Ferhat KENTEL

Ferhat KENTEL
Ferhat KENTEL
Tüm Yazıları
Halının altında yer kalmadı
10.12.2011
3228

 Herkesin bildiği Dersim katliamları ile ilgili olarak CHP Milletvekili Hüseyin Aygün’ün yaptığı açıklamalar, arkasından Başbakan Erdoğan’ın “devlet adına özür dilemesi” Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşmesi bakımından çok önemli bir adımdı.

Aslında toplum, farklı kesimleriyle bu memleketin tarihinin farklı sayfalarıyla çok uzun zamandır “yüzleşiyor”. Daha doğrusu, bir ölçüde herkes kendinde varolan yaraları, travmaları konuşup toplumun geri kalanını yüzleşmeye çağırıyor. Genellikle, bu karanlık sayfalara dair her şey konuşuluyor olsa da, bu “her şeyin” içindeki sayfalar birbirinden ayrı duruyor; genellikle herkes kendi acısıyla uğraşırken, diğerlerinin acılarına kulakları sağır kalıyor.

İşte Dersim bu açıdan çok önemli; çünkü toplumun en tepesinde, onun temsil edildiği yerde dile gelen bir yüzleşme başka yüzleşmeleri de çağırıyor. Ve, ne kadar zamana yayılacağını bilmek pek mümkün olmasa da, 1915’le, İstiklal Mahkemeleriyle, Varlık Vergisi’yle, 6-7 Eylül’le, 1 Mayıs 1977’yle, Maraş’la, tüm darbelerle, Kürtlere devlet eliyle yapılan bütün ezalarla yüzleşmek de er veya geç gerçek olacak. Bir gün, devletin en tepesinde “bunlar hepimizin derdidir” denerek, her toplumsal kesimin ayrı gibi görünen dertlerine sahip çıkacağız. Bizim ve başkalarının hafızalarına sinmiş olan yası beraber tutacağız; yaralarımızı birlikte iyileştireceğiz.

Şekilsiz ve acı çeken ruhlara “yüzleşerek” isim koymuş olacağız; onlara isim vererek, onları “tanıyarak”, hem kendimizi, hem de o ruhları huzura kavuşturacağız. Meşrebimize göre, iç huzuruyla, “başkalarının da” bedenlerinin toprağın altında “ışık içinde yatmasını” dileyeceğiz ya da geçen 26 kasımda yapılan “Kardeşlik, adalet, barış” yürüyüşünün sonunda Mazlumder İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarıyaşar’ın, Türk’üyle Kürt’üyle kaybettiğimiz bütün gençler için yaptığı gibi,“başkalarının” da ruhlarına Fatiha göndereceğiz.

İyileşmek için, bu yüzleşmeyi adım adım yapmak zorundayız; çünkü bu topraklarda varolmak,hayatta kalmak için, en kolay yol olarak “yalan”ı öğrendik. Saklamayı, saklanmayı, çarpıtmayı, takiyeyi öğrendik. Bunu, ne kadar mükemmel bir “ulus” yarattığını iddia eden“yalancı” bir devletle ve onun seçkinleriyle birlikte öğrendik. O, tarihi sakladıkça, tarihi saklamak için geçmişten kopardıkça, hafızamızı sıfırlamak için “eski” harfleri silip, yerine “yeni” harfler koydukça, yaptıklarını sakladıkça biz de hayatta kalabilmek için her fırsatta “yeni” harfler icat ettik, yeni anlatılar inşa ettik...


Halının altına süpürdük her türlü yarayı ve travmayı... Ve halının altından gelen kokuları engelleyemez haldeyiz artık
... Çünkü çok birikti halının altındakiler ve halı kaldıramıyor bu kadar yükü...

Halının altında kıvranan ve sürekli hissettiğimiz, bastığımız zemini güvensiz kılan ruhlardan hep o kadar çok korktuk ki, o halıyı kaldırma cesareti gösterip, “bitsin şu iş artık, ne çıkacaksa çıksın!” demek yerine, göreceğimiz manzaradan ürküp, türlü çeşitli klişeler geliştirdik: “Açmayalım şimdi bu meseleleri!”, “sırası mı canım!”, “bu meselelerin şimdi konuşulması çok manidar!” ve daha bilumum teknik ve taktikle, her şeyi kuşatan milliyetçilik ve türevleriyle inandık, inandırdık, inandırıldık...

Ve her seferinde aslında halının altının dolu olduğunu açık ettik: “Biz Türkler dünyanın en hoşgörülü milletiyiz ama kafamız bozulursa, geçmişte olduğu gibi gerekirse gene keseriz!” gibi dil sürçmeleriyle kendi yalanlarımızın da ne kadar saklanamaz olduğunu gösterdik.

İşin kötü tarafı, bir yandan inanılmaz bir iyileşme arzusu ve çabası sürerken, diğer yandan yeni yalanlar inşa ederek, yüzleşmenin önüne yeni engeller dikip duruyoruz.

Her alanda üstelik... Çok basit alanlarda bile...

Daha birkaç ay önce “hep birlikte” hazırladıkları “Şike Yasası”nı bugün gene “hep birlikte” değiştirmeye soyunanların yeni bir “yalan” inşasının içinde oldukları aşikâr değil mi? Neden, nasıl ve ne oldu da, hep birlikte çıkardıkları yasayı bugün inanılmaz bir gayretkeşlikle gene hep birlikte değiştirmeye kalkıyorlar? Bize dün mü yalan söylediler, yoksa şimdi mi yalan söylüyorlar?

Yaptıkları her işin, çektikleri her söylevin, birbirleriyle yaptıkları her didişmenin tepesinde bir korkuluk sallanıyor. Bir şeylerden çok korkuyorlar... Hepsinin zihninde bir korku var. Hepsinden güçlü olan o korkuluklar ve ta içlerinde yaşadıkları korkular nedeniyle halının altını –yalan söyleyerek– doldurmaya devam ediyorlar.

Bakalım nereye kadar devam edecek halı altına süpürme ameliyesi?

Ama halının altı taşıyor...


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar