Ayşe HÜR
Geçtiğimiz hafta duygusal açıdan çok yoğundu. İslami kesim için 1989’da ihdas olunan 16-20 Nisan arasındaki Kutlu Doğum Haftası’nın son günleriydi. Laik/cumhuriyetçi kesim için 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı önemli bir gündü. Ermeni toplumu için 24 Nisan Soykırım’ın 100. yıldönümüydü. Çanakkale’de savaşan Avustralyalı-Yeni Zelandalılar için 25 Nisan Anzak Günü ‘milli’ öneme haizdi. Bir de devletimizin yeni icat ettiği 24 Nisan, “Çanakkale Savaşı’nın 100. yıldönümü” törenleri vardı. ‘Yeni icat ettiği’ diyorum, çünkü Çanakkale Savaşları’nın, 1. veya 99. yılı için bu tarihte bir tören yapılmış değildi. Öte yandan 24 Nisan, Çanakkale Savaşı içinde anılacak, kutlanacak herhangi bir olaya tanıklık etmemişti. Dolayısıyla, bu günün, başta Erivan (Yerevan) olmak üzere Türkiye’de ve dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan 1915 Ermeni Soykırımı’nın 100. yılı anmalarını gölgelemek için icat edildiğini düşündüm. Neden böyle düşündüğümü her zamanki gibi biraz uzun yoldan anlatacağım. Uzun yoldan dedim ama korkmayın Osmanlı İmparatorluğu’nun bir oldubittiyle nasıl savaşa girdiğinden başlamayacağım. (Merak edenler şu yazıma bakabilirler: Okumak için tıklayın) Yazının Çanakkale Savaşı’nın özetini içeren ilk bölümünü okumak istemeyenler/okumaya vakti olmayan ise doğrudan 25 Nisan Anzak Günü bölümüne geçebilirler. O bölümün çoğu kişi için ilginç/yeni bilgiler içerdiğini umuyorum.
İTİLAF GÜÇLERİ LİMNİ’DE TOPLANIYOR
Ruslar Sarıkamış yönünde ilerlerken, İngilizler de Çanakkale Boğazı’na doğru askerî harekâta başlamıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun kendisini neredeyse zorla savaşın içine atmasından sonra İtilaf Devletleri’nin Osmanlı İmparatorluğu’na ‘saldırması’ savaşın genel mantığı için hiç de garip değildi.
Çanakkale’ye ilk bomba 3 Kasım 1914’te atılmıştı ama Çanakkale ile ilgili kapsamlı bir plan ortada hâlâ yoktu. Aralık sonunda Savaş Konseyi Sekreteri Yarbay Maurice Hankey, eğer İstanbul alınırsa, tek cephane fabrikasıyla bağı kesilen Osmanlı ordusunun savaşa devam etmesinin zorlaşacağını, böylece Balkan Devletleri’nin umutlarını İtilaf Devletleri’ne bağlayacaklarını, Almanya’nın hem Doğu’da hem Batı’da savaşıyor olmaktan dolayı dikkatinin dağılacağını, Çanakkale Boğazı’nın yeniden açılmasıyla da Rusların Avrupa’nın ihtiyacı olan buğday ihracına tekrar başlayabileceğini içeren planını sundu. Başından beri Çanakkale’yi gözüne kestirmiş olan Churchill bu planı pek beğendi. Askerî uzmanların kara harekâtı ile desteklenmeden yapılacak bir deniz harekâtına karşı çıkmalarına kulak asılmadı ve 1 Şubat 1915’te Bulgaristan’ın Almanya’nın yanında savaşa katılmasının ardından Fransız ve İngiliz güçleri büyük bir hızla Limni Adası’nın doğal limanı Mondros’ta toplanmaya başladı.
DENİZ HAREKÂTI BAŞLIYOR
19 Şubat 1915 günü başlayan harekât, mayın ve lağım bölgelerini koruyan bataryalar susturulduktan sonra açılan geçitten Marmara’ya girilmesi üzerine kurulmuştu. Bu yüzden sadece iki deniz piyade taburu harekâta katılmıştı. Savaşın başlaması İngiliz halkını çok heyecanlandırdı. Herkes Rusya’dan gelecek buğdayları beklemekteydi. Aynı heyecan Rusya’da da görülüyordu. Onlar da bir an önce ellerindeki buğdayı paraya çevirmeyi hayal etmekteydi. Balkan ülkeleri Osmanlı İmparatorluğu’nun yenileceğine ilk kez inanmışlardı. Venizelos, tekrar Gelibolu’ya çıkartma yapmayı teklif etti ama bu sefer Ruslar hayır dediği için savaşta yerini alamadı. İngilizler Yunan takviyesinin olmamasına üzülmekle birlikte iyimserliklerini bozmadılar. Hatta Lord Kitchener, daha önce kararlaştırıldığı halde, 29. Tümen’in savaşa katılmasına gerek olmadığını açıkladı. Onun yerine Mısır’da toplanan Avustralya ve Yeni Zelanda birlikleri gönderilecekti. Bizler daha sonrada bu askerlere birliklerin İngilizce adının (Australian and New Zealand Army Corps) kısaltması olan ANZAC’tan dolayı ‘Anzaklar’ dedik. Birinci Dünya Savaşı’nda Britanya’nın denizaşırı ülkelerine yaptığı çağrı üzerine bu ülkelerden binlerce genç gönüllü olarak askere yazılmıştı. Aslında amaçları Almanlara karşı savaşarak anavatan bildikleri Britanya’ya yardım etmek olan bu gençlerin bir bölümü kendilerini Nisan 1915’de adını bile bilmedikleri Gelibolu’da bulmuşlardı.
18 MART DENİZ ZAFERİ
(18 Mart 1915 günü Irresistible’nin batışı)
17-18 Mart gecesi Boğazı tarayarak mayın olmadığı kanısına varan İtilaf Donanması 18 Mart’ta büyük saldırıya başladı. Ama Nusret (Nusrat) mayın gemisinin 7/8 Mart gecesi Karanlık Liman’a döşediği 26 mayın I·ngilizlerin Queen Elizabeth dretnotunun isabet almasına, Inflexible kruvazörünün ağır hasara uğramasına, Irresistible ve Ocean zırhlısının batmasına, Agamemnon zırhlısının hasara uğramasına, ayrıca dört torpido, bir mayın tarama gemisinin hasara uğramasına neden oldu. Fransızların Suffren zırhlısı ag?ır hasara ug?radı, Bouvet zırhlısı battı, Gaulois zırhlısı batacak kadar ag?ır hasar gördü. Charlemange zırhlısı çok ag?ır hasara ug?radı. Ayrıca 1.273 ölü, 647 yaralı vardı.
Daha sonra bir İngiliz askerî yetkili “O uğursuz Mart ayında, üç tümenlik bir askerî güç Gelibolu Yarımadası’na çıkarılsaydı, ordumuz Bolayır’a kadar şan ve şerefle yürürdü” diyecekti. Bu yargı doğru mudur bilinmez ancak, 25 Nisan’da başlayan kara harekâtı da İtilaf Devletleri’nin kaderini değiştirmeyecekti. Çünkü, aradaki bir ayda, Osmanlı İmparatorluğu, Çanakkale’de 5. Ordu’yu kurmuş, başına Liman von Sanders’i atanmıştı. Askerler yerlerini almışlar, mevzilerini sağlamlaştırmışlar, yolları, gözetleme yerlerini yenilemişler, yarımadayı boydan boya dikenli tellerle çevrelemişlerdi. Artık boğazın her santimetrekaresi topçu ateşinin alanına giriyordu. Hazırlıklar mükemmeldi ve coğrafya ev sahibinden yanaydı. Sahil hattının hemen yanında yükselen girintili çıkıntılı tepeler, sel yataklarından oluşan derin ve bozuk hendekler, vadiler ve dağlar, sert ve tuzlu toprak da düşmana geçit vermeyecekti.
25 NİSAN 1915 KARA HAREKÂTI
Karaya çıkış için dört nokta seçilmişti. Suvla (Anafartalar) Limanı veya çevresi, Kabatepe’nin hemen kuzeyi veya güneyi, yarımadanın güney ucundaki İlyas Burnu ve Seddülbahir çevresi. Anafartalar boğazın dar yerinden ve Kilitbahir’den uzak olduğu için elendi. Kabatepe’nin kumsalları çıkartmaya uygundu ama çevresi çok iyi tahkim edilmişti. En uygun yer Seddülbahir’di. Buraya yapılacak bir çıkartma Kabatepe’ye yapılacak ikinci çıkartma ile birleştirilebilirse başarı garanti görünüyordu. Seddülbahir’e 29. Tümen ile Fransız kuvvetleri, Kabatepe’ye iseAnzaklar çıkacaktı. Ayrıca Bolayır’da bir şaşırtma operasyonu yapılacaktı.
25 Nisan 1915 günü, sabaha karşı üzerlerine “Türk Lokumu”, “İstanbul’a”, “Harem’e” yazılı pankartlar asılmış olan gemiler günün sevilen müzikleri eşliğinde çıkartma yapmak üzere harekete geçtiğinde 11. Tabur’dan Onbaşı Thomas Louch annesine şöyle yazmıştı: “Herkesin olayları böyle sakin kabul ettiğini görmek ne kadar iyi. Birkaç saat sonra kıyamet kopacak, ama şimdi herkes neşeli, kimi kâğıt oynuyor, kimi şarkı söylüyor, kimi de benim gibi yazıyor. Gören birkaç mil ötede savaş olduğuna asla inanmaz. Altın Boynuz’a vardığımızda benden bir mektup bekleyebilirsin ama şimdi söyleyecek başka şey kalmadı.”
Bundan sonra büyük bir kargaşa yaşandı. Filikalar karmakarışık bir halde Arıburnu çevresine yaklaştılar ve hiçbiri önceden planlanan yere çıkamadı. İleriki yıllarda Türk tarafı bunu çıkartma yerini işaretlemek için konulan dubanın yerini değiştirmeleri ile açıklarken, İngilizler şiddetli akıntıyla açıklayacaktı. Ancak altmış yıl sonra, askerlerini Kabatepe’den gelecek bir ateşten korumak isteyen Metcalf adlı bir astsubayın filikasını 22,5 derece kuzeye çektiğini, onu izleyen diğerlerinin de doğal olarak kuzeye kaydığı ortaya çıktı. Aslında Metcalf haklıydı. Hakikaten de Kabatepe tarafı çok iyi tahkim edilmişti. Belki de oraya çıkılsa da durum değişmeyecekti ama bu durum, yıllarca acaba “Kabatepe’ye çıkılsaydı sonuç farklı mı olurdu?” sorusunun sorulmasına neden oldu.
“CESETLERDEN İSKELE”
Gün ağarırken filikalar büyük bir sessizlik içinde kıyıya yaklaşmışlardı. Askerlerin ilk duyduğu ses bir kuş sesiydi ancak bunu hemen silahların sesi izledi. Ortaya çıkan korkunç durumu Teğmen R. B. Gillet şöyle anlatmıştı: “Filikalar şimdi hemen hemen birbirlerine yanaşmış olarak kıyıya kadar uzanıyordu ve içleri parçalanmış cesetlerle doluydu. Sonuncu filika ile kıyı arasında cesetlerden bir iskele vardı. Ölülere basmadan kıyıya çıkmak mümkün değildi ve koyun suları kandan kıpkırmızı kesilmişti.”
Bundan sonrası çok kanlı geçti. Ama konumuzla ilgili olmadığı için olayları anlatmayacağım. Sadece bazı tarihler ve adlar vereceğim. Hepsi 1915 yılında olmak üzere 28 Nisan Birinci Kirte Muharebesi, 6-8 Mayıs I·kinci Kirte Muharebesi, 19 Mayıs Liman Von Sanders’in Anzaklara başarısız taarruzu, 4-6 Haziran Üçüncü Kirte Muhaberesi, 21 Haziran Kerevizdere Muharebesi, 13 Temmuz İkinci Kerevizdere Muharebesi, 9 Ag?ustos Birinci Anafartalar Muharebesi, 17 Ag?ustos Kireçtepe Muharebesi, 21 Ag?ustos İkinci Anafartalar Muharebesi, 19/20 Aralık İtilaf Güçleri’nin Anafartalar ve Arıburnu bölgesinden çekilmesi, 8/9 Ocak 1916 gecesi Seddülbahir bölgesinden çekilmesi ve Çanakkale Savaşı’nın sona erişi… Herhalde, 24 Nisan’da ne İtilaf Güçleri ne Osmanlı tarafı açısından önemli bir olayın yaşanmadığını anlamışsınızdır.
İlginçtir, bu önemli olaylardan sadece ikisi yıllardır törenlerle anılıyor: İtilaf donanmasının neredeyse yarısını kaybettiği 18 Mart 1915 günü, 1916 yılından itibaren “Şehitler Günü” olarak kabul edildi. Anmaların adı zamanla değişti, bazen törenli, bazen törensiz, bazen toplantılarla, bazen sadece yazılarla oldu ama son 50 yıldır, belki de daha fazla zamandan beri 18 Mart, ‘Çanakkale Deniz Zaferi’nin yıldönümü olarak coşkuyla kutlanıyor. Bu da gayet anlaşılır bir durum. Milli duyguların, milli kimliğin oluşmasında ve sürdürülmesinde bu tür önemli günlerin rolü konusunda uzun uzun yazmaya gerek yok herhalde.
25 NİSAN ANZAK GÜNÜ’NÜN TARİHÇESİ
Kara harekatının başladığı 25 Nisan 1915 günü ise bu harekat sırasında büyük kayıplar veren Anzakların ülkeleri için çok önemli bir ‘milli gün’ oldu. Bu da gayet anlaşılır bir durum çünkü o gün başta olmak üzere İtilaf Güçleri Çanakkale’den çekilinceye yani, 8/9 Ocak 1916 gününe dek karaya çıkan her beş Anzak askerinden biri yani 11.480 kişi, Çanakkale’de hayatını kaybetmişti. O yıllarda Avustralya’nın nüfusunun 4,5 milyon (500 bini yerli/Aborjin),Yeni Zelanda’nın nüfusunun bir milyondan biraz fazla (100 bini yerli Maori) olduğunu düşünürsek, kayıpların nasıl bir travmaya neden olduğu anlayabiliriz. Aslında Anzaklar Belçika ve Fransa’da Çanakkale’den beş kat fazla kayıp vermişlerdi ama hem ilk kayıpların Gelibolu’da olması, hem de Gelibolu’nun ‘Hristiyan toprağı’ olmaması yüzünden 25 Nisan günü kolektif bellekte farklı/özel bir yer işgal etmişti. (Ancak şunu da not edelim ki, o gün harekatta çok ağır kayıplar veren İngilizlerin, 25 Nisan’ın ‘Anzaklar tarafından temellük edilmesi’ne ve başarısızlığın İngiliz komutanlara maledilmesine itirazları vardır.)
(Avustralya-Queensland’da Anzak Günü, 1922)
Savaş bittikten sonra Anzak aileleri için evlatlarının mezarlarını bulmak derdi başladı. Analar Gelibolu neresidir, çok uzak mıdır, evlatlarının bir mezarı var mıdır gibi birbirinden acı verici soruyla boğuşuyordu. Britanya Parlamento’sunun Mezarlık Belirleme Grubu’nun mezarlıkların çok kötü durumda olduğu, tahta haçların söküldüğü, mezarların sistemli biçimde soyulduğuna dair raporuyla Avustralyalı anneler çılgına dönebilirdi neyse ki savaş sonrası tüm Anzak askerlerinin tarihini yazmakla görevlendirilen gazeteci C. E. W Bean (ilerde önemli bir tarihçi olacaktı) mezarlar konusunda son derece makul bir rapor yazarak ortalığı yatıştırmıştı. Bean’e göre bu tür durumlar vardı ama arızi idi, kesinlikle merkezin bilgisi dahilinde değildi. “Türkler onurlu düşmanlarımız olduklarını kanıtladılar. Onlar mezar soyguncusu” değildi. Ancak bu yetmiyordu çünkü aileler evlatlarının mezarlarını düzenlemek, onları onurlandırmak için Çanakkale’ye gelmek istiyorlardı. Ancak hem iki ülke birbirine çok uzaktı (o yıllarda uçak yolculuğu yoktu, gemi yolculuğu ise 3-4 ay sürüyordu) hem de henüz ortalık durulmadığı için İtilaf Güçleri buna izin vermeye gönüllü değillerdi.
ATATÜRK’ÜN AVUSTRALYALI ANALARA SESLENİŞİ
1919’dan itibaren bazı özel firmalar Avrupa ve Ortadoğu’ya yönelik mezar seyahatleri düzenlediler, duraklar arasına İstanbul’un eklenmesi ancak 1923 yılında mümkün oldu. Çünkü mezarlıklar konusu 1922-1923 Lozan Barış Görüşmeleri’nde önemli tartışmalara neden olmuştu. Sonunda mezar alanlarına serbest giriş şartıyla mezarlıklar Türkiye’nin kontrolüne bırakılmıştı. O yıl aileler önce İstanbul’a geliyorlar, sonra motorlarla Çanakkale’ye gidiyorlar, karaya çıkmadan savaşın yapıldığı coğrafyayı uzaktan izliyorlardı.
1925’teki ikinci ziyaret, Yeni Zelanda’nın Conkbayırı’nda inşa ettirdiği anıtın açılışına denk getirildi. Bu sefer yolcuların karaya çıkmasına izin verilmişti. Dualar, resmi mesajlar ve marşlar söylendi ve ayrılındı. 1926’daki ziyarette ise gemidekilere Anzakların çıkartma yaptığı koya (ki o dönemde koya Türkler bir ad vermemişlerdi, Anzaklar ise Helles diyorlardı) çıkma izni verilmişti. 1929’da gayri resmi şekilde ve Nisan yerine Eylül ayında Kilye Koyu’ndan dolanarak Helles Koyu’na gelindi. 1934 yılında gazilerin de katıldığı bir ziyaret yapıldı ama bölgeye gidişin sıkıntılı olması, hem Batı nezdinde hem de Avustralya ve Yeni Zelanda’da büyük bir kaygıya neden olmuştu. Gazetelerde “acaba barbar Türkler intikam için mezarları dağıtıp, talan ederler mi?” mealinde yazılar çıkıyordu. 1934 yılının başına kadar bu durum sürdü. Ve sonunda Atatürk, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’nin 19. yıldönümü törenlerinde, Cesarettepe’de açılan Mehmetçik Abidesi’nin önünde okunmak üzere Şükrü Kaya’nın eline bir metin verdi. Atatürk’ün el yazısıyla yazılmış metinde şunlar yazıyordu: “Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın topraklarındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyas¸larınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bag?rımızdadır, huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu topraklar için canlarını verdikten sonra artık bizim de evlatlarımızdır.”
ŞAFAK AYİNİ’NİN RESMİYET KAZANMASI
Neredeyse her okuyanın gözlerinin yaşarmasına neden olan bu sesleniş, hem hümanist içeriği hem de zamanlaması itibariyle Mustafa Kemal’in politik dehasını yansıtıyordu. Nitekim bu sözler Avustralya ve Yeni Zelanda’da büyük yankı uyandırdı. Ve annelerin yaralı yüreği birazcık da soğumaya, basın sakinleşmeye ve dedikodular sönümlenmeye başladı. Bir süre sonra da “barbar Türkler”, “mezarların güvenliği” gibi konular gündemden düştü. 1936 yılında Boğazların statüsünü belirleyen Montreux (Montrö) Antlaşması’nın arifesinde gemilerle beş büyük sefer yapıldı. Bu ziyaretlerde henüz 25 Nisan Anzak Günü deyince ilk akla gelen ‘Şafak Töreni’ veya ‘Şafak Ayini’ yapılmıyordu. Bu tören, Avustralya’da ancak 1939’da resmiyet kazandı.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Anzakların Türkiye’ye ilgisini sürmekle birlikte fiilen bunu göstermeleri zordu. Savaş sonrası durumu ise 3 Mayıs 1950’dan 31 Aralık 2007 tarihine kadarki tüm gazetelerini internete yükleyen Milliyet gazetesinin arşivinde yaptığım taramadan özetleyeceğim.
ANZAK TEMSİLCİLERİ TÜRKİYE’DE
Milliyet arşivinde Anzaklarla ilgili en eski haber 1952 yılına ait. Habere göre, 25 Nisan’da Yunanistan’ın başkenti Atina’da yapılan Anzak Günü törenlerine katılan Avusturya Yüksek Komiseri Sir Thomas White (ki kendisi Çanakkale’de esir düşmüş ama İstanbul’dan firar etmeyi başarmıştı), 28 Nisan’da İstanbul’a gelmiş, Çanakkale’deki İngiliz Mezarlığı’nı ziyaret etmişti.
Ertesi yıl, Korgeneral Rüştü Erdelhun başkanlığındaki altı subaydan oluşan bir askeri heyet Kore ve Japonya üzerinden Sidney’e gitmişti. Amaç, Sidney’deki Anzak Günü’ne katılmaktı. Ertesi yıl Cemal Madanoğlu başkanlığındaki bir heyet Yeni Zelanda’ya gitmiş Auckland’daki 25 Nisan Anzak Günü törenlerine katılmıştı. Türkiye’nin Anzaklara yönelik bu ilgisini tarihe saygı veya hümanist gerekçelerle açıklamak biraz zor çünkü o tarihe kadar Çanakkale’deki Osmanlı askerlerine ait mezarlıkların, şehitliklerin, abidelerin durumu içler acısıydı. Osmanlı gazilerinin hali perişandı. Ne maaş, ne madalya, ne itibar görüyorlardı. Bu Anzak sempatisinin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin Batı Bloğu’na yönelişi (ki Kore Savaşı’na bu yüzden girmiştik) perçinlemek isteğiyle açıklayabiliriz belki de. Nitekim, Türk tarafından gördükleri bu olumlu yaklaşımın cesaretlendirmesiyle, 1955’te ilk kez Avustralyalı eski muharipler Türkiye’ye gelmiş ve 25 Nisan’da Eceaabat’ta törenlerle karşılanmışlar, Çanakkale ve Gelibolu’daki İngiliz mezarlıklarını ziyaret edip 28 Nisan’da İstanbul’u ziyaret etmişlerdi.
MEHMETÇİK ABİDESİ’Nİ HATIRLAYIŞ
Ertesi yıl Dünya Anzak Birliği Başkanı George Dacoğlu (gazete adını yanlış yazmadıyla muhtemelen bir Ermeni idi) ve 14 kişilik bir heyet Londra’dan Çanakkale’ye geldi ancak bu sefer seyahati 25 Nisan’a rastlatamamışlardı. 6 Haziran 1957’de Çanakkale’deki İngiliz mezarlığının yanısıra bu sefer 1954’te yapımına başlanan ama bütçe yetersizliği ya da ilgisizlik yüzünden bir türlü tamamlanamayan Mehmetçik Abidesi’ni de ziyaret etmişlerdi. O tarihe kadar kamuoyunun Çanakkale Boğazı’nın girişiyle Morto Limanı arasındaki ‘Mehmetçik Abidesi’nden haberi olmadığı anlaşılıyordu çünkü heyetin ziyaretinden sonra basında bir mahcubiyet oluşmuştu. Ardından gazete “Çanakkale’ye bir Mehmetçik Abidesi’ kampanyasını başlattı. Kampanyada toplanan paralarla Mehmetçik Abidesi’ni de içine alan Çanakkale Şehitler Abidesi, kaba da olsa 1960 bitirildi. (İnanmayacaksınız belki ama abide tamamlanması ancak 1999 yılında mümkün oldu.) İtilaf Devletleri”nin tüm bileşenlerinin bölgede mezarlıklarını 1930’lara kadar tamamladıklarını söylemeye herhalde gerek yok.
(Solda: 1990’da tamamlanan Çanakkale Şehitler Abidesi, sağda: 1930’da tamamlanan Fransız Şehitlik Abidesi)
ÇANAKKALE’DE 1965 KUTLAMALARI
Bu tarihten sonra 1964 yılına kadarki Milliyet gazetelerine Anzaklara dair haber yok ya da benim gözümden kaçtı. Ancak 3 Nisan 1964’te, özel mektuplar, anılar ve resmi belgelerden yararlanarak savaş dramını çok etkileyici ve nesnel biçimde anlatan ‘Gelibolu’nun yazarı Alan Moorehead, Anzak Günü’nün 50. yıldönümü dolayısıyla bir televizyon program hazırlamak üzere Çanakkale’ye gelmişti. Anzakların Çanakkale’de Anzak Günü’nü anmalarına resmiyet kazandırmaları ise 1965 yılında oldu. 21 Nisan’da 285 kişilik bir grup gemiyle İstanbul’a geldi, 22 Nisan’da Taksim’deki Atatürk anıtına çelenk koydu, Deniz Müzesi’ni, Dolmabahçe ve Topkapı saraylarını gezdi ve Çanakkale’ye geçti. Anzaklar adına 71 kişilik bir grup 25 Nisan sabahı 5.21’de (bu saat ileriki yıllarda 05.30 olarak düzeltildi) temsili olarak karaya çıkmış ve kendilerini kıyıda bekleyen Türk askerleri, öğrenciler ve civar köylüleri tarafından tezahüratlarla karşılanmışlardı.
Çanakkale’de Anzak Günü anmalarının (Avustralyalıların Kanlı Sırt’ta, Yeni Zelandalılar Conkbayırı’nda törenlerini yaparlardı) Türkiye’nin daveti veya teşvikiyle mi olduğu konusunda şüphelerim var çünkü aynı yıl, Ermenistan’da ve Ermeni diasporasında 24 Nisan 1915’in törenlerle anılması geleneğinin başladığı yıldı. Tehcirin/soykırımın 50. yıldönümüne rastlayan o gün Erivan’da yüz binlerce kişi toplanmış, dünyanın çeşitli yerlerinde anmalar yapılmıştı. Türkiye’de ise Ermeni cemaati devletin sıkı denetimi altında olduğu için buna cesaret edememişti. (Bu konuda kaynakçada belirttiğim Serdar Korucu-Aris Nalcı’nın yazdığı1965: 2015’ten 50 Yıl Önce…1915’ten 50 Yıl Sonra kitabını okumanızı tavsiye ederim.)
GELİBOLU FİLMİNİN HEYECANI
Ancak 1965’ten itibaren Milliyet gazetesinde ‘Anzak Günü’ anmalarından sözedilmiyor. Ama Nisan ayının o günlerine rastlayan nüshalarda Anzaklarla ilgili küçük de olsa mutlaka bir haber var. Ermenilerin dünya çapında harekete geçtiği tarihte Anzakların suskunluğunun rastlantı olduğunu ancak bu durumun Türkiye’deki inkar cephesini sıkıntıya soktuğunu sanıyorum.
Anzakların Çanakkale’ye ilgisi, ancak 1976’da, Çanakkale Savaşı’nın filmini çekmek için Çanakkale’de incelemeler yapan Peter Weir sayesinde canlandı. Weir’in ancak 1981 yılında çekebildiği Avustralya yapımı dev bütçeli ‘Gelibolu’ adlı film, nedendir bilinmez, çıkartma yapılan koyda değil, Avustralya Harp Müzesi’ndeki fotoğraf ve modellere bakılarak oluşturulan senaryo uyarınca Güney Avustralya’nın Port Lincoln Koyu’nda çekilmişti. Arkasında Avustralyalı medya devi Rupert Murdoch’un olduğu, başrollerinden birini Mel Gibson’un oynadığı filmin dünya piyasalarında çok iş yapacağı, dolayısıyla Türkiye’nin ve Çanakkale’nin dünyaca meşhur olacağını ummuştu Türkiye ancak Amerikan NBC televizyonundan Terry Franklin “Amerikalılar Gelibolu konusunda bir şey bilmiyorlar. Nasıl telaffuz ediliyor bu ad?” deyince ayaklar suya ermişti. Yine de film Türkiye’ye ilginin artmasında rol oynadı. Bunun da verdiği cesaretle, Anzaklar, Gelibolu’daki bir koya ‘Anzak’ adının verilmesini talep ettiler. Talepleri ilerde karşılanmak üzere not edildi bir kenara.
EVREN ANZAKLARI UÇAKLA GETİRTİYOR
1985 yılı Anzaklar için çok önemliydi çünkü çıkartmanın 70. yıldönümüydü. Öyle ki Avustralya’nın başkenti Melbourne’deki Anzak Günü’ne 60 bin kişi katılmıştı. Londra’da İmparatorluk Savaş Müzesi’nde bir ‘Gelibolu’ köşesi açılmıştı. Yeni Zelanda’nın başkenti Wellington’da ‘Atatürk’ adı verilen kıyı şeridinde Gelibolu Anıtı açılmıştı. Ama daha ilginci Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın tahsis ettiği özel bir uçakla yaşları 87-94 arasında değişen Anzak gazileri Türkiye’ye getirildi. Gaziler Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ tarafından kabul edildiler. Kendi gazilerini neredeyse unutmuş olan devletin, Anzak gazileri için bu kadar çırpınması, kesenin ağzını açması nedense basının dikkatini çekmemişti!
MÜMTAZ SOYSAL’IN ÖNESİ
Ardından Anzak gazilerinin ailelerinden oluşan bir grup geldi. Ve, bu heyecandan yararlanarak 25 Nisan’ı, İstanbul’dan Ermeni toplumunun önde gelenlerinden 180 veya 235’inin sürüldüğü 24 Nisan gününü (bu konudaki yazımı okumak için tıklayın) gözden kaçırmak için daha görkemli bir törenle kutlamak hatta, törenleri 23 Nisan’dan başlatmak fikri, ilk kez 1985 yılında Mümtaz Soysal tarafından dile getirildi!
Soysal 17 Nisan 1985 tarihli Milliyet yazısında şöyle akıl veriyordu devletlülere: “(…) Tarih 25 Nisan 1915. Yani 24 Nisan 1915’ten bir gün sonra. 24 Nisan 1915 ise Ermeni tedhişçilere sorarsanız ‘soykırım’ın başlangıç tarihidir. (…) Ama yemiş yıldır tek yanlı işleyen propaganda mekanizması öyle bir günü ‘soykırımın başlangıcı’ olarak dünyaya satmaya çalışmaktadır. Gelecek hafta onun şamatasını yaşayacağız yeniden. Oysa rastlantılar o şamatayı çok daha anlamlı ve geçmişin savaşlarından geleceğin barışına uzanan, insanların kardeşliğini vurgulayan törenlerle boğabilmek için elimize bölünmez bir fırsat vermiştir. (…) Bunu 25 Nisan günü, yani 24 Nisan’ın karşı propagandasıyla dünya çalkalandıktan bir gün sonra yapmak yerine, Amiral de Robeck’in Limni’de Çanakkale çıkarması emrini bütün müttefik gemilerine duyurduğu 23 Nisan’da başlatmak ve üç gün sürecek ilginç programlarla dünyanın ilgisini uyanık tutup öbür propagandayı gölgelemek akıllıca bir iş olmaz mıydı? Hep savunmada kalmak ve başkalarını geriden izlemek bizim alnımızda mı yazılıdır?”
23 NİSAN ÇOCUK BAYRAMI MUAMMASI
Devletimizin Mümtaz Soysal’ın 24 Nisan’ı ‘boğmak/gölgelemek’ projesini dikkate alıp almadığını bilemiyorum çünkü Çanakkale’deki anmalarını 23 Nisan’dan başlatmak gibi bir uygulama yapılmadı ama, o tarihten itibaren 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, her zamankinden daha gösterişli, her zamankinden daha tantanlı kutlanmaya başladı. Milyonlarca çocuğun ucuz emek kaynağı olarak kullanıldığı, milyonlarcasının sağlık, eğitim ve barınma ihtiyaçlarının karşılanmadığını bilen biri olarak çocuk bayramına yönelik bu aşırı ilginin olağan olmadığını kabul edersiniz sanıyorum. Aslında 23 Nisan’ın “Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği bir bayram” olarak lanse edilmesinin de ilginç bir hikayesi vardır. Şu anda yazının vardığı noktayı düşünerek bu hikayeye dalmayacağım ama şu kadarını söylemem lazım: (T)BMM’nin açıldığı gün olan 23 Nisan’ın adı olmayan bir ‘milli bayram’ olarak kabul edilmesi 23 Nisan 1921’de olmuştu.
Ancak bu adsız bayram TBMM’ce ve devletçe belli bir protokolü olan bir güne hiç dönüşmedi. 1926’ya kadar ‘İstiklal Günü’, ‘Millet Meclisi Bayramı’, ‘Hamiyet-i Milliye Günü’ gibi değişik adlarda anılan bu bayrama 1926 yılından itibaren Himaye-i Etfal Cemiyeti tarafından ‘Himaye-i Etfal Günü’, ‘Çocuk Günü’, ‘Yetim ve Öksüz Bayramı’ adlarıyla, 1929’dan itibaren ‘Rozet Bayramı’, ‘Nisan Bayramı’, ‘Çocuk Bayramı’ gibi adlar altında yapılan kutlamalar eklendi. Daha doğrusu paralel iki bayram oldu. 1933 yılında bu ikinci kutlamalar stadyumlara taşındı, hatta Milli Eğitim Bakanı Reşid Galip’in ünlü “And”ı ilk kez bu törenlerde okundu. (And ve Gençliğe Hitabe ile ilgili yazımı okumak için tıklayın) İlginçtir, çocuk sevgisi malum olan Atatürk, bu kutlamalara nadiren katıldı. 1935’te çıkarılan bayramlar ve tatil günleriyle ilgili kanunda ilk kez 23 Nisan, ’Hakimiyet-i Milliye Bayramı’ olarak adlandırıldı. Yani hala ‘çocuk bayramı’ değildi. 1935’ten itibaren bir yandan Ulusal Egemenlik Bayramı, bir yandan Himaye-i Etfal’in Çocuk Bayramı içiçe geçmeye başlayacak, 1972 ve 1979’da yönetmeliklerde iki bayram birleştirilecekti. Bu iki bayramı tek bir ad altında resmen birleştirme işi ise 12 Eylül darbecilerine kaldı çünkü darbeden sonraki ilk 23 Nisan’da, bayramın gerekçesi olan TBMM’yi ortadan kaldırmış olduklarını farkeden darbeciler meseleyi, bayramın adına bir ekleme yaparak çözmeyi düşündüler. 1981’de alelacele çıkarılan bir kanunla bayramın adı Ulusal Egemenlik Bayramı ve Çocuk Bayramı oldu. Ancak bayram yalnızca anaokulu ve ilkokullarda kutlanabilecekti. 1983 yılında kanundaki “ana ve ilkokullar düzeyinde törenler yapılır” ibaresi kaldırıldı ve o tarihten itibaren bayram giderek şenlenmeye başladı. “Atatürk’ün bu günü çocuklara armağan ettiği” söylencesi de darbecilerin işiydi. Mümtaz Soysal’ın 24 Nisan’ı boğmak/gölgelemek için Çanakkale’deki anmalarına 23 Nisan’da başlamak fikri, muhtemelen bu bayramın daha gürültülü biçimde kutlanmasıyla hayata geçirilmişti. (Elbette bu benim tahminim. Buna dair bir iç yazışma, karar metni, hatırat görmüş, okumuş değilim.)
(1979’dan beri kutlanan TRT 23 Nisan Uluslararası Çocuk Şenliği’nden bir sahne)
GELİBOLU MARATONU’NA YASAK
Tekrar esas konumuza dönersek, 25 Nisan’daki Anzak Günü anmaları 1985’ten 1990’a kadar Çanakkale’de yapılmadı.1990’daki 75. yıldönümünde, Anzakların ahfadı yeniden heyecanlandı. Çünkü Türkiye, o gün, Gelibolu’da uluslararası bir maraton düzenlemeyi vaad etmişti. Yeni Zelandalılar ve Avustralyalılar tarafından büyük heyecanla kabul edilen, televizyondan ve basından, el ilanları, afişler ile tüm dünyaya duyurulan Gelibolu Maratonu için binlerce kişi kayıt yaptırmıştı ki, ‘devlet aklı’ kısa devre yaptı ve “Gelibolu’da güvenlik nedeniyle maraton yapılamaz!” denildi. Gazeteler bu fiyaskoyu, “Çanakkale bir kez daha Anzaklara geçit vermedi” diye alaya aldılar ama hasar epey büyüktü. Yine de Avustralya ve Yeni Zelanda hükümetleri, “belki de son ziyaretleridir” diyerek, o yıl 58 Anzak gazisi, 10 dul eş, 8 torun,150 asker, 5 doktor ve 26 hemşireden oluşan ekibi Türkiye’ye taşıdı. Bunların dışında Avustralya’dan iki gemiyle 1000 kadar genç de gelmişti. Ayrıca Kanadalı ve İngiliz gençleri de vardı.
ÇANAKKALE’DE ANZAK FAŞİNGİ
O yılki anmalar tarihe geçti çünkü Çanakkale’nin kısıtlı yatak kapasitesi yüzünden sahilde, parklarda, açık alanlarda geceleyen gençler Kordonboyu’ndaki eğlencede “sünger gibi içmişler”, İngiliz gençleri işi pantalonlarını indirip popolarını göstermeye kadar vardırmışlardı. Öyle ki “Çanakkale’de Anzak faşingi” diye başlık atmıştı gazeteler. Ancak 30 Nisan’a kadar Çanakkale’de kalan bu “edepsiz” gençlerin Çanakkale ekonomisine katkıları o kadar büyüktü ki, Çanakkaleliler sineye çektiler bu alışık olmadıkları faşing’i.
Çanakkale’nin bir de ‘ağırbaşlı’ konuğu vardı o yıl: İngiltere Başbakanı Margareth Thatcher. Başbakan Turgut Özal ve eşinin davetlisi olan Thatcher ve Avustralyalı konuklar o yıl ilk kez Anzak Koyu’ndaki “Şarapnel Vadisi Mezarlığı’nda, saat 05.30’da yapılan ‘şafak ayini’ne katıldılar. Avustralya’dan gelmiş HMS Tobruk ve HMS Sidney adlı iki savaş gemisi ve HMS Oxley adlı denizaltı açıkta demirlemişti. Protoldekilerin sandalyelerde, diğerlerin yerlerde oturduğu alanda arada sarhoş gençlerin naraları arasında Bee Gees topluluğun pop şarkılarıyla törenler ’sulandırıldı’ dedi konunun uzmanları daha sonra. Yerli-yabancı 15 bin kişinin izlediği tören Avusturya Başbakanı Bob Hawke ve RSL Başkanı Tuğgeneral Alf Garland konuşmaları, ardından şehitlerin ruhuna dua edilmesi, “Avustralya İleri” marşınının söylenmesi ve tezahüratlardan sonra 06.15’te bitti.
İLK KEZ GAZİLERİMİZ HATIRLANIYOR
O yıl, ilk kez yerli basında “Acaba hayatta kaç gazimiz kalmıştır?” şeklinde yazılar görülmeye başladı. Örneğin 29 Nisan 1990 tarihli Milliyet’te “Sahipsiz gaziler” başlıklı haberde “giyim kuşamları ve sağlıklarına özel dikkat gösterilen Anzakları gören gazilerimiz dertlenmekten kendilerini alamadılar. Törenlere katılmak için Karadeniz Ereğlisi’nden gelen (gazete gazinin kendi inisiyatifiyle mi devlet tarafından mı getirildiğini belirtmiyordu) 102 yaşındaki gazi Hüseyin Kaçmaz ‘Bu yaşıma gelmeme rağmen çocuklarımın sayesinde geçiniyorum. Devletten ayda 84.000 lira alıyorum. (1990’da 1 dolar 2.700 lira civarında idi. Yani gazimiz 31 dolara tekabül eden bir maaş alıyordu.) Bari savaşa katıldığımız için bir madalya verilseydi” deniyordu.
5 Mayıs tarihli Milliyet’teki “bizim gazileri unutmayalım” başlıklı haberde ise Anzak gazileriyle tanıştırılan ve yanında gazete kağıdına sarılı bir Çanakkale işi vazoyu onlara hediye eden 92 yaşındaki gazi Adil Bey’in Anzak gazileriyle Türk gazileri arasındaki farklardan çok etkilendiği ve gözlerinin yaşardığı yazılıydı. Gazetenin dediğine göre Adil Bey’e bugüne dek sadece 250 bin lira (92 dolar karşılığı) valilikçe bir yardım yapılmıştı. Kısacası, Anzaklar için kesenin ağzını açan, Avustralyalara kadar giden devletimiz kendi gazileri için elini cebine atmıyordu, bırakın itibar göstermeyi, onurlandırmayı…(‘Gaziler’ konusunda bir yazı yazmayı çok istiyorum doğrusu.)
TURGUT ÖZAL’IN YENİ ZELANDA ZİYARETİ
1991’den itibaren Anzaklar yine kabuklarına çekildiler. Ama dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal olayı unutturmamak için olsa gerek Yeni Zelanda’ya bir ziyaret yaptı ve başkent Wellington’daki törene katıldı. Anzaklar konusunun ‘turistik boyutu’nu ilk kez söze döken, Özal şakaya getirip “Anzaklar sadece Çanakkale'ye değil, Antalya'ya gelsinler" demişti. Ancak Anzaklar ertesi yıl yine gelmediler. Yine Türkler Avustralya’ya gitti. Çünkü hem siyasi, hem diplomatik, hem ekonomik açıdan büyük olanaklar sunan bu olayın unutturulmaması gerekiyordu! Avustralyalıların Çanakkale’de boy göstermesi, savaşın 80. yıldönümü olan 1995’te mümkün oldu. Ama bu sefer mütavazi bir tören vardı. CB Demirel’in de katıldığı anma törenine Yeni Zelanda, Avustralya ve Kanada’dan gelen heyetler katıldı. “Çılgın gençler” yoktu.
SON GAZİLERE VEDA VAKTİ
2000 yılındaki 85. yıldönümünde Avustralya Başbakanı John Howar ve eşi, Yeni Zelanda Başbakanı Helen Clark ile birlikte büyükçe bir grup geldi. Bu sefer heyette tüccarlar da vardı, bu da bayağı sevinç yaratmıştı. İki de gazi vardı, herkesi duygulandıran. Gazeteler bu vesileyle akıllarına gelen, “Türk şehitliklerinin içler acısı halinden” sözediyorlardı suret-i haktan görünerek. Gazilerimizden bahseden ise yoktu. 2002 Mayısında son Anzak Alec Campbell 103 yaşında öldü. (16 yaşında askere gelmek için yaşını büyütenlerdendi Alec.) 2003 yılında yeniden moda oldu Anzak turizmi. Ayin alanına girişin paralı olacağı haberleri üzerine Avustralya hükümeti olaya müdahele etti. Lozan’a göre şehitliklere ücretsiz girilmesi gerektiği için iktidarın bu hamlesi başarısız kaldı. 5 bin Avustralyalı, Yeni Zelandalı, İngiliz ve Kanadalı “çılgın” genç şafak ayinine katıldı. 2005 yılına kadar katılım artarak sürdü. Bizim son Çanakkale gazimiz, Yakup Satar 2008’de öldü. Böylece Anzak gazileriyle Osmanlı gazileri arasında karşılaştırma yaparak üzülme/üzülür gibi yapma durumu tarihe gömüldü, herkes rahat nefes aldı!
DEVLETİMİZİN AMACI NE?
Şimdi şu sorulara cevap arayalım: Haydi, çocuklarımızın durumu ortada iken, sadece 23 Nisan günleri zuhur eden ‘çocuk sevgisi’ni kanıksadık. Haydi, Osmanlı şehitleri için en ufak bir tören vs. yapılmazken, Osmanlı gazilerine saygı ve ihtimal gösterilmezken, diplomatik, politik, ekonomik nedenlerle 25 Nisan Anzak Günü’nü sahiplenmenize de alıştık. Haydi, 24 Nisan Ermeni Soykırımı’nın yıldönümünü her yıl geçiştirmeye çalışmanızı da sineye çektik. Eğer yüzbinlerce kişinin hayatını kaybettiği bu trajik savaşı her yıl ille de anmamız gerekiyorsa (ne de olsa Çanakkale Savaşı, Kut’ül-Amare kuşatması ile birlikte Birinci Dünya Savaşı’ndaki iki kahramanlık öyküsünden biri), 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’nin yıldönümü neyimize yetmez? Hadi o yetmiyor, yukarıda saydığım ve çoğu başarı öyküsü olan kara muharebelerinden birini veya birkaçını (örneğin 9 ve 21 Ağustos I. ve II. Anafartalar Savaşı’nı) kutlayın. Hadi bunlar da yetmedi, İtilaf Güçleri’nin son askerini de çektiği 8/9 Ocak gününün yıldönümlerinde coşun, eğlenin. Ne de olsa milli tarih yazımında esas başarı öyküsü düşmanı kaçırtmaktır…
Bunları yapmak yerine, bu yıl durup duruken (mi acaba?) Çanakkale Savaşı’nda ne Osmanlı tarafı ne İtilaf Devletleri açısından tarihi önemi olmayan 24 Nisan’da, Çanakkale Savaşı’nın 100. yıldönümü adı altında bir dizi etkinliğin yapılmasını, o gün Çanakkale’de 90’a yakın yabancı devlet adamı, temsilcisiyle gövde gösterisi yapılmasını nasıl karşılamalıyız? Gördüğüm kadarıyla kamuoyu 24 Nisan’ın Çanakkale Savaşı ile ilgisiz bir gün olduğunu bilmiyor. Ama bilmesi beklenen tarihçiler, akademisyenler, gazeteciler, yazarlar, kanaat önderleri de hükümetin bu manevrasını sorgulamadan kabul etmiş durumda.
Eğer 100. yıl törenlerini daha görkemli yapmak için 25 Nisan Anzak Günü fırsat olarak görüldüyse (ki törenleri televizyondan hayranlıkla izledim) neden tam o gün değil de dünya çapında Ermenilerin en acılı günlerinden biri olan 24 Nisan’a rastlatıldı bu nevzuhur törenler? Ermeniler ağlarken, bizim şenlikler yapmamızın Türk-Ermeni, Türkiye-Ermenistan ve Türkiye-Dünya ilişkilerine ne gibi bir katkısı var? Ermeniler 100 yıldır bizden özür beklerken, Erivan’daki törenleri (Mümtaz Soysal’ın terminolojisi ile söylersem) boğmak/gölgelemek için Çanakkale’de gövde gösterisi yapmak ahlaki bir tutum mu?
Son olarak: Atatürk ve ardılları, 1918’den itibaren Osmanlı topraklarını işgal eden nice sıkıntılara neden olan, ‘milli gururumuzu’ ayaklar altına alan Britanya, Fransa, İtalya’yı daha ‘Milli Mücadele’ sürerken veya hemen ardından affetmişken (ki iyi ki ettiler), Rusya ile yardımlaşacak kadar yakınlaşmışken (iyi ki de yakınlaştılar) binlerce Osmanlı askerini öteki dünyaya gönderen Anzakları bu yazıda en ince ayrıntısına kadar aktardığım gibi affetmek ne kelime, bağrına basmışken (iyi ki bastılar), eğer bir suçları varsa (ki bana göre 1880’lerden 1915’e kadar yaşananlar dağılmaya yüz tutmuş bütün imparatorluklarda yaşanmış olan ‘milliyetçilikler çatışması’ idi) en ağır, en gaddar, en kanlı biçimde cezalandırdığı Ermenileri aradan 100 yıl geçtiği halde niye affedemiyor? Bu kin niye?
Özet Kaynakça: Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, Yayına Hazırlayan: Marion Kent, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999; Nigel Steel ve Peter Hart, Gelibolu, Yenilginin Destanı, Sabah Kitapları, 1996; “Çanakkale 1915” dosyası, Toplumsal Tarih, S. 111 (Mart 2003), s. 72-99; Necati İnceoğlu, Siper Mektupları, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2004; Çanakkale 1915, Kanlısırt Günlüğü, Yayına Hazırlayan: Murat Çulcu, Kaptan Yayıncılık, 2002; Serdar Korucu-Aris Nalcı,1965: 2015’ten 50 Yıl Önce…1915’ten 50 Yıl Sonra, Propaganda Yayınları, 2014; Mehmet Ö. Alkan, “23 Nisan’ın Gayri Resmi Tarihi”, Toplumsal Tarih, S. 208, Nisan 2011, s. 52-61;Milliyet İnternet Arşivi.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.09.2024
9.09.2024
17.11.2022
6.11.2022
7.06.2019
26.12.2017
21.03.2016
13.03.2016
6.02.2016
28.02.2016