Hasan ÖZTÜRK
Haftada bir gün izin yapmak için köye inerdi. Bu hafta onun yerine sürüyü otlatacak kişi hastalanıp dağa çıkamamış, o da iple çektiği pazar gününü dağda geçirmişti.
Köye inebilseydi, arkadaşlarıyla konuşacağı o denli çok şey vardı ki... İlkokul dördüncü sınıftayken babası okuldan almış, sürünün oğlaklarını otlatması için dağa çıkarmıştı. Şimdi on yedi yaşındaydı. Yedi yıldır dağlarda dolaşıyordu. İki yıldır da sürünün tamamı ona bırakılmıştı. Kış geceleri davarları köye yakın bir ağıla kapatır, köye inerdi. Bahardan kışa değin, ancak haftada bir gün görebilirdi köyün yüzünü. İki akşamda bir, kendisine azık getiren çocuk sağır ve dilsizdi. Kısa süren el kol devinimlerinden sonra çekip giderdi çocuk. “Hiç olmazsa, o bari dilsiz olmasaydı” diye düşünürdü...
Bugün yine tan yeri ağarırken sürüyü yaymış, serinlikte karınlarını doyuran hayvanları ağıla getirip sağmıştı. Yazın bu günlerinde, sütleri azaldığı için kolay sağıyordu keçileri. Şimdi de sıcak bastığı için sürü, büyük meşe ağaçlarının altında yatmış dinleniyordu. Kendisi de dinlenmek istiyor, ancak Garip, izin vermiyordu yatıp uyumasına. Annesi, doğum yaparken ölmüştü, beyaz oğlağın. Celâl, onu büyütene dek öyle uğraşmıştı ki. Adını Garip koymuştu. Geç doğduğu için de sürünün en küçük oğlağıydı. Celâl’i yatarken görünce hiç dayanamaz, gelip üstüne çıkar, yüzünü gözünü yalardı. Rahatsız olsa da Garip’in yaptıklarına ses çıkarmazdı.
Bir de köpek yavrusu Reşo olmasa, daha rahat olacaktı Celâl. Reşo, Garip’i kıskanır, o ne yaparsa enik de aynı şeyleri yapardı. Şimdi yine ikisi birden başındaydı Celâl'in. Garip’le Reşo yüzünü yalamaya başlamadan ayağa kalktı. Garip’e öğrettiği oyunları yaptırmaya başladı. “Elini ver” deyince ön ayağını uzatıyordu oğlak. İki ayağının üstünde dikiliyor, başını sallıyor, yatıyor, kalkıyor, daha bir sürü hüner gösteriyordu. Onunla birlikte Reşo da aynı şeyleri yapıyor; hatta Reşo’nun, Garip’ten daha becerikli olduğu görülüyordu. Celâl, Garip’e meşe ağacını gösterip “tos vur” dediğinde, koşup arka ayaklarının üstünde yükseldi ve güçlü bir tos vurdu ağaca. Ondan geri kalmamak için Reşo da aynı şeyi yaptığında, kafası çok acıdı. Enik cıyaklayıp ağlamaya başladı. Celâl, Reşo’nun başını okşayarak onun ağlamasını dindirdi. Gönlünü almak için de “Haydi Garip kuyruğunu salla” dedi. Oğlak uğraşıyor, ancak, kısa ve yukarı kalkık kuyruğunu sallayamıyordu. Reşo kuyruğunu sallıyor, Garip’e inat yaparcasına önünde durmuş, yaptığı işi ona gösteriyordu. Duruma kızan oğlak öylesine bir tos vurdu ki Reşo’ya, zavallı enik, iki takla atıp yere serildi...
Celâl, dibine oturduğu yaşlı meşe ağacına sırtına dayamıştı. İki yanında yatan Reşo ve Garip, başlarını, onun uzattığı iki bacağının üstüne koymuş uyuyorlardı... Son inişinde köyün kahvesinin önündeki çınarın dibinde oturmuş; biraz sonra da arkadaşları birer birer kalkmışlar, giderken de: “Hiç durmadan konuşuyorsun, başımız şişti” demişlerdi. Yanında yalnızca amcasının oğlu kalmıştı. Dağdan köye her indiğinde, kendi yaptığı peynirlerden götürürdü ona. Nasıl götürmesin ki? Ne konuşursa konuşsun, peynirlerin hatırına dinlerdi onu amcasının oğlu...
Yine o gün, yazlığa gelen ailelerden birinin kızı oturmuştu karşılarındaki masaya. On yedi-on sekiz yaşlarında gösteriyordu kız. Kısacık, kırmızı bir şort vardı ayağında. Güneşten henüz yanmamış beyaz bacakları öylesine güzeldi ki... Amcasının oğluyla gözlerini dikip yercesine bakıyorlardı kıza. Kız, bir ara onlara doğru bakıp hafifçe gülümsedi. “Sana baktı” dedi amcasının oğlu. Celâl eliyle saçını düzeltirken, bir yandan da toparlanıp çeki düzen vermişti oturuşuna. “Çoban olduğumu bilmiyor” diye geçirdi içinden. Sonra da kendisini avutmak için; sürü sahibiyim ben, başkalarının keçilerini güden çoban değilim, dedi içinden. Üstelik de boylu boslu, yakışlı bir gençti kendisi...
Akşama dek kızın evinin bulunduğu koyda denize girdiler amcasının oğluyla. Biraz ötelerinde denize giren kıza yaklaşmaya cesaret edememişlerdi. O kadarı bile mutlu etmeye yetmişti Celâl’i. Kızın babası gelip onları kovana dek oralarda dolaşmışlardı. Bu arada kızın adını da öğrenmişlerdi. “Çiçek, gir içeriye” diye bağırmıştı kıza babası. O günden beri çiçeklere baktıkça kızın iri, bal rengi gözlerini görüyordu karşısında. Hepsini bal rengine boyamışlardı sanki çiçeklerin. Bu hafta inebilseydi köye, ne yapıp edip bir demet kır çiçeği gönderecekti kız kardeşiyle ona... “Önümüzdeki hafta da iyileşmezse, yerime gelecek çoban” diye düşündü. Aklından geçen bu olasılık ürküttü onu...
Gözü, yakınındaki kocayemiş dalına konmaya çalışan küçük kuşa takıldı. Kuş, ince bir dala konuyor, dal sallandıkça tutunamayıp kayıyordu. Uçup, epeyce uğraş verdikten sonra yeniden deniyor, ancak bir türlü başaramıyordu konmayı. Rüzgâr da gittikçe artıyordu. Haziran’ın sonuydu. “Kızıl Erik Fırtınası” diye geçirdi içinden. Babası, tüm fırtınaları, belli başlı yıldızları, güneşe ve yıldızlara bakıp saati anlamayı öğretmişti ona. Günün yirmi dört saatini, beş on dakika yanılgıyla söyleyebilirdi Celal. Bulutlara bakıp, ya da çakal seslerini dinleyip havanın nasıl olacağını anlayabilirdi. Kızıl Erik Fırtınası, giderek artıracaktı hızını. Kuş, ince dala konamayıp, rüzgarın estiği yönün aksine uçup gitmişti...
Fırtınadan etkilenmemek için ağacın duldasına doğru kaydı. Kayarken de rahatsız etmemek için Garip’le Reşo’yu yavaşça kaldırıp, yeniden ayaklarının üstüne yatırdı onları.
Rüzgârın sesini dinlemeye başladı. Büyük meşe ağaçları selam verircesine eğilip doğruluyorlardı. Makiler hırçın devinimlerle, kavga edercesine sallanıyorlardı. Sağa sola kaçışan kuşlar bir an önce kuytu bir yer bulabilmenin ivecenliğiyle boğuşuyorlardı. Tümsekte yatan birkaç keçi, rüzgârın etkisinden korunmak için, kalkıp kendilerine kuytu yerler bulup büzüştüler.
Rüzgâr içindeki binlerce şarkıyı duymak istercesine, seslere yoğunlaşmıştı Celâl. Küçükken, fırtınalı bir havada babasına rüzgâr sesinden korktuğunu söylediğinde, babası ona: “Rüzgâr sesi, dünyanın en güzel şarkılarını içinde taşır; öyle dinlersen seversin” demişti. Rüzgârın uzaklardan önüne katıp getirdiği şarkıları dinliyor, içinde Çiçek’in sesini ayırmaya çalışıyordu Celâl... Uğraştı, ancak duyamadı kızın sesini. İlkin ağlayan bir çocuk sesi duydu, sonra da çocuğu susturmak için ninni söyleyen annenin sesini. Bir süre sonra çocuğun ağlaması kesildi, anne ise ninnisini yanık bir sesle sürdürüyordu...
Hiç böylesini görmemişti. Rüzgâr onu yattığı yerden almış götürüyordu. Altında kayıp giden derelere, tepelere baktı, içi bir hoş olmuştu. Oldum olası yükseklik korkusu vardı Celal’de. Rüzgâr aniden durursa ne yaparım diye düşünüp korktu. Parçalarını bulamazlardı düştüğünde. Rüzgâr azalır gibi olduğunda Celal alçalıyor, güçlendiğinde yükseliyordu. Gidiş tam köylerine doğruydu...
Uçarken Çiçek’i düşündü. Tam, onların evinin yanına konmak istiyordu. Onun için kır çiçekleri toplamadığı için üzüldü. Nasıl bilebilirdi ki rüzgârın kendisini alıp köye götüreceğini? İndiğinde kızın şaşkınlığını düşündü. Uçan adam sanacaktı kendisini...
Köyün üstüne geldiğinde epeyce yükseklerdeydi. Çiçek’lerin evinin olduğu koya doğru baktığında bir kaç kişi görünüyordu. Çok uzakta oldukları için kim olduklarını ayırt edemiyordu. Yaklaştığında Çiçek’i fark edebilmişti. Bağırıp el sallamaya başladı. Sesi uçup gidiyordu rüzgârla birlikte. Kız, evlerinin önünde oturmuş, arkadaşıyla birlikte, fırtınanın pamuk tarlasına dönüştürdüğü denize bakıyorlardı. Rüzgârın yavaşlamasını bekleyen Celal, istediği olmayınca umutsuzluğa kapılmıştı. Aşağıya inmek için gösterdiği çaba boşunaydı. Aksine, daha da yükselmişti. Denizin üstünde uçuyordu şimdi. Gittikçe uzaklaşıyordu köyden. Arkasına baktığında nokta gibi küçüldüklerini gördü Çiçek’le yanındaki arkadaşının...
Körfezin karşıki sahiline doğru uçuyordu. Tüm istediği kumsallardan birine konabilmekti şimdi. Nasıl olsa konuşup söyleşecek bir kaç kişi bulabilirdi. Zaten, onu görenler koşup geleceklerdi yanına. Uçarak körfezi geçmiş bir kişiyi görmek,
onunla konuşmak isteyecekti herkes. Belki gazeteciler bile gelebilirdi kendisini görmeye... Bir ara rüzgâr yavaşlar gibi oldu. Celâl’in ayakları suya değdi değecekken hızlanan rüzgâr yine yükseltti onu. Epeyce korkutmuştu denize düşüp boğulma düşüncesi. Körfezin yarısındaydı ancak; suya düşseydi, bu uzaklığı, hele bu fırtınada havada yüzebilmek çok zordu. Kendi köylerinin önünde denizi yalamaya başlayan rüzgâr, giderek denizi kabartmış, şimdi ise kalın dalgalar oluşturmuştu. Karşıki kıyıda daha da yükselecekti dalgalar. Ancak, yapacak hiçbir şey olmadığını, kapılıp gittiği rüzgârın buyruğuna boyun eğeceğini biliyordu...
İşte bu kötü, diye düşündü Celâl. Karşıki kumsallardan birine konabileceğini düşünürken, rüzgâr hafif yükselerek sağa, İmralı Adası yönüne doğru sürüklüyordu kendisini. Denizden kurtulup karaya varamıyordu. İmralı Adası sağında, Trilye solunda kalmış uçuyordu. Nereye gittiğini, nerede duracağını bilmeden böyle sürüklenmek onu kaygılandırmıştı. Bir süre uçtuktan sonra Bandırma’nın yakınlarına geldiğinde gayret edip sola doğru yön değiştirmek istediğinde, tüm çabasına karşın bunu başaramayacağını anlamıştı. Erdek’i çok uzaktan görebilmiş, yolunu yine denizin üstünde sürdürüyordu. Rüzgârın sesinden başka ses de duyamıyordu. Fırtına yüzünden denizde bir tek kayık yoktu. Uzaklarda birkaç ada gördü. Hiç olmazsa bunlardan birine inebilsem diye geçirdi içinden...
Bir süre daha sürüklendikten sonra rüzgârın hızı düşmeye başladı. Adaları geçmişti. Uzaklarda küçük bir adacık gördü. “Şu anda düşsem, küçük adaya dek yüzebilir miyim?” diye düşünüyordu. Bir yandan yavaş yavaş ilerlerken bir yandan da alçalıyordu. Küçük adanın kıyısına geldiğinde rüzgâr onu uçuramayacak kadar yavaşlamıştı. Suya ayakları değmeden adanın kıyısına konabildi. Çok çabuk alçaldığı için adanın her yanını görememişti. Bir kayanın üstüne koşup çevresine baktı. Çok küçük bir adacıktı bu. Kimsenin yaşamadığı bu adayı dolaşmaya başladı. Bol bol martı yumurtası vardı adada. Bir kaç yumurta kırıp içti. Kayanın arkasından havalanan bir martı ok gibi gelip üstüne çullandı. Nereden çıktıklarını anlayamadığı yüzlerce martı, yumurtaların yanında belirivermişti. Oradan hızla uzaklaşıp adacığın diğer yerlerini dolaşmaya başladı. Eni boyu birkaç yüz metreydi. İşin kötüsü su yoktu adada. Ufukta bir kayık görebilmek umuduyla dört bir yana baktı. Hiç bir şey görünmüyordu. Bir taşa yaslanıp oturdu. Kara kara düşünüyordu Celâl. Ancak bir kayık geçerse kurtulabilirdi. Fırtına yeni dindiğinden, kısa sürede bu da olası görünmüyordu...
Bir tek ağaç yoktu altına sığınıp güneşten korunabileceği. İyice susamıştı. Dudakları kurumuş, dili zımpara gibi olmuştu. Biraz uyumayı denedi, olmadı. Uyku tutmuyordu. Bir yandan martıların saldırısından, bir yandan da adanın yakınlarından geçebilecek tekneleri göremeyip kaçırmaktan korkuyordu...
Hem korkusu azalsın, hem de bir insan sesi duyabilsin diye kendi kendine konuşmaya başladı. Usuna ne gelirse söylüyordu. En çok da çiçek sözcüğünü yineliyordu. Bir süre sonra da susuzluktan dilinin iyice kuruduğunu, söylediği sözcükleri kendisinin de anlayamadığını fark etti...
Denize dek gidip bir avuç su aldı. Suyu ağzında bir süre döndürdükten sonra tükürdü. Çok tuzluydu. Tuzlu su susuzluğunu azaltmamış, aksine daha da artırmıştı. Adanın yakınından geçen bir kaç yunus, su yüzüne her çıkışlarında havaya su püskürtüyorlardı. Yunusların çok zeki hayvanlar olduğunu duymuştu balıkçılık yapan amcasının oğlundan. Kendisini görseler bir yerlere haber götürürler mi acaba diye düşündü...
Bir kaya parçasından başka bir şey değildi bu adacık. Dalgaların kıyıya attığı bir odun parçasını görüp aldı; martıların saldırısında silah olarak kullanabilirdi onu. Odunu ele geçirince yavaş yavaş yumurtaların olduğu yere doğru yaklaşmaya başladı. Açlığını, biraz da susuzluğunu giderebilirdi yumurtalar. Birkaç martı tetikte bekliyordu yumurtaları korumak için. Odunu sallayıp onları ürküttü. Cebine doldurduğu yumurtalarla, arkasını martılara dönmeden yavaşça uzaklaştı oradan. Bir kayanın siperine gizlendi. Yumurtaları birer birer kırıp içmeye başlamıştı ki, aniden bir kaç martının tepesinde uçtuğunu gördü. Ne olursa olsun içecekti yumurtaları. Saldırı başlamadan çabukça içip bitirdi yumurtaları. Bu arada tepesindeki martılar çoğalmış, koskoca bir sürü olmuştu havada. İlk saldırıyı püskürttü. Peş peşe gelen saldırılar bunaltmıştı Celâl’i. Böyle giderse kötüydü. Az sonra yorulacaktı. Biraz önce yanından geçtiği büyük kayayı anımsadı. Altı oyuk olan bu kayaya sığınabilirse martıların tepesine rahatça pike yapamayacaklarını düşündü. Bir yandan kendisini saldırılardan korunarak bir yandan da geri geri yürüyerek kayaya varmak için uğraşırken ayağı takılıp sırtüstü düştü. Kötü yanmıştı canı. Toparlanıp kalkana dek saldıran martılardan bir kaç gaga darbesi yemişti. Kayanın kovuğunu yakaladığında gözüne doğru akan kanları sildi.
Umduğu gibi olmuştu. Martılar yandan saldıramıyorlardı. Biraz sonra da saldırıyı bıraktılar. Oturup dinlenirken uzaklardan gelen bir motor sesi duydu. Çevresine bakındı. Gitmişlerdi martılar. Kovuktan çıkıp sesin nereden geldiğini kontrol ettiğinde adacığın biraz uzağından geçen büyük bir balıkçı teknesi gördü. Odunu elinden bırakmadan kıyıya doğru koşup bağırmaya başladı. Sesinin çıkmadığını anlayınca ürktü. Olanca gücüyle bağırıyor, ancak sesini kendisi bile duyamıyordu. Korkmuştu, yüreği hızlı hızlı vurmaya başladı. Ellerini kaldırıp sallamayı düşündü. Bu da işe yaramamıştı. Ellerini sallayamıyordu. Yavaş yavaş uzaklaşan motorun ardından bakıp ağlamaya başladı. Denizin kıyısına oturup doyasıya ağlamak istedi. Bir taşın üstüne çökerken ayağı kayıp suyun içine düştü. Bu serinlik iyi gelmişti ona. Suya daha önce girip serinlemediğine pişman oldu. Özellikle yanaklarındaki serinlik içini ürpertmişti...
Başını kıyıya çevirip baktığında Çiçek’i görüp şaşırdı. Suyun içinde sırtüstü uzanmış, kendisine gülümseyerek bakıyordu. “Nasıl geldin?” diye sordu kıza. “Rüzgâr getirdi” dedi, Çiçek. Açık mavi bikinisinin içinde daha da güzel görünüyordu. Çevrede kimse de olmadığına göre, yanına dek gelen bu güzel kıza, kendisi gibi bir çobanın sevgisini küçümsemezse, sevgilisi olmasını önermeyi düşünüyordu. Aynı adaya düştüklerine göre belki de alın yazıları aynıydı. Ne olursa olsun söyleyecekti düşündüklerini. Yüreği çarpmıyor değildi ama olsun. “Ben” dedi. Celâl. Konuşmasını nasıl sürdüreceğini düşünürken; kız: “Anlıyorum” dedi. “Ben de onun için gelmiştim zaten...”
Celâl’e yaklaşıp onun dudaklarını yanaklarını, gıdığını öpmeye başladı. Öylesine mutluydu ki Celal. İlk kez bir kız tarafından öpülüyordu. “Rüya gibi” diye düşündü... Olanlara inanamıyordu bir türlü. Kendisini kızın kollarına bırakmış, ilk kez tattığı bu mutluluğun bitmesini istemiyordu...
Bir teke zortlatmasıyla uyandı Celal. Sürünün en yaşlısı ve irisi olan kır bir teke, ayakucunda durmuş ona bakıyordu. Celâl’in gözlerini açarak tuhaf tuhaf çevresine bakınması hiç ilgilendirmemişti Garip’i; durmadan yalıyordu sol yüzünün her yanını. Reşo da ondan aşağı kalmamak için, o da yalıyordu yüzünü Celâl'in...
Yazarlar
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları




























































































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.02.2015
20.12.2014
7.12.2014
16.11.2014
26.10.2014
11.10.2014
27.09.2014
14.09.2014
3.09.2014
16.08.2014