Halil BERKTAY
Benim bir derdim, jüri sisteminin olası kültürel sonuçlarıyla ilgili.
İngiltere ve (İngiliz toplumunun bir uzantısı olarak) ABD’de, ortaçağdan yeniçağa, sonra 19. ve 20. yüzyıla siyaset ve hukuk öyle evrildi ki, nasıl kralın yanına parlamento erken bir aşamada yerleştiyse, jüri de hayli erken bir aşamada mahkeme salonuna yerleşti ve yargı sürecini de küçük ölçekli bir parlamentoya; bir tür parlamenter tartışmaya, halkın hakem rolü oynadığı bir münazaraya dönüştürdü. (Ya da belki tersten, parlament “en büyük konuşma mekânı, jüri veya mahkeme” oldu diyebiliriz.)
Özetle, jüri toplumsal vicdanı temsilen oradaydı oradadır ve iddia makamının da, savunmanın da, öncelikle ortada bir suç olup olmadığı konusunda jüriyi ikna etmesi gerekir. Müsnet suç var/yok hükmünü jüri verir; var demişlerse ilgili kanun maddesine göre cezayı mahkeme (yargıç) biçer. Dolayısıyla ağırlık, doğrudan devleti (= hâkimi/hâkimleri) değil, jüriyi (= halkı) ikna edip etmemeye kayar. Savcı(lar) ve savunma avukat(lar)ı, bunun için kendi delil ve tanıklarını sunar; gene bunun için çıkıp uzun uzadıya konuşurlar. Bu da üst düzey iletişim becerilerini açıklayabilmeyi, anlatabilmeyi, meseleleri net ve mantıklı bir şekilde ifade edebilmeyi gerektirir. Zamanla sistemin tamamına ve hukuk öğrenimine bu icaplar siner, yerleşir; kötü yazan ve konuşan savcı ya da avukat diye bir şey kalmaz; önemli ve gerçekten ilgi uyandıran herhangi bir dâvâ da olmaz ki sona erdiğinde, hele bugünün şeffaflık düzeyinde, kamuoyu ne olup bittiği hakkında az buçuk bilgilenmemiş olsun.
Bu karşılaştırmalı zeminde, bizde yargının ne gibi sorunlarla malûl olduğunu görmek zor olmasa gerek. Türkiye’de ceza yargısı, devlet, halk ve sanık(lar) arasında değil, sırf devlet ile sanık(lar) arasında geçer. Jüri olmadığı gibi, mahkeme salonu her haliyle sivil toplumun bir parçası değil Adalet Bakanlığı’nın bir şubesi, bir devlet dairesi olduğu mesajını verir. Asık suratlı ve korkutucu bir yerdir; heyet kimseyle “diyalog” kurmaya yatkın bir üslûp kullanmaz (herhalde bu olasılığı aklından dahi geçirmez): başkan tek-yanlı bir buyurganlıkla herkese “sen” diye hitap etmeyi nedense olağan görür.
Sonuçta, sadece ve sadece (devleti temsilen) mahkemeyi ikna etmek önemlidir. Tersten bakarsak, mahkeme de sanıkları ve avukatları veya onların şahsında kamuoyunu ikna edip etmemekle ilgilenmez. Bu yüzden, çoğu durumda sanıkları sorgulamayı da ciddî tutmayabilir. Kendisi dosyayı ve delilleri biliyor ya; gerisinin ne önemi var ? Şu veya bu sanığı alenen tutarsızlığa düşürmüş; ister iki farklı ifadesi, ister onun ve başkalarının ifadeleri, ister kendi ifadeleri ile maddî deliller (bantlar, disketler) arasındaki çözümleri yüzüne vurmuş veya vurmamış; kime ne ? Pekâlâ böyle “şahsî didişme”lere hiç girmeyip büyük ölçüde “dosya incelemesi” üzerinden karar verebilir; zaten gerisi, Yargıtay’la kendisini (yani gene devletin iki daire veya kademesini) ilgilendirir. Benzer bir üşengeçlik savcılığa dahi sirayet eder. Çok tipik olarak, delilleri tartışmaksızın kanaat bildirirler. Diyelim tahliye talepleri karşısında, dosyada ne var ne yok doğru dürüst belirtmek yerine, “delil durumu”na genel ve müphem bir atıfla bir kalıbı tekrarlamakla yetinirler.
Bilinçli veya (muhtemelen) bilinçsiz bu tavır, kullanılan dille ve iletişim becerileriyle (daha doğrusu beceriksizlikleriyle) de iç içedir. Aynen böyle; her şeyin kalıplar ve başı sonu belirsiz cümlelerden ibaret olduğu, herhalde Ahmet Cevdet Paşa’dan ve Mecelle’den kalma garip bir üslûp söz konusudur. Anlaşılmak değil anlaşılmamak üzerine kuruludur. Kendi başına afsunlu bir devlet gizemidir. Zaman zaman, sözcükleri itibariyle öztürkçeleştirilir. Ama o içinden çıkılmaz cümle yapısı hep aynı kalır. Hukuk fakültelerinde genç avukat, savcı ve yargıç adayları demokrasi ve özgürlüğe karşı işlenmiş suçlar bilinci ve sorumluluğuyla değil, devlete karşı işlenmiş suçlar zihniyetiyle yetişirler; bu bir (ki bu da elbet bir yerinden, “liberalizm” tartışmasıyla da ilgilidir). Devleti değil toplumu, halkı, kamuoyunu enforme ve ikna etmek bilinciyle ve buna uygun bir kültür derinliğiyle yetişmezler; iki. Bu da işte şu “Balyoz” yargılamasından apaçık ortadadır.
Jüri sistemi olsa her şey düzelir mi, o da ayrı mesele. Hele Türkiye’de ve bu dar hamlık düzeyinde, “Mississippi tarzı bir yerel yargı”ya da yol açabilir kuşkusuz. Ben sadece, mevcut “halksız yargı” sisteminin bazı sonuçlarından söz ediyorum. BBC’nin Hard Talk programını izler misiniz ? O haftalarca çalışıp hazırlanmış, muhatabının üzerine otuz yıldır söyleyip yaptığı her şeyi hatırlatarak giden yırtıcı spikerleri, bizim panel moderatörlerimizin tembelliği ve yumuşak olurculuğuyla karşılaştırdınız mı hiç ?
İddia ediyorum ki bu delil yığınlarıyla, Amerikan tarzı hukuk öğrenimi görmüş bir savcı ve yargıçlar grubu gelsin ve o biçim sorgulama yapsınlar hiçbir mugalata sökmez, Balyoz ve Ergenekon sanıkları beş dakikada duman olur, kimsenin de aklında en ufak tereddüt kalmazdı.
Yazarlar
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Marg bar Amrika!” nereden çıkmıştı? 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024