Halil BERKTAY
[22 Nisan 2017] Bonapart olmasaydı, 19. yüzyılda “tarihte büyük adamların, dehaların, kahramanların rolü”ne, yani tarihi öncelikle onların yapıp yapmadığına ilişkin bir tartışma başgösterir miydi? Çok şüpheli. Bir kere, tarihin “yapılan” (dolayısıyla birilerinin “yaptığı”) bir şey olduğu fikri oluşmamıştı. Çünkü ikincisi, o hükümdar ve kumandanların alternatifi yoktu. Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi ve yol açtığı “içtimaî mesele” (the social question: bu yeni işçi sınıfıyla ne yapmalı) henüz patlak vermemişti. Dolayısıyla emekçi kitlelerin siyaset sahnesinde yer alması da, dünyayı sırtlayan üretici rollerinin tanınması da söz konusu değildi. Sonuçta, büyük adamlar tabii vardı ama bir büyük adamlar teorisi mevcut değildi. İskender’i, Jül Sezar’ı, Cengiz’i, Timur’u, XIV. Louis’yi, Büyük Frederick’i herkes biliyordu. Zaferleri, fetihleri, mutlakiyetleri ortadaydı. Kitaplar zaten sırf onları yazıyordu. Ama bu, vurgulu bir teorik sistematizasyon kertesine ulaşmamıştı. Karşıtına, zıddına karşı savunulmuyordu.
Paradoksa bakın ki Fransız Devrimi, bir yandan Paris’in Bastille’i zapteden ve (kadınlarıyla) Versaille’a yürüyüp kral ile kraliçeyi kente dönmeye zorlayan sansculotte’larını (baldırı çıplaklarını), diğer yandan da onları hizaya sokup Marseillaise’in müziğiyle uygun adım yürüten Napolyon gibi bir lideri sahneye çıkardı. Küçük bir Korsikalı topçu teğmeninin 15 yılda generalliğe, başkomutanlığa, birinci konsüllüğe ve nihayet imparatorluğa yükselip neredeyse bütün Avrupa’yı meteor hızıyla fethederek Moskova kapılarına dayanması, zamanın bütün seçkinlerini büyüledi. Bırakın, 17. ve 18. yüzyılların ihtiyatlı “kuvvetler dengesi” diplomasisi ile buna denk düşen, kesin sonuçlu imha muharebelerinden uzak, küçük ve kısmî muharebelerini. Tâ İlkçağdan beri böyle bir kuyruklu yıldız gelip geçmemişti yeryüzünden. Yaşayan İskender’di, Sezar’dı, karşı durulmaz gibiydi. Ordular ağzına bakıyor, beyaz atını serhatlerde şaha kaldırıyor, bir işaretiyle koalisyonlar çöküp dağılıyor ve yenileri kuruluyordu.
Örneğin Austerlitz’te (2 Aralık 1805), çocuk kandırır gibi kandırmıştı diğer iki imparatoru. Bütün derdi, I. Aleksandr ve II. Francis’in, yaşlı kurt Mareşal Kutuzov’un uyarıları doğrultusunda daha doğuya çekilmemesiydi. Onun için günler boyu, asıl kendisinin zayıf olduğu ve çatışmaktan korktuğu izlenimini yaratmış; hattâ savaş alanının merkezinde, tâyin edici öneme sahip Pratzen Tepeleri’ni de 1 Aralık’ta kasten terketmiş; nihayet savaşı kabul ettikleri 2 Aralık günü ise, Avusturya-Rusya ordularının sol kanadını kendi sağ kanadının iyice üzerine çektikten sonra ortadan müthiş bir piyade taarruzuyla Pratzen’i tekrar ele geçirerek düşmanı ikiye bölüp darmadağın etmeye başarmıştı. Sonuç, yukarıdaki başlık resminde gördüğünüz gibiydi: Fransız tarafında 1300 ölü, 6900 yaralı ve 600 esir (toplam 9000 kayıp); diğer tarafta ise 16,000 ölü-yaralı ve 20,000 esir (toplam 36,000 kayıp). Yani olabileceği kadar hızlı ve net sonuçlu bir zafer.
“Bir devin ellerindeki bebekler gibiyiz.” Yaşlı mareşal Kutuzov’un uyarılarına kulak vermemekle ne kadar hatâ ettiğini çok geç kavrayan Çar I. Aleksandr’ın, 2 Aralık 1805 akşamı dudaklarından dökülen bu sözler, aslında bütün bir kıtanın hayret ve hayranlığını yansıtmaktaydı. Kendisi de bilincindeydi, baş rolünü oynadığı muazzam dramın. Gücüne mağrur, ehemmiyetini müdrikti. Yazılı basının mevcut, ama fotoğrafın henüz icat edilmediği bir çağda, kamuoyunun gözü önündeki her hareketine dikkat ediyor; sayısız ressama istikrar ve özgüven göstergesi olarak sol eli ceketi veya yeleğinin içinde poz veriyor; savaş meydanı tablolarını dikkatle gözden geçiriyor ve yerine göre düzeltme istiyordu. Austerlitz’in ertesi günü (3 Aralık’ta) yayınladığı ünlü genelge, çok yukarıdan alan “Askerler, sizden hoşnudum!” (Soldats, je suis content de vous!) hitabıyla başlarken, ordusuna en büyük ödül olarak kendi memnuniyetini bahşedebilen bir komutanın benzersizliğini kendisine bahşediyordu.
Ama son tahlilde o da kadiri mutlak değildi; (Ömer Lütfi Barkan’ın 1937-38’de Osmanlı İmparatorluğu için başvurduğu devlet fetişisti ifadelerle) “kopardığı kıyametlerin hercümerci içinde ayrıca çeliklenerek... her türlü gücü kendine râm etmek”ten çok uzaktı. Alt tarafı bir fâniydi ve bütün fâniler gibi yanlış hesap yapması pekâlâ mümkündü. Nitekim yaptı da. 1812’de olmadık bir Rusya seferine çıktı. Çar Aleksandr bu sefer dinledi Kutuzov’u. Rus ordusu boş yere herhangi bir kesin sonuçlu imha muharebesini riske etmeden -- üstelik, arkasında yalnız “yanmış toprak” bırakarak, yani Fransız ordusuna araziden geçinme olanağı bırakmaksızın -- geriledi ve 700,000 kişilik Grande Armée’yi ikmal üslerinden çok uzaklara çekti. Sonuçta Napolyon, Borodino’da kazanamadığı için kaybetti ve Moskova’dan (50,000’i Avusturyalı ve Prusyalı, 20,000’i Polonyalı, sadece 35,000’i Fransız olmak üzere) topu topu 120,000 kişiyle döndü. Bu da (“son Yüz Gün” dahil bütün ikincil iniş-çıkışlarıyla birlikte) 1813-1815 nihaî çöküşünü beraberinde getirdi.
Yenildi ama zihinlerde silinmez izler bıraktı. Daha 18. yüzyılın ikinci yarısında gelişen Sturm und Drang akımının atılım, fırtına ve heyecan arayışına; onu izleyen Romantizmin ise “yalnız deha”yı tanrılaştırmasına denk düştü. Beethoven katıksız bir devrimci ve cumhuriyetçiydi. 1804’te Üçüncü Senfoni’sini bitirmiş ve Napolyon’a ithaf etmişti (a Buonaparte). Yakın arkadaşı ve sekreteri Ferdinand Ries’in anlatımına göre, Napolyon’un kendini imparator ilân ettiğini Ries’ten öğrenince küplere bindi. “Demek o da sıradan bir fâniymiş. Şimdi o da İnsanın bütün haklarını ayaklar altına alacak ve sadece kendi ihtirasına yol verecek; bundan böyle başka herkesten üstün olduğunu sanacak ve bir tiran olup çıkacak” diye bağırdı. Masaya gitti, ithaf sayfasını alıp ikiye yırttı ve yere attı. Başlığı değiştirdi ve Sinfonia Eroica (Kahramanlık Senfonisi) yaptı. Ama anlaşılan içi sızlamaya devam etti. Üç ay sonra yayıncısına yazdığı bir mektupta, “aslında senfoninin başlığı Bonaparte’dir” dedi. Notalar nihayet 1806’da basıldığında, başlık sayfasında İtalyanca Sinfonia Eroica ... composta per festeggiare il sovvenire di un grande Uomo (Kahramanlık Senfonisi -- Büyük bir adamın anısına bestelenmiştir) yazıyordu. Dahası var. Eroica, daha sonra gelen diğer büyük senfonilerine, özellikle Beşinci ve Dokuzuncu’ya rağmen hep Beethoven’ın favorisi olarak kaldı. Ve 1821’de Napolyon’un St Helena adasında hayata veda ettiğini öğrendiğinde, Beethoven’ın ağzından “Bu acı olayın müziğini on yedi yıl önce yazdım” sözcükleri döküldü. Eroica’nın ikinci “cenaze marşı” (Marcia funebre) bölümünü kastediyordu.
Bir teori olarak tarihi öncelikle büyük adamların yaptığı düşüncesi, Hegel ve Carlyle’ın aşağı yukarı zamandaş eserleriyle köşelilik kazandı. Georg Wilhelm Friedrich Hegel’in 1822, 1928 ve 1830’da Berlin Üniversitesi’nde verdiği dersler, ilk defa 1837’de Tarih Felsefesi Konferansları adıyla kitaplaştırıldı (ve kısaca Tarih Felsefesi diye bilinir oldu). Hegel “Âlemin Ruhu”nun (World-Spirit) ajanları niteliğindeki “cihanşümul bireyler” (world-historical individuals) fikrini burada işledi. Böyle “büyük adam”ların kendi amaçları peşinde koşarken taraf olduğu büyük dâvâların, aslında “Âlemin Ruhu”nun iradesini gerçekleştirmeye ve dolayısıyla kaçınılmaz geleceğin yolunu açmaya hizmet ettiğini savundu. İngiltere’de ise Thomas Carlyle, 1837-1840 yıllarında verdiği bir dizi konferansı 1841’de On Heroes, Hero-Worship, and The Heroic in History (Kahramanlığın, Kahramanların ve Kahramanlara Tapmanın Tarihteki Rolü) başlığıyla yayınladı. Onun da “tarih, Büyük Adamın biyografisinden başka bir şey değildir” iddiasını formüle etmesinde Napolyon örneği çok etkili oldu. Hegel zaten (olanca otoritarizmi ve militarizmiyle) Prusya devletinden yanaydı, hattâ onu tarihin son noktası olarak görüyor ve gösteriyordu. Başka bir deyişle, demokrasi diye bir derdi yoktu. Carlyle’da ise “kahramanlar” üzerinden Büyük Adamların yüceltilmesi, ilk defa demokrasinin açık ve belirtik reddiyle birleşti (Carlyle, “çoğunluğun oylarıyla doğruya varılabileceği” fikrini saçma buluyor ve bunun yerine, Platon’un Devlet’teki (Politeia, İÖ 380 dolayları) oligarşi yanlılığını çağrıştıran bir tavırla, “en ehil” olanların yönetmesini savunuyordu). 19. yüzyılın kalanı boyunca da tarihi büyük adamların yaptığı teorisi, giderek daha demokrasi karşıtı bir rol oynamaya devam etti. Bu açıdan, Friedrich Nietzsche’nin (1844-1900) Zerdüşt Böyle Dedi’de (Also sprach Zarathustra, 1883) ortaya attığı übermensch (üstinsan) kavramı, belki önemli ölçüde bağlamından koparılıp tahrif edilmek suretiyle de olsa, aynı gelişme çizgisi içinde konumlandı. Gerçi Nietzsche übermensch’i biraz Hıristiyan transandantalizminin karşıtı bir dünyevîliğin taşıyıcısı olarak düşünmüş ve “Tanrı[nın] öldü[ğü]” koşullarda insanın ancak böyle varolabileceğini savlamıştı. Öte yandan, bizatihî “Tanrı öldü” önermesi de mevcut bütün ahlâkî bağlayıcılıkların çözülüp yıkılmasını ve insanın “iktidar iradesi”ni kovalamada böyle handikaplardan sıyrılarak bütünüyle serbest kalmasını içeriyordu. Übermensch’i özellikle İngilizceye overman (üstinsan) değil superman (üstüninsan) olarak çevirmek yanlış olmuş, aşırı sağ yorumlara büsbütün çanak tutmuş olabilir. Ne ki, Nietzsche’nin amoral (ahlâk üstü) duruşu ve gene Nietzsche’nin übermensch’i, sonuçta anadili İngilizce değil Almanca olan (dolayısıyla çeviri hatâlarının yanılttığı söylenemiyecek) bir dünyada, Führerprinzip’e giden köprülerden birini oluşturdu.
Kuşkusuz Napolyon, bütün bu yorum esinti ve serpintilerinden sorumlu tutulamaz. Auden: “Ölenin sözleri, yaşayanların bağırsaklarında değişime uğrar” (The words of a dead man / Are modified in the guts of the living). Kendi çağının ölçü ve koşulları çerçevesinde, asıl şu soru önem taşımakta: Gerçekten benzersiz miydi? Ya da, tam ne kadar benzersizdi? Çağdaşları ve akranlarından ne kadar üstündü? Bütün büyük liderler için sorulabilecek bu soruyu, Plehanov cevaplandırıyor bir bakıma, Tarihte Bireyin Rolü’nde (1898). Özetliyorum. Napolyon’a bakışımızda, diyor, bir optik yanılsamaya çok dikkat etmeliyiz. Fransız Devrimi bir değil bir yığın çok becerikli general ve mareşal çıkardı. Çünkü eski aristokratik ayrıcalıkları kaldırdı ve halktan insanların, hattâ meslekten asker (astsubay bile) olmayanların, sırf yetenekleri sayesinde subaylığa yükselmelerinin önünü açtı. Lannes, Davout, Murat, Bernadotte, Ney, Bessieres, Soult, Vandamme, Nansouty, St Hilaire ve daha niceleri bu sayede öne çıktı. Napolyon da başlangıçta ve uzun süre bunlardan biriydi. Gelgelelim, en tepede sadece birine yer vardı. İngiliz Devrimi’nin Oliver Cromwell’in temsil ettiği “askerî diktatörlük” aşaması gibi Fransız Devrimi’nin de Napolyon’un temsil ettiği “askerî diktatörlük” aşamasından söz ediyor Plehanov. Bunu da bir kötüleme değil objektif bir kaçınılmazlık, devrimlerin zorunlu bir aşaması olarak kaydediyor.
Sadede gelelim. Bir kere Napolyon oraya yerleşince artık başkasına yer yoktu, diyor Plehanov. Bu da bütün diğer akranlarının ikincil ve tâbi konumlarda kalması demekti. İşte budur ki “onsuz olmazdı”ya götürüyor. Napolyon’un benzersizliği ve vazgeçilmezliği yanılsamasını yaratıyor.
Yazarlar
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları



















































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024