Kemal BURKAY
Kutsal kitaplarda cennet çimenler ve güllerle kaplı, ağaçlarında bülbüller şakıyan, pınarlarından şerbet akan, içinde huriler gezinen güzelim bahçeleriyle anlatılır. Bir başka deyişle, cennet insanoğlunu -ve de kızını- imrendirecek kadar güzel bir yerdir. Eğer günah işlemez, başkalarına haksızlık etmez, bu dünyada iyi bir ademoğlu veya kızı gibi yaşarsa oraya gidecektir…
Öyleyse bu dünyada da ağacın-otun, gülün-kuşun ve cümle dünya nimetlerinin değerini iyi bilmemiz gerekmiyor mu? Yani bu dünyayı da güzelleştirip, bezeyip, cennete dönüştürmek iyi bir şey olmaz mı?
Bu, rant hırsıyla, plansızca ve şaşkınca doğayı tahrip etmekle, kentleri betonlaştırmakla sağlanabilir mi?
Acaba küçük bahçesi içindeki tek katlı bir ev mi güzeldir, yoksa şu bilmem ne “Oğlu” hazretlerinin gökdelenlerindeki bir “muhteşem” daire mi?
Ben kutsal kitaplarda veya din adamlarının ağzından cennet övülürken orada çok havra, çok kilise, çok cami, kısacası çok tapınak olduğunun, cennete gidenlerin gönüllerince tapınacaklarının yazılıp söylendiğini hiç duymadım…
Ama cennetin yeşillikleri, gülleri, çimenleri ünlüdür. Yani kargaşa ve yoksulluk içinde geçen, yorgun ve çileli bir dünya hayatının ardından ideal bir dinlenme, hoşça vakit geçirme yeri…
Öyleyse bu dünyada neden insanlar için aynı ortamı yaratmıyoruz? Yani neden dünyayı cennete çevirmiyoruz?..
Aslına bakarsanız, dünyada cennet zaten vardı… Adem ile Hava işledikleri “günah” nedeniyle buraya sürgün edilmeden önce de vardı. Hem de türlü türlü cennetler…
Örneğin balta girmemiş Afrika ormanları, ırmakları ve gölleriyle, filleri ve kaplanlarıyla, papağanları, cennet kuşları ve binbir lezzetli meyveleriyle…
Ya karlar ve buzlarla kaplı, güzelim kutup ayılarının, kar tilkilerinin, fokların, penguenlerin ve Eskimoların yurdu kutuplar?.. Peki güzelim vahaları, hurma ağaçları, develeriyle Arabistan çölleri, sahralar?.. Buralar cehennem midir, yoksa cennetten bir parça mı?
Diyelim ki çöllerin, yani güneşle kavrulan bu engin kumlu toprakların pek de cenneti andırır bir yanları yok… Ama altında yatan petrol denizleri ve günümüz tekniği sayesinde bu çölleri geniş yeşil vahalara çevirmek pekâlâ mümkün. Eğer o petrol hazinesini bir avuç şeyh, emir ve diktatör taifesinin elinden kurtarıp adam gibi bir yönetimin elinde ülkenin tüm insanlarının yararına değerlendirmek mümkün olsa…
Ayrıca kutuplarda kar ve buz, çöllerde güneş bol; kutuplarda ve çöllerde yaşayanlar el ele verse…
Ya makilikleri, zeytinlikleri, portakal bahçeleri, nar ağaçlarıyla, sularında Kleopatraların ve Afroditlerin açtığı güzelim Akdeniz kıyıları…
Karaipler, Havai adaları, Avustralya’nın mercan kayalıkları…
Norveç fiyordları, İsveç ve Kanada ormanlarının sonbaharı, İsviçre Alpleri, Kolorado kanyonu…
Ya bizim Dersim dağları, Van Gölü Havzası?.. Saddam vahşisinin bile nice hayran kalıp “Kurdistan el cennet!” dediği Güney Kürdistan; Amediye, Sulav, Dokan, Kandil yöreleri…
Ve yedi tepe üzerinde kurulu, Boğaz ve Haliç gerdanlıklarıyla bezeli güzelim İstanbul...
Hangi birini sayayım sevgili okurlar? Bu yeryüzünde öylesine çok cennetimiz var ki…
Ara sıra yeraltındaki cehennem, Vezüv, Etna, İzlanda yanardağları ve benzeri kraterlerden ateşini kussa, homurdanan zebaniler depremleriyle bizi vursa, fırtınalar ve sellerle keyfimiz kaçsa da bu, dünyamızın, binbir köşesindeki binbir güzelliği ve binbir dünya nimetiyle, beş milyar insana da pekâlâ bol bol yetecek uçsuz bucaksız bir cennet olduğu gerçeğini değiştirir mi?
Öyleyse biz insanoğulları ve kızları eğer bu cenneti görmüyor ve onu cehenneme çevirmek için her şeyi yapıyorsak, bizim tanrı vergisi akıllı yaratıklar olduğumuzu kim iddia edebilir?
Evet, biz insanlar, ne yazık ki, bu dünyada cehennem korkusuyla yaşar ve cenneti gökyüzünde ve ölümden sonra –Yahya Kemal’in deyişiyle, binbir gidenin hiçbirinin dönmediği- “öbür dünyalarda” ararken, elimizin altındaki, gözümüzün önündeki cennetin farkında değil gibi yaşıyoruz. Bu somut, varlığı tartışılmaz cennetin kadrini ise bilmiyoruz. Plansız biçimde kesip yakarak ağaçlarını hoyratça yok ediyor, çayır ve çimenlerini ezip kurutuyor, sularını ve havasını kirletiyor, her biri bizzat insanoğlunun kendi çocukları gibi hayatın ve doğanın güzelim birer incisi olan hayvan ve bitki türlerini yok ediyoruz…
Bu yaptıklarımız cenneti tasvir eden kutsal kitaplara ve elçilerini bize gönderen Tanrı’nın buyruklarına uygun mudur?
Örneğin İstanbul’un bu kadar çok camii varken ve Ataşehir’in kenarına daha yeni büyük bir cami yapılmışken, Çamlıca Tepesi’ndeki yeşil alanı kazıyıp oraya dev bir cami dikmek Tanrı’yı veya kullarını çok mu memnun edecektir?
Ya Taksim’deki, zaten dev betonarme binaların arasına sıkışmış bir solukluk yeşil alanı, Taksim Parkı’nı, geçmişte var olduğu söylenen bir topçu kışlasını oraya yeniden dikmek, ya da padişahlar misali kendi adına dikeceği bir camiyle anılmak için yok etmenin kula veya Tanrı’ya ne yararı var?
Ya bir parça enerji adına Dersim’in, Karadeniz Dağları’nın, Kaz Dağları’nın eşi bulunmaz güzelim vadilerini, bu doğal cennetleri kazıp HES’lerle örmek?..
İnsanların yeşile, oksijene, güzel görünümlü bir manzaraya da ihtiyacı yok mu?
İnsanoğlunun iyi olmak için, günahtan ve kötülükten arınmak için, sanıldığı kadar büyük tapınaklara ihtiyacı olduğunu sanmam. Hangi dinden, hangi inançtan olursa olsun, isterse evinin odasında, ya da yolda yürürken inandığı tanrıya dua edebilir, güzel şeyler düşünüp güzel sözler edebilir.
Musa’nın, bildiğimiz kadarıyla asasından başka malı mülkü yoktu. İsa da çok mütevazi bir peygamberdi; onun ilk ardılları bazen mağaralarda, kaya kovuklarında inançlarını yaşadılar. Ardından altın ve gümüşle bezeli muhteşem kiliseleri dikenler ise ya oluk oluk kan dökmekte tereddüt etmeyen kral ve imparatorlar, ya da engizisyoncu papaz ve piskoposlar idiler.
Yapmayın beyler, etmeyin! Bize dev binalar, dev tapınaklar ve tonlarla para değil, şanı büyük imparatorlar hiç değil, temiz hava, temiz su, temiz toprak lazım; yaşamımızı insanca sürdürmeye elverir yaşam aracı –ev, giyecek, yiyecek- lazım. Lütfen ağaçlarımızı kesmeyin, otlarımızı ve güllerimizi ezmeyin, nadide bitki ve hayvan türlerini yok etmeyin, dünyanın güzelim renklerini azaltıp soldurmayın.
Cennetimizi cehennem eylemeyin!
2 Aralık 2012
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- UKRAYNA SORUNU, SAVAŞ VE ULUSLARARASI HUKUK ADINA ÇEKİLEN NUTUKLAR
25.02.2022 - DERSİM’DEKİ YANGIN VE SÖZÜN BİTTİĞİ YER…
28.08.2021 - İNSANLIK BARIŞA, EŞİTLİĞE VE ÖZGÜRLÜĞE NASIL ULAŞIR?
16.05.2020 - İNSANLAR BU DURUMA NASIL GELDİ?
12.05.2020 - KARNI DOYMAYANLAR - GÖZÜ DOYMAYANLAR
8.05.2020 - HAYATI CENNET YA DA CEHENNEM ETMEK ELİMİZDE…
4.05.2020 - Depremin düşündürdükleri SORUNLAR YENİ VE ÇAĞDAŞ BİR ANLAYIŞLA ÇÖZÜLÜR
29.01.2020 - DÖRT NALA GİDEN BİR IRKÇILIK…
18.10.2019 - BARIŞÇI VE ADİL BİR DÜZEN Mİ; YOKSA SAVAŞ, KİN VE DÜŞMANLIK MI?..
10.10.2019 - DEEMEK Kİ NEYMİŞ?..
24.03.2020
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları






































Derman
Eleştirilerinize katılıyorum. Özellikle "kartaca yıkılmalıdır" şiarı kısmına. Fakat unutmayın ki bu dönem de yapılan hukuksuzluklarla, benim gibi hep doğruyu bulmaya çalışan sıradan insanların da endişelerini hat safhaya çıkardılar. Bu endişeyi yabana atmayın derim.