Umut ÖZKIRIMLI

Umut ÖZKIRIMLI
Umut ÖZKIRIMLI
Tüm Yazıları
Hendeğe düşen ‘akil insanlar’
14.01.2016
1908

 “İnsanlar ölmesin, çocuklar öldürülmesin, anneler ağlamasın”demenin terör propagandası sayıldığı,‘müzakere koşullarının kazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulması’nı talep eden 1128 akademisyenin bizzat Cumhurbaşkanı tarafından ‘aydın müsveddesi’, ‘karanlık ve cahil’ olarak nitelendirildiği ve haklarında soruşturma başlatıldığıbir ülkede Kürt sorununun sağlıklı bir şekilde tartışılamaması şaşırtıcı değil. ‘Sağlıklı’dan kastım elbette steril, suya sabuna dokunmayan, apolitik analizler değil. Nesnel olmak, tarafsız olmayı gerektirmiyor; zaten  nesnellik iddiasıyla kaleme alınan yorumların da her tarafından ince ince – bazen oluk oluk! – siyaset akıyor.

Sözünü ettiğim güneydoğuda yaşanan insanlık dramından Kürt tarafını, yani PKK ve HDP’yi sorumlu tutan, devlete yönelik en ufak eleştiriye ‘Ama hendek… ama barikat…’ diyerek karşı çıkan analizler. Bu tür yorumların başka bir versiyonu da özerklik ilanlarına odaklanıyor ve ‘özyönetim’ ilanlarının zamansızlığından dem vuruyor.

‘Hendeğin hedefi?’

‘Ama hendek, ama barikat…’ temalı analizlerin en temel sorunu‘bağlamsızlık.’ Açacak olursak, bugünü açıklarken, bırakın uzak geçmişi, son bir-iki senedir yaşananları bile yok saymak, çatışan aktörler arasındaki asimetriyi dikkate almamak ve sorunun milliyetçilikle bağını gözardı etmek.

Örneğin ‘Akil İnsanlar Heyeti’nde de yer alan Vahap Coşkun’a göre,“Hendeğin önü de, arkası da, sağı da, solu da tek bir sonuç üretiyor: Ölüm, tahribat, yıkım.” Siyasete, ‘demokratik mücadeleyle elde edilen kazanımlar’a sırtını çeviren Kandil kendi çıkarları uğruna, belki bir ayaklanmayı tetiklemek, belki de müzakere masasına güçlü oturabilmek için şehirleri yangın yerine çevirmiş durumda (‘Hendeğin Hedefi’, Serbestiyet, 12 Aralık 2015 ). Belki. Peki ama aşağıdaki soruları sormadan bu analiz yeterli olur mu?

Demokratik kazanımlar!

1. Hangi ‘demokratik kazanımlar’? 2.5 sene süren bir ateşkes dönemi yaşamadı mı bu ülke? Bu sürede Kürt tarafının talep ettiği hangi adımlar atıldı? Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı mı imzalandı? Anadilde eğitim hakkı mı tanındı? Demokratikleşme yönünde adımlar mı atıldı?

2. Ya tam tersi yönde atılan adımlar? İç Güvenlik Yasası? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Dolmabahçe mutabakatı’nın hemen ardından sarf ettiği, “Kardeşim ne Kürt sorunu ya? Artık böyle bir şey yok” ya da “Ben oradaki toplantıyı da doğru bulmuyorum. Başbakan Yardımcısı’yla parlamentodaki bir grubun yan yana o resmi vermesini, doğru bulmuyorum”sözleri? (Mutabakatı PKK bozdu diyenler “Dolmabahçe mutabakatını kim bozdu? Bir çarpıtmanın hikayesi” başlıklı yazıma bakabilir)

3. Siyasete sırtını çeviren kimdi peki? 6-7 Ekim Olayları’nın sorumluluğunu HDP’ye PKK mı mal etti? 7 Haziran seçimlerine kadar HDP’yi hedef alan, bir gecede farklı illerde 100’den fazla HDP bürosuna saldırı düzenleyen kimdi?

4. Diyarbakır, Suruç ve Ankara’dan yaşanan katliamlar? Bu katliamların sorumluları bulundu mu? İsimleri, bağlantıları gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlanan kişiler Ankara’da 100’den fazla insanın canına kıydığı halde görevinden alınan ya da istifa eden tek bir kişi oldu mu?

Tersine Başbakan Ahmet Davutoğlu kamuoyuyla dalga geçercesine sorumlunun PKK-IŞİD ‘kokteyli’ olduğunu iddia etmedi mi? Eğer öyleyse neden bu ve benzeri olayların hemen ardından yayın yasağı getirildi? Neden bu soruşturmalardan hiçbir sonuç alınamadı?

5. PKK radikal çözümü dayatıyor diyelim. Barışçıl çözümü savunan, ılımlı isimlerin başına neler geldi peki? Haydi sivil siyasetin temsilcisi partinin eş başkanlarının başına gelenleri geçelim (Yüksekdağ’ın başına gaz fişeği atılması, Demirtaş’ın arabasının kurşunlanması, vs.) Ya Tahir Elçi? Yalın bir gerçeği dile getirdiği için hedef tahtasına konulmadı mı? Elçi soruşturmasında en ufak bir ilerleme kaydedildi mi?

Hendekleri tanklarla kapatmak

Bütün bu yaşananları yok sayarak hendekleri açıklayabilir misiniz?

Mesele PKK’yı eleştirmekse, orası kolay. PKK, Ceylanpınar cinayetini üstlenerek savaşı başlattı; en azından devlet içindeki savaş isteyen odakların eline koz verdi. Ve evet, savaşı şehirlere taşımanın bedelini umursamadı. İyi ama hendeklerin arkasında sadece PKK militanları yok ki! O gencecik çocuklar neden hendeğin içinde?

‘Ama hendek… ama barikat…’ analizcisinin bakış açısıyla sorarsak, neden PKK’nın savaş çağrısının alıcısı var? Son 2.5 senedir yaşananları es geçerseniz bu soruya nasıl yanıt vereceksiniz?

Devam edelim.

6. Çok yazılsa çizilse de ‘ama hendekçi’nin ısrarla görmezden geldiği ‘asimetri.’ Devlet ve PKK bir midir? Devlet, hukuku istediği zaman, istediği gibi askıya alabilir mi? Gerek anayasa, gerek uluslararası anlaşmalara aykırı olduğu sayısız hukukçu tarafından belirtilen sokağa çıkma yasaklarının amacı nedir?

Hendeklerden kurtulmanın yolu meskun mahale tankla girmek, çatılara keskin nişancı yerleştirmek, sokağa adım atanı kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden vurmak mıdır? Halkı elektriksiz, susuz, aç bırakmak, göçe zorlamak mıdır?

7. Hukuktan geçtik, sivillerin cenazelerinin günlerce sokakta bırakılmasını, cenazeleri almaya kalkan yakınlarının vurulmasını, hatta cenazelerin ailelere verilmeden gömülmesi için yasal düzenleme yapılmasını nasıl açıklayacaksınız? 13 yaşındaki Cemile’nin cesedinin buzlukta bekletilmesinin sorumlusu da PKK mıdır? NATO’nun en büyük ikinci ordusu bir çocuğun ailesi tarafından gömülmesini sağlamaktan aciz midir? O çocuğun ailesi yaşananlardan ‘sadece’ PKK’yı mı sorumlu tutar?

8. Cezasızlık? Devlet, haberimiz olmadan 1931 tarihli İsyan Mıntıkasında İşlenen Ef’alin Suç Sayılmayacağı Hakkında Kanun’u yeniden yürürlüğe mü soktu? Ne diyordu o kanunun 1. Maddesinde? (Kısaltarak veriyorum) “Erciş, Zilan, Ağrı dağı havalisinde meydana gelen isyan bölgesinde … yapılan takip ve tedip (örnek oluşturacak şekilde cezalandırma) hareketleri münasebetiyle … askeri kuvvetler ve devlet memurları … tarafından isyanın ve bu isyana alakadar vak’aların tenkili emrinde … işlenmiş ef’al ve hareket suç sayılamaz.”

Özel tim mensupları buna dayanarak mı okullarda, ırkçı mesajlarla bezeli kara tahtalar önünde poz vermektedir?

Kurdun dişine değen kan

Ve gelelim zurnanın zırt dediği yere.

9. Neden PKK var? Neden Kürt milliyetçiliği diye bir şey var? Milliyetçilik matah bir şey değil elbette, ama evinin duvarına, dükkanının kapısına ‘Kurdun dişine kan deydi, korkun’ diye yazılan birinin ‘dünya vatandaşı’ olmasını mı bekliyorsunuz?Cesedi yerlerde sürüklenen Hacı Lokman Birlik’in yakınları‘Devletimiz büyük’ diye mi düşünür, hendeğe mi girer?

Çoğunluk ikisini de yapmıyor, biliyoruz. Kaçıyor, uzaklara. Ya kalanlar? Ya kaçanların çocukları? Devlet bu tutumunu sürdürdükçe PKK’yı bitirseniz de yerine QKK kurulmaz mı sanıyorsunuz?

10. Yukarıda verili kabul ettiğimiz bir önermeye geri dönelim. Hendek siyasetini dayatan PKK mıdır, yoksa 6-7 Ekim’den sonra yaygınlaşan bir uygulamaya sahip mi çıkmıştır? Daha basitçe ifade edersek, PKK’nın gençlere söz geçirecek gücü var mıdır?

Kürt siyasetçileri yıllardır “Konuşabileceğiniz son nesil biziz”demiyor muydu? Ahmet Türk’ün bundan tam beş yıl önce dile getirdiği “Bu gençlerin anne-babaları politik geçmişleri sebebiyle kontrollü olabiliyor ama bunlar öyle değil. Tam tersi bir uca da sürüklenebilirler, çok radikal işler de yapabilirler. Serseri kurşuna dönüştüler” sözlerini hatırlatalım mı?

11. Milliyetçiliğin doğası hakkında en ufak bir fikriniz yok mu? Kültürel birliğini sağlamış, siyasallaşmış bir halk, özellikle de jeopolitik koşullar bu kadar uygunken talep ettiği haklardan vazgeçip boyun eğer mi? 90 yıldır işe yaramayan asimilasyon şimdi mi işe yarayacak? ‘Sri Lanka modeli’ne özeniliyorsa bu iki örneğin birbirine hiç benzemediğini, Sri Lanka’daki savaşın sadece son aşamasında 40 bini aşkın insanın öldüğünü Türkiye’yi yönetenlere anlatacak tek bir Allahın kulu yok mudur?

Akademiyi siyasete alet etmek

Tüm bunları ‘Ama hendek… ama barikat’çılar bilmiyor mu? Büyük çoğunluğu, en azından Vahap Coşkun gibi bu sorunla içli dışlı akademisyenler, biliyor. Çok değil bundan üç yıl önce Radikal İki’ye yazdığı bir yazıda “İdari ve adli bürokrasiyi de arkasına alan hükümet, Kürt meselesinde silahın gücünü esas alan bir yolu takip ediyor. Siyasi talepleri bu gücü kullanarak yasaklıyor, siyasi faaliyetleri de peşinen ‘suçlu’ ilan ediyor ve bir bütün olarak siyaseti rayından çıkarıyor” diyen Coşkun’dan başkası değil. Aynı yazıda hükümetin BDP’yi kriminalize ettiğini iddia eden Coşkun yazısını şu öngörüyle noktalıyor: “Hükümet, siyasi alanı zehirleyen ve bizi özgürlükten uzaklaştıran mevcut güzergahını takip ettiği oranda, Kürt meselesinin daha da derinleşmesi sürpriz olmayacaktır.” (Kürt Meselesini Derinleştirmek, Radikal İki, 22 Temmuz 2012 )

Aradan geçen üç yılda Vahap Coşkun’un fikirlerini değiştiren ne olmuştur, bilemem. Açıkçası ilgilenmiyorum da. Beni ilgilendiren, daha doğrusu rahatsız eden iki şey var.

Birincisi, nesnellik/tarafsızlık iddiası taşıyan bu metinlerin mesleğin en temel kurallarını hiçe sayarak akademiyi siyasete alet etmesi.

Tekrar ediyorum, mesele tarafsız olmak değil; böyle bir şey zaten mümkün de değil. Coşkun ya da başka meslektaşlar ‘devlet yanlısı’, ‘PKK karşıtı’, şu ya da bu olabilirler. Ben ve başkaları da devlet terörüne odaklanabiliriz. Ama bunu yaparken, bir, tarafsız olduğumuzu iddia edemeyiz; iki, akademik unvanımızla yazıyorsak mesleğin gereklerini yerine getirmeli, ‘nesnel’ olabilmeliyiz.

Ben, yaşananlarda PKK’nın sorumluluğunu reddetmiyor, açıkça yazabiliyorum. Coşkun ve diğerleri ise yukarıda bir kısmını sıraladığım soruları sormadan analiz yapıyor, PKK için sarf ettikleri sözlerin onda birini devlet, AKP iktidarı ve onun tartışılmaz lideri Erdoğan için sarf edemiyorlar.

İkinci nokta daha önemli. Bu tür metinler, sorunu tüm boyutlarıyla anlamamızı engelleyerek çözüm yolunu tıkıyor. Coşkun, Kürt sorununun PKK’nın silah bırakmasından ibaret olmadığını bilmiyor mu? Ya da PKK’nın anlaşma sağlanmadan, devlet güvencesi almadan silah bırakmayacağını? Müzakere masasını kimin devirdiğine inanırsak inanalım, masaya dönmek için ilk adımı kim atmalı? Seçilmiş, vergilerimizle desteklediğimiz devlet mi, tam olarak kimi temsil ettiği bile belli olmayan silahlı bir örgüt mü?

Bu soruların yanıtını Coşkun da, AKP’ye yakın diğer akademisyenler de biliyor elbette. Peki yanıtını bildikleri bu soruları sormaktan kaçınanların yaşanan acıda payı yok mudur?

Bence vardır. Ve bu, o acıları yaşayanlar tarafından unutulmayacaktır.

Not: Özyönetim meselesi hakkında yazılanlar da bundan farklı değil. Bu konuda Şükrü Hanioğlu tarafından kaleme alınan “‘Ya Özyönetim Ya Çatışma Siyaseti’ Anlamlı mı?” başlıklı analizi de bir sonraki yazımda ele alacağım.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar