Yıldıray OĞUR
Hz. Musa asasıyla Kızıldeniz’i yarıp Firavun’un elinden İsrailoğullarını kurtarır. Artık kimsenin onun Tanrı tarafından seçilmiş elçi olduğuna şüphesi kalmamıştır. Bu güvenle kavmini bırakır ve arkasına bakmadan Tur Dağı’na çıkar. 40 gün sonra gelir bir de ne görsün, “Tanrı’ya şirk koşmayın, putlara tapmayın” diye sıkı sıkı tembihlediği kavmi arkasından altın bir buzağı heykeli yapmış ona tapmaya başlamasın mı?
Son 30 günde de böyle oldu. Bir Sur’a üflendi ve herkes yeniden atalarının dinine, altın buzağılarına, fabrika ayarlarına geri döndü.
Bırakın polis şiddetini, Erdoğan’ın otoriterizmini uzaylılar dünyayı işgal etse yan yana düşülmemesi gereken insanlarla yan yana düşenleri gördük. Mustafa Kemal’in Askerleri ile, ırkçı Türk Solu dergisiyle, TGB’yle, AKP’yi Yahudi asıllı şeriatçıların kurup, Kürtçü CIA ajanlarının desteklendiğini düşünen TC. profilli Beyaz yakalılarla, Kemalist konfederasyon bayraklı teyzelerle, Paris Komünü dönem filmi çekiyor tadındaki Türk solcularla, kendi yaşam tarzları dışında hiçbir şeyin bugüne kadar endişelendirmeyi başaramadığı endişeli modernlerle sokak sokak cadde cadde, barikatlardan direnenler, direnemese de direnenlere kızgın yağlar taşıyanları gördük.
Direnişin öncülerinden,(sonra Taksim’de konuşturulmayarak devrimin yediği evladı) Sırrı Süreya’nın terminolojisiyle söylersek, iki aylık Akil İnsan avından dönen TGBlilere “Öcalan posterine dönük bir şey yapmayacağız” sözü verdiren “mücadele pratiği halkları bir araya getirdi, halklar arasındaki zihinsel ambargoları kaldırdı.”
Ne tuhaf bir tesadüftür ki bu büyük mucize tam da hükümet 30 yıllık savaşı bitirmek için adım atarken oluverdi. Bir ay önce değil, tam çekilme biterken ikinci aşama tartışmaları başlarken. Ama muhakkak direnişçilerin acelesi vardı, Erdoğan faşizmine bir gün bile daha tahammül kalmamıştı, herkesin canı burnuna gelmişti, “yetti bea” dedirtmişti kızını devlet memuru yapamayan diktatörün yaşam tarzımıza müdahaleleri.
Yine de Nilüfer Göle’ye yeni Mustafa Kemal Derviş heyecanları yaşatan, büyük eksikliğini hissettiğimiz “yobazlık” kavramını sosyolojiye yeniden sokturan direnişle, Soner Yalçın’a Retro Kurtuluş Savaşı çoşkusu yaşatan direniş, Cengiz Çandar’ın dünyanın çeşitli köşelerindeki seyahatlerini bölüp selamladığı direnişle, Silivri’den eski yoldaşı Doğu Perinçek’in selamladığı direniş, Talat Paşa Komitesi ile Ermeni aydınları, Erdoğan’a uyarı mektupları bitince Radyoevini işgal etmesi beklenen emektar demokrat köşecilerle,Yaşam Tarzı İdeolojisi’nin Foocault’su havalarında dolaşan Ertuğrul Özkök’ü aynı anda heyecanlandıran direniş aynı direniş değildir herhalde.
Belki de Allah herkesin kalbine göre bir direnişçi vermiştir. “Gezi iyi etrafı kötü”den, “aslında kalpleri çok temiz”e uzanan sosyoloji kılığına girmiş Gezi apolojilerine bakılırsa zaten öz hakiki Gezi Ruhu da ne ağaca benziyor ne de buluta. Y kuşağından birilerini görüp orantısız zekaları üzerine konuşabilenler ise cennetlik.
Gerçek, öz hakiki Geziciler, sadece kalp gözü açık sosyologlara görünmekte. Onlar ne parktaki forumları Erzurum, Sivas Kongrelerini canlı veriyormuş heyecanıyla veren direnişin gayri resmi kanalları Halk Tv, Ulusal Kanal’dan görülebilir ne de direnişin Pravdası Sözcü, Yurt, Aydınlık, Sol, Cumhuriyet hatta Hürriyet gazetelerinden takip edilebilir.
Gerçek, öz hakiki, o ilk üç gündeki gibi bozulmamış, saf Gezici, direnişin ön cephesindeki TGBliler, Genç Türkler, arkaik solcular değil kesinlikle. “Onlar hep sonradan geldi.” Taksim dışında her akşam sokaklara çıkıp, tencere tava çalan Kemalist teyzeler, amcalar ise hiç değil, onlar da devrimi çalmaya çalışmakta. (Ama lütfen bu ağır ithamı ikinci Kuvva-i Milliye heyecanına kapılmış o insanlara biri alıştıra alıştıra söylesin. )
Gerçek Gezici, büyük nutuklarından son sürüm bir Doğan Avcıoğlu çıkması beklenen Redhack de değil, Drogba’dan ve Atatürk’ten başka her şeye karşı lümpen anarşist Kemalist Çarşı da.
Taksim’deki canlı yayını arabası enkazlarının önünde zafer pozu veren gazetecilik enkazları, AKM’nin tepesinden Atatürk’ün baktığını iddia eden şizofreni sınırında romantik devrimciler, Koç’un oteli önünden finans kapital destekli devrimi sunmak nasip olan kara fatmaların korkulu rüyası Uğur Dündar, Londra’ya çıkıp, Samsun’a çıktığını zanneden Levent Kırca, Gezi Parkı’nı basan 90’ların general, siyasetçi, rektör, ilahiyatçı zombileri direnişin kalbi Taksim’den sonra Esad’ın davetiyle Suriye’de konser veren Grup Yorum, direnişçilere sevinçlerle dolu mektuplar yazan Ergenekon Balyoz sanıkları falan Soros, Otpar tarafından telekinezi yöntemiyle kandırılmış olmalı.
Gerçek mükemmel Gezici profiline ulaşmak için, Atatürk’e dönüp duran, altı saat ne düşündün sorusuna “Gençliğe Hitabe” diye cevap veren, AKM’den Atatürk resmi kaldırılmasına çok sinirlenmiş sivil eylemci Duran Adam’ın da konuşan kısmını değil, duranını, hatta mümkünse dalga geçiyormuş gibi görünse de ezber bozan başörtüsü eylemini almak lazım.
Ama herkese hatırlatmakta fayda var. Tarih notlarını en güzel çiçeklerden en güzel ballar olarak almıyor.
28 Nisan 1960 İstanbul-Ankara olaylarını izleyen genç sosyalist akademisyen Sender Divitçioğlu da gördükleri karşısında “haysiyet ayaklanması bu”ya yakın şeyler söylemişti. Star’daki harika yazısında Cemil Koçak’ın hatırlattığı gibi Divitçioğlu’na göre “harekete katılanlar arasında, “liberal ya da müdahaleci burjuvalar olduğu gibi, sosyalist, Türkçü, Turancı öğrenciler de” vardı. “Hatta Nurcu bir öğrencinin elinde göz yaşartıcı bomba ile polislere saldırışı hâlâ öğrenciler arasında anlatılıyordu. Sonuçta, “hareketi dürten, türlü yollardan tedirgin edilmiş burjuvazinin kımıldanışları olmuşsa da; bunu geliştiren, diktatörlüğe karşı başkaldıran çeşitli siyasal eğilimlerin işbirliği”ydi. Gösteriler sırasında, “Halk Partisi’nin ya da Millet Partisi’nin adlarını bile” işitmemişti.”
O devrin Batıcı, demokrat aydınlarının yazdığı Forum Dergisi de, Demokrat Parti’den demokrasi kavgasıyla ayrılan Hürriyet Partililer de diktaya karşı isyan eden bu” pırıl pırıl gençler” hakkında benzer hislere sahipti. Bir zamanlar destekledikleri DP ve Menderes için dillendirdikleri “diktaya gidiyor” eleştirileri ise diktaya doğru Türkiye’nin ateşine odun taşıyacaktı.
Darbe olurken uyananlar oldu, “Medeni cemiyetlerde fertlere değil, prensiplere tapılır. Prensiplere ihanet edenler ise cezalarını bulurlar. Hainler prensiplere ihanet etmişlerdir ve cezalarını bulacaklardır” (Çetin Altan- 3 Haziran 1960-Milliyet) diye tankın üstünden demokrasi nutku atmaya devam edenler de oldu.
Şimdilerde yine “ileri demokratik” bir eleştiri aracı olarak dolaşıma giren Çoğunluk Diktatörlüğü’ne de en az 60 yıldır gitmekteyiz. Ne tesadüf ki çok partili hayata geçtik geçeli ülkemizin üstünde kara bulutlar gibi dolaşan bir tehlike çoğunluğun tahakkümü! Demokrat Parti daha iktidarın ikinci yılında Ekseriyet Tahakkümü eleştirileriyle, “herşey sandık değil ama”larla, tabii ki diktatörlük suçlamalarıyla tanıştırıldı.
Orada bitmedi ama. Aşağıdaki satırları son 30 günde bir yerlerde okumuş olma ihtimaliniz bir hayli yüksek.
“Modern demokrasi yalnız çoğunluğun hükmettiği bir rejim değil, aynı zamanda hukuk prensiplerinin her vatandaş için adaletle uygulandığı bir eşitlik rejimidir. Sadece çoğunluğa dayanan ve çoğunluğun arzularına göre yürütülen demokrasiyi, geçimsizliğe ve anarşiye yol açarak idareyi, neticede totaliter bir sisteme götürebilir. Bütün devirlerin tarihi, çoğunluğun bazen aldandığını gösteren acı ve ibret verici olaylarla doludur”
Ama hayır, okumadınız. Bu satırlar 45 yıl öncesinden. 27 Mayıs “Devrimi”nin yıldönümlerinde kutlanan Hürriyet ve Anayasa Bayramı için radyoda konuşan Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın Ankara’da soğuk duş yapan beyanatından. Peki eski Genelkurmay Başkanı olan Sunay, demokrasiyle, çoğunluk tahakkümü eleştirisiyle kimi dövmektedir sizce?
Seçimlerde sandıktan tek başına iktidar çıkması beklenen ve anayasayı değiştirme sinyali veren Adalet Partisi’nin lideri Başbakan Demirel’i. Gezi Parkı çin Aydınlık Gazetesi’ne “sabredin” diyen İnönü’nün nurculukla suçladığı Demirel’i. “İnsanlar” korkmaktadır yine. Hassasiyetle anlaşılması ve giderilmesi gereken endişeler hastalığı salgın mevsimi gelmiştir yine. Yaşar Kemal’in kurucusu olduğu sol entelektüellerin Ant dergisi ise şu kapakla çıkmıştır: AP’nin hedefi: Çoğunluk Diktası.
Peki Demirel ne demiştir. Okuyalım:
“Azınlığı çoğunluğun üstüne çıkaran idare tarzı bir zümrenin sultasıdır. Düşünceleri etrafında çoğunluğu toplayamayıp azınlıkta kalanların haklarına razı olmamaları kendileri dışındakilere tahammül edememeleri kendilerini çoğunluktan daha muteber saymaları Türk demokrasisinin işlemesine önemli engel teşkil etmiş, memleketin ağır bedeller ödemesine sebep olmuş tek parti zihniyetinin ta kendisidir… Türkiye’de kimse diktatör dikta ihtiyacı içinde değildir.”
Dejavu. Kazlıçeşme’de Erdoğan konuşuyor sanki. Şimdi sağcı bir şark kurnazlığıymış gibi dalga geçilen Milli irade vurguları ile savunulan da, çoğunluk diktası sözleriyle ile üst perdeden sanki daha ilerisi isteniyormuş gibi karşı çıkılan da, “ cici”diye dalga geçilen de aynı şey. Demokrasinin girişi, ilk basamakları, olmazsa olmazı, ilk içe sindirilmesi gerekeni, insanlığın iktidarın meşruiyetinin kaynağı olarak bulduğu ve hala kullandığı en iyi yöntem: seçim, sandık, Meclis...Parlamenter demokrasi…
Gezi Parkı için referanduma gidilmesini bile kaldıramayan direnişçi bünyelerdeki enfeksiyonun yakın tarihi hakkında daha söylenecek çok söz var. Türkiye siyasi tarihi biraz da bunun tarihi, bir dejavu tarihi çünkü. Buralarda iktidara gelen muhafazakar partiden (bir zamanlar sadece) CHP gibi, son zamanlarda ise Norveç Sosyal Demokrat Parti gibi davranması beklenir, davranmazsa da her an diktatörlükle suçlanabilir.
Kostümler değişir, dil değişir, m kuşağı gider, y kuşağı gelir, telfrag gider, Twitter gelir ama aynı kavga sürüp gider. Buna kısaca Türkiye siyasal tarihi diyoruz.
“Yeni şişelerde eski şaraplar” da der İngilizler.
Evet, bugün Erdoğan diktatörlüğüne direnenler, beş yıl önce Çankaya’ya başörtülü first lady çıkmasına direnenlere benzemiyor, doğru. Ama unutmayalım, O günkü CHP de bugünkü CHP’ye benzemiyor. O gün eylemlere öncülük edenlerin büyük bir kısmı hapiste. Darbeci askerler bile artık darbelere karşı, Kemalizm kamusal alanda itibarını kaybetmiş durumda. CHP Genel Başkanı Che şapkasıyla kongrede kürsülere çıkıyor. Kemalizm kuzeni Türk solunun, yaşam tarzı ideolojisinin içinde saklanarak dolaşıyor aramızda. Bugün evet darbecilik itibarsız ama son 30 gün gösterdi ki siyasete karşı şiddet hala itibarlı. Bugün Kemalizmden kimse bahsetmek istemiyor, New York Times’a direnişçilerin verdiği ilandan son anda Atatürk’ün mirasçıları sözü şık görünmek adına çıkarılıyor ama Kemalizmin resmi dili olan self-oryantalizm hala AKPlilerle “hülooooğğ” diye dalga geçen direnişçilerin pek çoğunun ana dili. Esasen zaten bir ideolojik külliyatı olmayan Kemalizmin İslamofobik, self-oryantalist cerahati, makarna, kömür hikayeleriyle, karanlıklara karşı kitap okuyan direnişçilerle, aptallara karşı orantısız zeka kullanan aydınlık gençlerle üzerimize üzerimize yağıyor günlerdir.
Meşhur hikayedir. 70’lerin başında Mao’nun yardımcısı Çu En Lay’a sormuşlar. “Fransız Devrimi’nin etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz”. Cevap : Konuşmak için henüz erken.
Neyse ki iki yıl önce Kissinger’in On China kitabıyla öğrendik ki aslında adam böyle bir şey dememiş, her şeyin sebebi bir çeviri hatasıymış, etkilerini konuşmak için erken dediği de bir iki yıl önceki 68 Paris Olayları imiş.
Gezi Parkı’nın etkileri hakkında hüküm vermek için o kadar beklemeye de gerek yok. Malum, olay bütün siyasal hayatın modernleşme fay kırığının üzerinde gerçekleştiği, siyasal aktörlerin de zamanın modasına göre kılık değiştirip aynı repliklerle konuştuğu Türkiye’de geçiyor.
Bir laik demokrat yazarla, bir nasyonel sosyalist parti liderini muhafazakar iktidara karşı özgürlük mücadelesinde birleştirebilen bu ortak fabrika ayarı siyasi hayatımızın varlığı zaman zaman unutulsa da format atılıp giderilmeyen bir defosudur. Bu yüzden “İktidar Gezi Parkı isyanını anlamalı, diyalog kurmalı” diyenlerinki iyi niyetli bir politik doğruculuk olabilir ancak. Sosyolojik öfkeler, sınıfsal kibirler, yaşam tarzları arasındaki farktan doğan iletişimsizlikler, farklı dünyalar, farklı dillerden bahsetmekteyiz. Böylesine ontolojik çatışma bugünden yarına çözülemez. Burada rasyonalite aranmamalıdır. 2007 seçimlerinden önce bir araştırmada “Oyumu CHP’ye vereceğim ama AK Parti iktidarda kalsın” diyen laik işadamlarının tavrında rasyonalite aramak beyhude bir çaba olacaktır. O yüzden Faiz Lobisi de meseleyi açıklamaz. Koç Grubu ya da benzerlerinin bu işlerin içinde olmasının sebebi para kaybetmeleri değil, ideolojileridir. Aksine bu ideolojiler uğruna gerekirse para kaybetmeye de hazırdırlar.
Tepkiler irrasyonel olduğu için Gezi İsyanı’ndan yükselen talepler de somut, yasal, politik değildir. Diyalog çabalarının sonuçsuz kalmasının da, bütün geri adımların görmezlikten gelinmesinin de, “çekilmeyeceğiz, gitmeyeceğiz” maksimalizminin de sebebi bu olayın özündeki irrasyonalitedir.
İsyandan çıkan ses bu yüzden “Biz burdayız, yetti bea, Başbakan çok nobran” düzeyinde apolitik ve psikolojiktir. Küfürlerin sebebi de bu apolitikliktir. Yine bu yüzden hedef iktidarın politikaları değil, Başbakan’ın kendisidir. Ama yapacak bir şey yok. İktidar bununla yaşamayı becermek sanatıdır. Çünkü demokrasinin basit kuralı gereği daha uzun yıllar sandıktan dindarları temsil eden muhafazakar iktidarlar çıkacak ve laik elitler için bu her zaman katlanılması zor olacak, ve zemin oluştuğunda da bir sosyolojik öfkenin hedefi olacaktır. Siyasi hayatımızın hastalıklı modernleşme tecrübemizden geçen bu kalıtsal hastalığını kabul etmek zorundayız. En başta da hükümet. Bu bir şeker hastalığı. Tam bir tedavisi yok. Ama bununla hayat ritmini bozmadan yaşamanın pragmatik yolları bulunmalı.
Çünkü Türkiye siyasal tarihini bilenler için o klişe geçerli; bu filmi biz bir yerden hatırlıyoruz. Bu arabesk filmde en olayacak şeyler olur, yangınlar, depremler, ihanetler üstü üste biner, çok ağlatır ama sonu muhakkak mutlu sonla biter. Bu filmin Katarsis anı ise her zaman sandıktır, her zaman daha çok demokrasidir. Bu kez de öyle olsun….
Star / Açık Görüş
Yazarlar
-
Bahadır ÖZGÜRLaleli Çamaşırhanesi -3- Videoya çektiler: ‘Cırt’ sesi geldikçe bağırıyor! “Maşallah, Maşallah!..” 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın ötesi… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALEş Şara’dan yeni bir Esad çıkarmak mı? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERHarakiri Bütçesi 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürt Sorunu 2.0’a Hazır mıyız? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidarın ağzındaki bakla!... 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEABD, Suriye için neye karar verdi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluBüyük sorunları çözememe serisi bu kez bitecek mi? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÖcalan’ın mektubu üzerine bazı gözlemler 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKandil’in polemikçisi şampanya sosyalistlerine karşı 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKaçıncı CHP? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolAK Partili bir okurla sohbet 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZÖzel’in bütçe konuşmasında sürece dair mesajları 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSeçime henüz vakit varken sandık hesabı 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanAmerika çökmekte olan bir uygarlık mı? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuCeylanpınar cinayeti… 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENFeti Yıldız kime sesleniyor? 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilTürkiye neden sanayileşemiyor: Sermayenin, güvenin ve kurumların zayıflığı öyküsü 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciEn büyük tehlike NÜFUS yokluğu 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAJohn Holloway ; Abdullah Öcalan’ın Kuramı Devrim İhtimali Fikrini Yeniden Düşünülür Hale Getiriyor! 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSuriye bir kere daha çözümü bozabilir mi? 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTElveda Lenin ve Düzce Belediyesi… 10.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasSokak çeteleri devlet kurumlarına karşı 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalHay'at Tahrir el-Şam'ın Evrimi ve Suriye'nin Geleceği 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞTahmin ediyordum, artık netleşiyor galiba (Transfermarkt, karapara) 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNStratejik illüzyon! 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞAYM BAŞKANI AĞLIYORSA… 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBağımlı finansallaşmanın anatomisi ve Türkiye’nin bitmeyen kırılganlığı 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanMüslüman dünyada yeni bir fıkhi yaklaşımın önü açılabilir mi? 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEÇıkış yolu 8.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçTürk ve Kürt yalnızca seçmen değil aynı zamanda insan ve yurttaş 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünMonroe Doktrini gibi bir Trump Doktrini… 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTeostrateji yahut Din ve Dünya ilişkisinde kalibrasyon sorunu 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımı hangi barışı getirecek? Üç barış teorisi 7.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselIMF’in siyaseten can sıkıcı tavsiyeleri 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSürecin “kritik eşikleri” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye siyasetinin hastalığı: İmralı tartışmasında serinkanlılık ihtiyacı ve CHP'nin kararı 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi (7): Simit 27.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları





















































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.12.2025
6.12.2025
3.12.2025
1.12.2025
24.11.2025
22.11.2025
19.11.2025
17.11.2025
15.11.2025
10.11.2025