin insana neler kazandırması gerektiği üzerinde bir farkındalık ve uzlaşının ortaya çıkması gerektiğini ima ediyor.
Beşeri sermaye
2006 yılında gösterime giren İdiyokrasi adlı komedi filmi, mantığı dışlayan bir eğitim sisteminin bir ülkenin beşeri sermayesine vereceği zarar hakkında düşünmemize yardımcı olabilir. İdiyokrasi, günümüzde zeki ve eğitimli insanların az, eğitimsiz olanların ise çok çocuk yapmalarından ötürü ortaya çıkmış olan korkunç bir gelecekte geçer. Bu gelecekte, yüksek zeka genleri havuzdan elenmiş, hayatın her alanı gerizekalılık sınırındaki insanların yönetimine geçmiştir. Doktorlardan hakimlere, politikacılardan bürokratlara dek herkes, zeka itibariyle, kendi branşlarındaki en temel gerçekleri dahi idrak edemeyecek seviyededir. Dolayısıyla, hiçbir iş yolunda gitmemekte ve gelişme kaydetmek bir yana, mevcudu muhafaza etmek dahi mümkün olmamaktadır.
Bu örneğin abartılı olduğunu kaydetmekle birlikte, şu soruyu yine de sormak gerekli: Türkiye’de de (genetik nedenlerden olmasa da) benzeri bir yetersizlik sorunu yaşıyor olabilir miyiz? Ya da, Türkiye’de (rasyonalitenin sistemli olarak dışlanmış olmasından ötürü) insanlar kapasitelerinin çok altında bir seviyede düşünüyor ve hareket ediyor olabilirler mi? Ya da, bizler, ülkemizde hakim olan düşük seviyeyi kanıksadığımız ve dünyayı da zaten çok fazla bilmediğimiz için, gelişmiş ülkeler ile aramızdaki düşünsel uçurumdan büyük ölçüde habersiz yaşıyor ve ortadaki problemin boyutunun ciddiyetini fark dahi etmiyor olabilir miyiz?
Ne yapmalı?
Mantık açığı, sinsi bir hastalık. Zira, yapısı gereği, varolduğu ölçüde fark edilmesi zorlaşıyor. Ne var ki, Türkiye’de insanlar en azından eğitim alanında (tam olarak ne olduğunu bilmeseler de) bir şeylerin epey yanlış gittiğinin farkındalar. Bu farkındalığın sonuçlarından biri de, okullarda umduğunu bulamayan insanların kendi çabalarıyla açıklarını kapamaya yönelmeleri. Türkiye’de yıllarca yabancı dil dersi gördüğü halde ilgili lisanı düzgün bir şekilde konuşamayan ve bu nedenle gerek kurslara giderek gerekse yurtdışına çıkarak bu konuda kendisini yetiştirmeye çalışan çok sayıda insanın varolması, bu durumun yaygın örneklerinden sadece biri.
Öğrencilerin eğitim sisteminin içinde harcadıkları onca zaman ve emek düşünülecek olursa, Türkiye’de okulların aslında öğrencileri mağdur eden kurumlar oldukları dahi söylenebilir. Bir şekilde bir üniversiteden mezun olan, ancak branşlarında aslında pek de ciddi bir alt yapıya sahip olmadıklarını hissettikleri için ciddi bir hayalkırıklığı yaşayan yüzbinlerce insan da bu mağdurlar ordusuna dahil edilebilir. Peki bu konuda ne yapılabilir? Ya da, insanlar, eğitim sisteminin kendilerini düşürdükleri durumdan kurtulma adına neler yapabilirler?
Bu soruya verilen belki de en yaygın cevap (maalesef) okumak. Bu yaklaşım, bilginin kitaplarda bulunduğu ve okumak suretiyle edinilebileceği varsayımına dayanıyor. Halbuki, okumaya başlamadan önce, okumayı öğrenmek gerekli. Bu ise, okunan metnin sıhhatini sınayabilecek ve karşı karşıya geldiği mantık dizilerindeki olası arızaları tespit edebilecek bir seviyeye erişmiş olmakla mümkün.
İngilizce, mantık ve yöntem
Takriben dokuz senedir yazı yazıyorum. Bu süre zarfında aldığım mesajları kategorilere ayırsam, nicelik itibariyle birinciliği herhalde hakaret içerikli olanlar alır. İkinci sırada ise – ilginçtir – okuma listesi talep edenler var. Ancak ben bu yönde taleplerde bulunanlara (şayet spesifik bir arayış içinde değilseler) kitap okumak yerine, (1) çok iyi derecede İngilizce, (2) mantık, ve (3) yöntem öğrenmelerini tavsiye edegeldim.
İngilizce öğrenmeyi gerekli kılan birincil neden, Türkçe kaynakların yetersiz olması. İngilizcenin rasyonel düşünmeye yardımcı olan teknik yapısı ve güncel Türkçe ile mukayese edilemeyecek kavramsal zenginliği ise, ikincil nedenler arasında.
Mantık ise, işin okumayı öğrenme kısmı ile ilgili. Mantık hatalarının yapılarını ve bu hataları formülize edebilmeyi öğrenmek, nihayetinde de bu konuda soyut seviyede düşünmeye alışarak karşılaşılan somut argümanlardaki problemleri tespit edebilecek hale gelmek, okumayı öğrenme adına kat edilmesi gereken belki de en büyük aşamalar.Mantığa Giriş kategorisindeki kaliteli ders kitapları ya da ABD’deki GMAT, GRE gibi standart testlerin eleştirel düşünce eksenli soruları, bu konuda başvurulabilecek olan en iyi kaynaklar arasında.
Son olarak, yöntem ise, bilgiye nasıl ulaşılabileceği ve bir argümanın nasıl sınanabileceğini öğrenme adına merkezi öneme sahip. (Yöntem, biraz daha profesyonel yardım gerektiren, yani otodidakt olmaya daha az müsait olan bir konu olduğu için detaylandırmıyorum.)
Okumayı öğrenmenin daha eğlenceli yolları
Okumayı (yani düşünmeyi) öğrenmenin daha eğlenceli yolları da yok değil. Başlangıç seviyesinde de olsa, akıl yürütmeye ve problem çözmeye dayalı film ve dizileri izlemek de bu konuda ufuk açıcı olabilir.
Bu çerçevede belki de ilk akla gelen dizi House, M.D.‘dir. ABD’deki özel bir hastanede teşhis uzmanı olarak çalışan Doktor House, nadir görülen, çözülmesi zor vakalarla ilgilenir. Dizinin her bölümünde, zor bir problemi çözme adına ortaya atılan açıklamalar ve her olası açıklama doğrultusunda yapılan testler havada uçuşur. Bu süreçte güçlenen ve zayıflayan açıklamalar doğrultusunda teşhise ulaşılır.
İkinci ve aynı derece başarılı bir örnek, bir hukuk dizisi olan The Good Wife olabilir. Hukuk, okuduğunu anlama, yorumlama, soyutlama ve bu doğrultuda akıl yürütme gibi yeteneklerin en kritik öneme sahip olduğu branşlar arasındadır. Dizinin özellikle mahkeme sahneleri, benzerine az rastlanır kalitede argümantasyon örnekleri içerir.
Üçüncü bir örnek ise, Criminal Minds olabilir. Dizi, büyük ölçüde, FBI bünyesindeki (gerçekte de varolan) Davranışsal Analiz Birimi‘ndeki psikologların, suça bakarak suçlunun profilini çıkardıkları ve bu profile dahil olan kriterler doğrultusunda çemberi daraltarak aradıkları kişiyi buldukları gerçek vakalardan mülhemdir. (Thomas Harris’inKuzuların Sessizliği gibi klasikleşmiş romanları da aynı prensip üzerinde kuruludur.)
Bu diziler (ya da Pi ve The Aura gibi aynı doğrultudaki filmler), insan aklının nasıl kullanılabileceği konusunda çok iyi örnekler içerir. Dikkatli seyirciler, bu yapımları gerekli saygı ve itina ile izlerlerse milli eğitimin okullarında hiçbir zaman öğrenemeyecekleri kadar önemli şeyler öğrenebilirler.
Bazı sorular
Bizim de böyle film ya da dizilerimiz var mı? Eğer yok ise, neden yok?
Bizim dizilerimiz neden daha çok Orta Doğu ülkelerinde kendilerine alıcı buluyor? Gerçekten iyi bir şekilde pazarlansalar, acaba ne kadarı Batıda ya da genel anlamda gelişmiş ülkelerde alıcı bulur? Daha da önemlisi, bu yapımlar bir şekilde farklı ülkelerde yayına verilecek olsa, daha çok hangi sosyoekonomik gruptan insanların ilgisini çeker?
Sonsöz
Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz,
Görünür kişinin rütbe-i aklı eserinde
Ziya Paşa
–––––
[Önümüzdeki pazar: "Mantıklı" bir üniversite sınavı]
Yazı arşivi: Eğitim konulu diğer yazılar
Fotoğraf: Harvard Üniversitesi, Massachusetts (21 Ağustos 2007, Serdar Kaya)
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUBu çağda harita böyle değişiyor 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTrump niçin İran’ı vurdu? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.06.2019
17.06.2018
6.04.2015
23.03.2015
16.03.2015
20.01.2015
15.01.2015
17.11.2014
1.10.2014
12.08.2014