Etyen MAHÇUPYAN

Etyen MAHÇUPYAN
Etyen MAHÇUPYAN
Serbestiyet Tüm Yazıları
Düşünmek isteyenlere
21.12.2014
2586

 Kasım sonunda yapılan Eğitim Kongresi’nin alt sloganı ‘bireyden insana’ idi. Yani bir anlamda ‘kötüden iyiye’. Birey bize empoze edilen değerdi, insan ise bizim kendi öz değerimiz. Gazetecilerin katıldığı panel ise ‘yeni yüzyılda evrensel ve yerel olmak arasında’ başlığını taşımaktaydı. Kongre’nin alt sloganı ile birlikte düşünüldüğünde evrenselin nispeten ‘kötü’, yerelin ise nispeten ‘iyi’ kategorisine karşılık geldiğini söylemek mümkündü. Bu bakışın günümüzde İslami kesimin ruh halini yansıttığını söyleyebiliriz. Özellikle genç kuşak uzun zaman başkalarının normuna ve yönlendirmesine göre yaşadığımızı, artık ‘kendimiz’ olmak istediğimiz mesajını veriyor. Muhtemelen geçmişle ilgili tespitleri doğru olduğu için gelecekle ilgili beklentilerinin de sağlıklı olduğunu düşünüyorlar. Ama öyle olmayabilir… Çünkü Türkiye’nin sorunu hiçbir zaman içinde olduğu kültürün ne derece ‘yabancı’ ya da ‘bizden’ olduğu değildi. Kendimizden, durumumuzdan hoşlanmadığımız ölçüde suçu ‘yabancıya’ atmayı tercih ettik. Ama aslında sorun normların yerli olmaması değil, bizim onları son derece yüzeysel şekilde benimsememizdi. Eğer daha derinlikli olabilseydik, söz konusu yabancı kültürü kendi kültürümüzle otantik ve özgün bir biçimde sentezleme fırsatını da yaratabilirdik. Ne yazık ki biz kendi kültürümüze de aynı yüzeysellik içerisinden baktık ve sonuçta ne Batıcılarımız ne de Gelenekçilerimiz kendi yerliliğimizi evrensel plana taşıyacak kanalları açamadı.

Bugün verimliliğin değil yaratıcılığın, ezberciliğin değil özgünlüğün prim yaptığı bir dünyada yaşıyoruz. Bunun geri dönüşü olmayacak… Oysa bizler hala verimlilik ve ezbercilik dünyasının klişelerinden kurtulabilmiş değiliz. Batının etkisi altında yoğrulup durmaktan, kişiliğimizi yıpratmaktan şikayetçiyiz. Ancak kurtuluşu hamasette arayan ataerkil bakıştan sıyrılmaktan da korkuyoruz. Geçmişte bir yerde bizi bekleyen bir kurtuluş formülü olduğuna inanıyor ve ona bir ana rahmine geri dönercesine sığınmak istiyoruz. Oysa bu istek büyüme korkusundan başka bir şey değil. Sebepler ne olursa olsun, artık bir toplum olarak çocuk kaldığımızı idrak etmenin ama bu gerçeğin altında ezilmeyip, üstesinden gelmenin zamanı. ‘Büyümek’ özeleştiriden beslenen bir özgüvene muhtaç ve son on iki yıllık dönem bu yolda ilerleyebilmenin psikolojik zeminini oluşturmuş durumda. Geleneği evrensel düzleme çekebilmek, o geleneğe yaklaşırken gelenekçilikten kurtulmayı gerektiriyor. Kendimize beğenmek üzere değil, anlamak üzere yaklaşmamızı ima ediyor.

Bu ise bu topraklarda epeyce uzun bir zamandan bu yana unutulmuş olan bir başka olumlu geleneğin canlandırılması demek. Yani düşünce geleneğinin… Bizler düşünmeyi bilmiyoruz ve eğitim sistemimizde de öğretmiyoruz. Üretilmiş fikirlerin art arda dizilmesini ‘düşünmek’ sanıyoruz ve bu nedenle her düşünme süreci sonuçta basmakalıp şablonların tekrarından ötesini üretemiyor. Oysa eğer sonunda varacağınız noktayı biliyorsanız ona ‘düşünme’ denemez. Zaten eğer varılacak nokta belli ise düşünmeye ne gerek var? Düşünme bir bilmeme ve bilmediğini baştan kabullenme halidir… Düşünme, düşüncelerin peşinden korkusuzca ilerlemek ve belirsizliğe razı olmak demektir. Düşüncenin düşüneni sürüklediği bir sisli yola kendini bırakma cesaretidir…

Bu yol ancak özgürseniz yürünebilir. Değilseniz kenara çöker dağarcığınızdaki fikirleri sabitleştirme kaygısına düşersiniz. Söz konusu özgürlük ‘düşünce özgürlüğünden’ farklıdır. Düşünce özgürlüğü düşüncenin serbestçe ifadesidir. Ama serbestçe ifade edilmesi bir düşüncenin özgür olduğunu göstermez. Bunun için zihnimizdeki kalıplardan sıyrılmak, kendimize mesafe alarak bakmak ve zihniyetimizi, bize doğal gelen ön kabullerimizi eleştirel süzgeçten geçirebilmemiz lazım.

Eğer ‘okul’ diye bir kurum olacaksa, çocuklara bunu gerçekleştirecekleri ortamı sağlamakla yükümlü olmalıdır. Yanlış yapacak cesareti aşılayacak, özgünlüğü ve yaratıcılığı teşvik edecek bir kültür oluşturma misyonunu taşımalıdır. Böylesine özgür bir düşünme süreci ‘milli’ olabilir mi? Bilmiyoruz… Ama bilmemeye razı olmamız gerek. Bu topluma geleceğin ‘milli’ niteliğini özgürce belirleme şansını vermekten korkmamamız gerek. Demokratlaşarak kendi yerliliğimize bir şans yaratmamız gerek. Aksi halde o yerlilik bir yaratıcı kültürel ortam olarak işlevselleşemez. Unutmayalım, düşünmeye hazır değilsek ne anlamlı bir hikayemiz olur, ne de bu hikayeyi dinlemek isteyen çıkar…

Not: Hasan Cemal bana çok kızmış. Unutmak istediğini hatırlattığım için. Dert etmesin… Nasılsa yine unutur.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar