Şahin ALPAY

Köktendinciler kavgasının verdiği dersler
5.02.2016
1668

 Geçen cumartesi günü Suudi Arabistan, ülkedeki Şii azınlığın sözcülerinden Şeyh Nimr El – Nimr ve çoğu El Kaide üyesi 47 muhalifi kurşuna dizerek veya kafalarını keserek idam etti.

Bunun üzerine protestocular Tahran'daki S. Arabistan büyükelçiliğini ateşe verdi. İslam dünyasına nüfuzlarını yaymak için birbirleriyle kıyasıya rekabet halindeki, biri Sünni, öteki Şii köktendinci rejim ve destekçileri arasında gerginlik zirve yaptı. Umalım ki bu gerginlik, bütün zaten yanmakta olan bölgemizi daha da büyük bir ateşin içine sürüklemesin.

Bu gerginlikten çıkarmamız gereken dersler var. Bunu bir mezhep kavgası olarak görmek kısmen yanlış. Evet, ikisi de ait oldukları mezhebi, rejimlerini tahkim etmek ve nüfuzlarını yaymak için sömürüyor. Ne var ki bu, bütün Sünnilerin ve bütün Şiilerin taraf olduğu bir çatışma değil; iki mezhebin en köktendinci (fundamentalist) yorumlarını temsil eden rejimlerin, taraftarlarının desteğiyle yürüttükleri bir kavga.

Evet, bugüne kadar bir günde 47 kişinin idamı sık görülen bir vahşet örneği değil. Ama iki ülke de en temel insan hakkını, yani yaşam hakkını ihlal eden idam cezasını yaygın bir şekilde uygulamakta. Dünyada idam cezası uygulayan ülke sayısı azalarak 2014'te 22'ye indiği halde, Uluslararası Af Örgütü'ne göre, aynı yıl S. Arabistan 102, İran 743 kişiyi infaz etti. Tahran daha 20 gün önce, 15 Aralık 2015'te üç rejim muhalifini astı.

İnsan haklarını tanımayan; siyasi muhaliflerini, eşcinselleri ve zina yapanları işkenceye tabi tutan, öldüren bu iki rejimin hunharlıkta birbirinden geri kalan yanı yok. İkisi de köktendinci fanatizmin, bağnazlığın insanlık için ne büyük bir tehdit olduğunun canlı misalleri. Diyanet İşleri Başkanı'nın ileri sürdüğünün aksine, dünya sadece laik olanından değil, dinsel köktencilikten de çok çekti, çekmeye devam ediyor. İnsanlığa yönelik tehdit, laik ya da dinsel kaynaklı olmasından değil, köktendinci fanatizmden kaynaklanıyor.

S. Arabistan ve İran'daki rejimlere İslamcı sıfatı verilmesi hayli yanıltıcı. Onlara İslamcı denilemeyeceğinin belki en açık delili, 20. yüzyılda İslam dininden kapitalizmin ve komünizmin yerini alacağını iddia ettikleri siyasi bir ideoloji üreten İslamcıların her ikisine, hem de şiddet yöntemleriyle muhalefet ediyor olmaları. Eğer IŞİD, Tahran'ın baş belası ise, El Kaide de Riyad'ın.

Anayasasına göre laik bir rejime sahip olan Türkiye, bu iki rejimle de arasına mesafe koymak zorunda. Elbette ki Ankara, rejimleri ne olursa olsun ulusal çıkarları doğrultusunda bütün ülkelerle siyasi ve iktisadi ilişkiler kuracaktır. Ne var ki bu ülkelerle sıkı fıkı ilişkiler kurmamalı; Türkiye'yi yönetenler bunları model olarak gösterecek (bu ülkelerde kendini “evinde hissetmek” gibi) beyanlardan kaçınmalıdır. Ankara bu rejimlerin, hele birbirlerine karşı kurdukları ittifaklara girmemelidir. Bu açıdan AKP iktidarının S. Arabistan'ın öncülük ettiği ve sadece Sünni çoğunluklu ülkelerin katıldığı “teröre karşı İslam ittifakı”na dahil olması ya da bu ülkeyle stratejik işbirliğine girmesi büyük bir yanlıştır.

S. Arabistan ve İran köktendinciliğin insanlık için arz ettiği büyük tehlikenin timsalleri. Türkiye'yi yönetenler, köktendinciliğe karşı net tavır almalıdır. Son yıllarda yaşadıklarımız ise, bunun tersi yöndeki eğilime işaret ediyor. Kuşku yok ki Fethullah Gülen, fanatizmi ve şiddeti reddeden; barışı, demokrasiyi, inanç özgürlüğü olarak laikliği, insan haklarını, bilimi, dolayısıyla eleştirel düşünceyi savunan; İslam'ın hukuki değil sosyal ve manevi yönüne vurgu yapan yorumlarıyla İslam'da fanatizme ve radikalizme karşı Türkiye'nin çok önemli bir değeri. Bu değerin, hiçbir delile, yargı kararına dayanmaksızın “silahlı terör örgütü lideri” ilan edilmesi, ülke olarak yaşadığımız cinnet halinin en açık göstergesi.

5 Ocak 2016, Salı
 
 
Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar