Yıldıray OĞUR
Ankara’da şehir dışındaki bir lokantanın terasından kurak boş arazinin ortasına dikilmiş biçimsiz gökdelen vari inşaatlara bakıyoruz.
Bütün gazetecilerin aylardır peşinden koştuğu Ali Babacan’la yaptığımız röportaja konacak fotoğrafların arka fonunda zorunlu olarak bu çirkin manzara olacak.
Babacan bu manzaraya bakarken “Yazık oldu, bütün ülke bunlarla doldu, paralar buralara gitti” hayıflandı.
Bundan beş yıl önce hala ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı iken yaptığı meşhur uyarıyı hatırladık: “Üretmeden taşa toprağa para harcıyoruz.”
2002’den 2015’e kadar iki yıllık Dışişleri Bakanlığı dışında, 11 yıl boyunca ekonominin dümeninde bulunmuş, daha çok işiyle ilgili ve az konuşmuş Babacan’ın bugüne kadar akıllarda en çok kalmış açıklamasıydı o.
Ama beş yıl önceki o uyarı dikkate alınmadı, paralar taşa toprağa gömüldü, sonunda ekonomi inşaat ekonomisinin peşine takılıp duvara çarptı.
Aslında o uyarı Babacan’ın kendi partisiyle aklen yollarının ayrılmaya başladığının da ilk işaretiydi.
Zaten o uyarıdan bir süre sonra önce bakanlıktan sessiz sedasız ayrıldı, sessiz bir milletvekilliğinden sonra da bir daha konuşmadı..
Son tweetinin tarihi 20 Haziran 2015. 15 temmuz sonrası Demokrasi Nöbetleri’ndeki bir kaç konuşması dışında uzun yıllardır sesini de duymamıştık.
Ta ki Temmuz 2019’da AK Parti’den kısa bir yazılı açıklamayla istifa edene kadar.
Aslında istifa, röportajdan tam başlangıç tarihinin 19 Şubat 2019 olduğunu öğrendiğimiz, yeni siyasi hareket için uzun süredir, devam eden çalışmaların bir son adımıydı.
Ama o çalışmalar da aylarca sessiz bir şekilde ilerledi.
Babacan ve onunla birlikte hareket eden siyasetçiler, aralarında bizim de olduğumuz gazetecilerin ısrarlı röportaj tekliflerini “henüz çalışmaların sürdüğünü” söyleyerek sürekli ileri bir tarihe ertelediler.
Görüşmemizden bu ertelemenin Babacan’ın tercihi olduğunu öğrendik.
Çünkü Babacan henüz partinin kadroları belli olmadan, o kadro bir araya gelip temel politikalar üzerinde konuşmadan tek başına çıkıp herkesi bağlayacak sözler söylemek istememiş. Bunun parti içi demokrasi açısından en baştan yanlış iliklenmiş bir düğme olacağını düşünüyormuş.
Karar’a röportaj vererek bu ilkeyi bir miktar esnetse de, yine de bazı konular üzerinde konuşmayı erteleyerek, ayrıntılara girmeyerek bu ilkesel tutumunu sürdürmüş oldu. Zaten röportajla ilgili de gelen eleştiriler daha çok bununla ilgili oldu. Genel prensipleri ve ilkeleri hatırlatıp, güncel meselelere pek girmemesi, parti hakkında kurulma tarihi dışında fazla ayrıntı vermemesi eleştirildi.
Bu aslında Babacan’ın siyaseti ve liderlik tarzı hakkında da röportajda tekrarladığı demokratik prensipler ve değerlerden daha fazla ve elle tutulur bir fikir veriyor.
Lider merkezli değil, kadro merkezli bir siyaset anlayışını hayata geçirmeye çalışıyor. Bu tabii on yıllardır bunun tam tersine fena halde alışmış olan Türkiye’nin nasıl karşılayacağı bilinmeyen yeni bir tarz-ı siyaset.
Röportaja başlarken bunun farkında olmamıza rağmen, yine de sorularla bu ‘demokratik hassasiyette’ gedik açmak için epey uğraştık.
Yine de kuruluş tarihi dışında parti hakkında fazla bir ayrıntı öğrenemedik.
Ama temel ilke ve prensipleri açıklarken, bazı güncel konularda mesajlar verirken aslında epey bir şey de söylemiş oldu.
Örneğin cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini mi parlamenter sistem mi sorusunu “Bu konuda şahsi bir kanaati olduğunu ama bunun kuracakları geniş ekiplerin vermesi gereken ortak bir karar olduğunu” söyleyerek yanıtlamadı ama öncesinde anlattıklarından Cumhurbaşkanlığı sistemine karşı olduğunu, güçlendirilmiş Meclis ve net kuvvetler ayrılığına dayalı bir parlamenter sistemi savunduğunu anlamak zor değildi.
Ya da dış politikayla ilgili içinde Rusya, ABD, AB, S-400, Suriye geçen cümleler kurmadı ama “Türkiye’nin sözünün gücünün azaldığını bu yüzden sık sık çözümleri askeri yollarla aradığı” tespiti çok şey anlatıyordu. Türkiye’nin “kurucusu ve üyesi olduğu uluslararası kurumlar ve parçası olduğu ittifak sistemleri”nin risk altında olmasından duyduğu tedirginliği anlatırken de aslında dış politikadaki tercihini ortaya koymuş oldu.
Uzun bir süredir kimsenin dillendirmek istemediği “Kürt sorunu” terkibini kullanması, muhafazakar siyasetin zayıf karnı olan Alevilerin sorunlarından bahsetmesi kayyım, YSK’nın İstanbul seçimini iptali kararını eleştirmesi, muhalif olduğu için işsiz kalan gazetecilerden bahsetmesi, adlarını vermese de tutuklu gazeteci, sivil toplumcu, siyasetçiler üzerine konuşması yine net siyasi tercihlerdi.
Konu AK Parti’den istifasıyla ilgili eski defterlerin açılmasını gerektiren sorulara geldiğinde ise “Artık biz geçmişle uğraşmak istemiyoruz” diyerek böyle bir hesaplaşmaya karşı hevessizliğini gösterdi, “bunlar birbirine girsin çarşı karışsın” dışında bu yeni siyasi hareketlerden bir beklentisi olmayanları hayal kırıklığına uğratacak ama daha çözüm ve gelecek odaklı bir merkez siyaseti için akılcı bir strateji bu.
Yine de örneğin “iki kere iki dörttür diyebildikten sonra en kolay ekonomi toparlanır” derken yaptığı gönderme, Erdoğan’ın “ümmeti bölmeyin” açıklamasına “bölmek değil, toplumu birleştirmek için yola çıktık” cevabını vermesi, bakanken Bilderberg toplantılarına katılmasının, komplocu troll casplerine konu olmaya başlanmasına karşı ‘bu gezilerin gizli değil, Resmi Gazete’de yer almış Başbakan’ın onayıyla gidilmiş resmi geziler’ olduğunu hatırlatması, gerekirse polemiklerden de kaçmayacağının işaretiydi.
Partideki isimleri öğrenme konusunda röportaj öncesinden başladığımız ısrarlarımız ise sonuçsuz kaldı. Bu isimleri şimdi açıklamayı hem siyaseten hem de stratejik olarak doğru bulmadığını söyledi.
Türkiye’nin demokrasi, hukuk ve medya şartlarında bu anlaşılmayacak bir korumacılık değil. Bir parti koruma şemsiyesi olmadan adları açıklanacak isimlerin başına gelebilecekler tahmin etmek zor değil, bu muhtemel kadrolar için de pek teşvik edici olmazdı.
Zaten Babacan’ın bu ilk röportajını verebileceği ve “Partiyi 2020’den önce kuruyoruz” sözünü manşet yapabilecek medya organı sayısı da siyasete girdiği koşulları net biçimde gösteriyor.
İlk röportajını görüntülü medyaya vermesi PR açısından aslında daha doğru olabilirdi. Güven veren ve samimiyet geçiren ikna edici bir konuşma üslubu var.
Ayrıca kilo vermiş, neredeyse 40’larında gösteriyor. Muhaliflerinde bile iyi intibalar bırakmış genç ve başarılı bir siyasetçinin bizzat kendisini anlatması daha etkili olabilirdi.
Ama yine kadro oluşmadan herkes adına konuşmama hassasiyeti yüzünden , sürprizlere açık görüntülü ve canlı röportaj vermektense, daha kontrolü olan yazılı röportaj vermeyi tercih etmiş.
Böyle bir röportajı yayınlayabilecek önündeki konvansiyonel medya listesi de çok uzun değildi: Sözcü, Cumhuriyet, Yeniçağ, Birgün, Evrensel, Yeni Asya ve Karar.
Herhalde bu listeden Karar’ı seçmiş olması kimse için şaşırtıcı değil. Röportajı okuyanlar böyle bir röportajda sorulması gereken bütün soruların sorulduğunun hakkını teslim edecektir.
Belki Davutoğlu ile arasında olan görüş farklılıklarını biraz daha açmasını isteyebilirdik. Ama o konuda hassas olduğu, daha çok konuşmak istemediği için fazlasını sormadık.
Davutoğlu ile özel bir bağı olduğu ve bu yol ayrımına üzüldüğü açıktı. Zaten bakanlığı bıraktıktan sonra özel işine dönmeye hazırlanırken, 2015’de Davutoğlu’nun ısrarıyla yeniden milletvekili olmuştu. Babacan’ın röportajıyla, Davutoğlu’nun manifestosu ve konuşmaları arasında fark bulmak da kolay değil. Aynı siyaset ve iktidar anlayışıyla sınandılar, tespitlerinin ve eleştirilerinin çoğu da ortak. Arada ideolojik değil, bir üslup ve tarz farklılığı olduğu anlaşılıyor.
Babacan’ın tarzında en dikkat çekici taraf, Gül ve Davutoğlu ile şahsi ilişkilerinden bahsederken bile “biz” diye konuşmayı seçmesi.
Aslında “Ben” demek için CV’sinde epeyce malzeme var.
Varlıklı bir Ankara ailesinde doğmuş, TED Koleji’ni, ardından dereceyle girdiği ODTÜ Endüstri Mühendisliği’ni birincilikle bitirmiş, 35 yaşında bakan olmuş, 11 yıl ülkenin ekonomisini yönetmiş, muhaliflerinin bile en azından ehliyetini teslim ettiği bir isim.
Aile hikayesi de sıra dışı. Halaları 60’larda başörtülü kadınların çok olmadığı üniversitelerde okumuş, kız kardeşleri yasaklara rağmen ODTÜ’de mühendislik bölümlerini bitirmiş sıradışı bir muhafazakar ailenin mensubu.
Ama 1967’de Ankara İlahiyat Fakültesi’ne başörtüsüyle giren ve bu yüzden ihraç edilen ilk başörtülü üniversite öğrencisi olan halası Hatice Babacan’ın mağduriyeti üzerine de çok konuşmak istemedi.
Onun bir hak ve özgürlük mücadelesi verdiğini söylemekle yetindikten sonra konuyu, kurulu düzene karşı çıkmak için yola çıkmış olan AK Parti’nin bugün kurulu düzen haline gelmesine ve bu kez başka kesimlerin hak ve özgürlük sorunları olduğuna bağladığı bölüm röportajdaki en dikkat çekici ve cesur analizlerden biriydi.
Genel olarak bütün konuşma boyunca daha az ideolojik referansları olan bir dil kullanmaya çalıştı. Vatandaşlık, devlet, haklar ve özgürlükler konusunda klasik liberal tespitler yaptı, İslami referansları ve kelimeleri ölçülü kullanmaya çalıştı. Gerçekten toplumun farklı kesimlerini en baştan kaçırmayacak, ortak bir dil tutturma çabasını konuşmasında bile görmek mümkündü.
Korku siyaseti yerine ümit siyaseti de bundan sonra da Babacan ve çevresinden duyacağımız çalışılmış bir siyasi motto.
Yine de “en kolayı ekonomi derken” ki özgüveni, ekonominin en temel mesele haline geldiği ve daha da geleceği siyasette en güçlü kozu olmayı sürdürecek.
Muhtemelen bu röportajdan sonra Babacan, parti kadrolarıyla yapacakları toplantılara kadar bir süre daha sessizliğini sürdürecek. Her olaya tepki veren siyasetçi moduna bir süre daha girmeyecek. O yüzden Twitter hesabını da kullanmayacak. Ama “2020’den önce” takvimini açıklayıp kendini bağladığına göre bu sessizlik de uzun sürmeyecek.
2020 yılında siyasetin bugünkünden çok sesli olacağı artık açık.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.06.2025
18.06.2025
16.06.2025
15.06.2025
11.06.2025
8.06.2025
4.06.2025
2.06.2025
1.06.2025
26.05.2025