Markar ESAYAN

Erdoğan'dan sonrası tufan
30.12.2013
2469

 Bu topraklarda devlet içinde kirli bir Bizans geleneği olduğu sanırım doğru. Ama ne iyi ki, şu an ülke o dönem Bizans'ta olduğu gibi topluiğnenin ucuna kaç tane melek sığabileceğini tartışmıyor; doğrudan tehlikenin kendisini anlamaya ve önlemeye çalışıyor. Eski darbecilere bir tek teşekkür borcumuz varsa, o da bizlere bu konularda idrak, tecrübe sağlamış olmalarınadır. Yeni Şafak, 28 Şubat'ta olduğu gibi, bugün de net tavrı ile medyada ciddi bir sınavı başarıyla veriyor. O nedenle de gazetenin, yönetimi ve yazarlarıyla birlikte hedefe konması son derece doğaldır. Kamuoyu, 28 Şubat'tan farklı olarak, hem basılı medyada, hem de internet ortamında farklı kanallardan bilgi alıyor. Böylelikle, siyasetin 'cambaza bak' numaraları ve algı mühendislikleri eşliğinde kaşla göz arası boğulması mümkün olmuyor.

Keskin rota değişimlerinde halkın ikna edilmesi çok ciddi önem taşır. Dönemin şartlarına göre, yöntem, biçim ve stratejiler değişse de, asıl olarak hedef, halkın bu rota değişimine ikna edilmesidir. En sert totaliter rejimlerden, en demokratik olanına kadar, bu temel kural hiç değişmez. Çünkü en karanlık ve ceberut irade bile, halkın meşruiyetine ihtiyaç duyar. Hele bu amaç, halkın kendi iradesine el koymayı ima ediyorsa, dikkatlerin olayın merkezinden, sarsıcı başka bir noktaya odaklanması gerekir.

Ve medya, bu konuda 'hayati' bir rol oynar.

Gezi krizinde ve bu son operasyonda, kimse polis şiddetine veya yolsuzluğun kendisine destek vermediği halde, işin diğer boyutunu anlamaya, anlatmaya çalışan insanlar linç edildiler. İsteniyor ki, tüm hafıza sıfırlansın ve üretilen algıya toz konduran olmasın. Topluca psikolojik harbe teslim olunsun.

Peki, bu öfke, bu acilcilik, bu nefret neden?

İşin doğrusu, yolsuzluk iddiaları burada teferruat gibi gözüküyor. Eğer teferruat değil de asıl mesele olsaydı, yıkamadığı takdirde hükümete koruma sağlayacak böyle acilci, militan bir strateji izlenmezdi. Gezi'de referandum kararı alındıktan sonra, kalabalıklar ajite edilmek yerine evlerine döndürülseydi, kamuoyu hükümetin hatalarını daha sağlıklı tartışabilirdi. Bu son kalkışmada da, eğer üç soruşturma bir torbaya atılıp, sızdırmalarla, HSYK ve savcı bildirileri ile siyasi bir operasyon algısı yaratılmasa, Başbakan'ın yakın çevresi TMK'ya sokulup hedef alınmasa, bunun eşliğinde de medya büyük bir linç kampanyası başlatmasa, kamuoyu yolsuzluk iddiaları ve olası müsebbiplerine dikkatini verebilecekti.

Ama amaç belli ki bunlar değil.

Anlaşılan, bu müdahalelerin arkasındaki irade kendisine çok güveniyor ve bu darbelerle ani sonuç alabileceğini hesaplıyor. Bu görüntü, Erdoğan'a tedrici bir yıpratma taktiği gütmeyecek kadar keskin bir gücü ima ediyor. Bu taktik, üç seçim öncesine ayarlı nükleer bir başlık gibi Erdoğan'ın şahsına kilitlenmiş vaziyette. Peki, Erdoğan'ı savunanlar niçin böyle davranıyor? Hangi menfaat, hesap, böyle bir linçe maruz kalmayı, bu kadar risk almayı mantıklı kılabilir?

Çünkü böyle davrananlar, gayrımeşru ve siyaset dışı olandan sakınma ve uzaklaşma eğilimi gösteriyorlar. Kirli yöntemlerden kendilerini koruyarak pozisyon aldıkları yerde de Erdoğan'la karşılaşıyorlar. 'Yandaşlık' denen buysa, bunu siyaseti korumak ve sivil iradeye sahip çıkmak olarak tanımlamak daha doğru. Üç beş yıl sonra, gerçekler netleştiğinde yandaş olmak hazmedilebilir, ama kullanışlı bir aptal olarak bir darbenin payandası olunduğunu fark etmek, açıkçası daha yıkıcı olacaktır.

Tabii medyada taktiklerini daha kurnazca kuranlar var. Dünkü yazımda, 'zekâ ahlakla çevrelenmelidir' demiştim. Dilberay'ın 'Zorunda mıyım' şarkısını hatırlatırcasına, 'Ben bu kavgada taraf tutmak zorunda mıyım' başlıklı yazılar yazıyorlar. Zorundalar mı bilemem ama, taraf tutmadıkları doğru değil. Aslında, tarafsızlık görüntüsü altında, kazanacak olana yanaşma pozisyonu alıyorlar. Yazıları o günün gelişmelerine göre bir gün hükümete, bir gün Cemaat'e savruluyor. Tabii geçmişte bıraktıkları izler de, keskin ilkesel bir dönüşü öyle mümkün kılmıyor.

Temelde ise patetik bir Erdoğan düşmanlığı tutkal vazifesi görüyor.

Açıkçası gerçek şu: Yolsuzlukların ekonomi iyi gitmesi halinde seçimleri etkileme oranı çok düşük. Kaldı ki, Türkiye'de ülkeyi yönetmeye hem ideolojik hem de tecrübe olarak ehil bir muhalefet yok. CHP, tarihinin en kepaze dönemine tanık oluyor. Seks kasetleri ile hal edilen Baykal'ın yerine gelen Kılıçdaroğlu'nun CHP'si, beyaz medya ve sermayenin yap-boz tahtası haline gelmiş durumda.

Ama ne yazık ki, Erdoğan'dan ne şekilde olursa olsun kurtulmak gerektiğine karar verilmiş gözüküyor. Erdoğanlı bir 10 yılı daha kaldıracak sabır da o cenahta tükenmiş gibi. O nedenle, üç seçim öncesi Erdoğan'ı itibarsızlaştırmak, ülkeyi yönetilemez hale getirmek için elde biriktirtilmiş ne varsa, halkın üzerine boca ediliyor.

Ama hiçbir strateji akılsız değildir. O stratejinin aklını doğru okumak için halkın şu soruyu sorması gerekiyor.

Böyle bir 'Erdoğan'dan sonrası tufan' durumunda, en çok kim kaybeder? En büyük zararı kim görür?

Sonucu bu sorunun cevabı tayin edecek.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar