Markar ESAYAN

Büyük kapanma…
11.01.2015
1608

 İnsan kendisini nasıl inşa eder?

Bu hiç de insanın sadece kendisini ilgilendiren bir soru değildir. Dinleri de dar anlamda ideoloji parantezinin içine aldığımızda, insanın kendi inşasını nasıl yapacağına dair saptamalar dünyanın da nasıl bir yer olacağının açılış şartlarını vermekte.

Ahlak tanımımız ve anlam bulma çabamız hangi ufuklar üzerinde yükselecek? Kimlik hangi süreçlerde oluşmakta? Bu tercihlerin hayatın anlamını ve insanın siyasal özelliklerini üreteceği bellidir.

Bu sorular modern zamanın başlangıcıyla “sahicilik etiğini” gündeme getirdi. Göreceliğin 10. yy’dan itibarıyla sahneye yeniden geri dönüşüyle, “sahici insan” arayışı gitgide merkezi/içtimai bağlantısını kaybederek insanın sadece kendi iç sesine kulak vererek ulaşabileceği bir süreç haline gelmiştir. Böylelikle modern sahicilik duygusu/bireycilik ve özgürlük, önceki Yaradan merkezli ahlaki ufuklardan kopmayı getirdi. Modern insan nasıl davranacağını kendi sahiciliğini yeniden yorumlamasıyla, kendi iç sesine kulak vererek tayin edecekti.

Başlarda, dinlerde de olan insanın Allah’ı kendi iç sesine kulak vererek bulacağı fikri ile arada fazla bir fark yok gibidir.

Tabii yırtık burada duramazdı. Vurgu gittikçe iç sese değil, ona “kulak verme” eylemi ve öznesi bireyin üzerine kapandı.

Öte yandan yeni düzen bireyi özgürleştiriciydi ama ortaya önemli sorunlar çıkıyordu; mesela özgür/sahici bireyin, diğer özgür/sahici bireylerle ilişkisinin nasıl olacağı, yani toplumun hangi ortak kriterlere göre birarada duracağıydı.

Herkesin önemli bulduğu kendi öznel değerlerine göre kendisini inşa edeceği, yaşamını düzenleyeceği görece bir ahlak anlayışında toplum nasıl birarada yaşayacak, devlet hangi kriterlere göre bu özgürlükleri düzenleyecekti?

Bulunan formülüne Charles Taylor “Yansız olma liberalizmi” diyor. Çelişkiyi ortadan kaldırma yöntemi, liberal toplumun “iyi yaşam nedir” sorusu karşısında yansız olması, iyi yaşamın da her bireyin kendi bildiği gibi iyiye ulaşmaya çalışması olduğu, yönetimlerin de bunu garanti altına alması gerektiği oldu. Bu durumun, atomize olmakta olan bürokratik devleti haddinden fazla güçlendireceği belliydi.

Böylelikle, modern insanın takdir edilmesi gereken sahicilik/kendisini gerçekleştirme arzusunun, yumuşak bir görecelilik içinde başıboş/çıpasız kaldığı ve bireyi aslında yalnızlaştırarak güçsüzleştirdiği, haliyle bürokratik devletin insafına terk ettiği kısa sürede anlaşılacaktı.

Bireyin kendisinden daha üst bir anlam ufkundan kopararak özgürleşeceği iddiası, kuvveden fiile geçtikçe, onu sanki daha da köleleştiriyor, seçimlerin özünün teferruat haline gelerek, seçme hakkının kutsala terfi ettirilmesi büyük kapanmayı beraberinde getiriyordu. Aslında olan şey, bireyin, üstü olarak tanıdığı Allah veya iyilik ideallerinin yerini, birey atomize oldukça devletin almasıydı.

Eski toplumda bireyin kendisini gerçekleştirme ideali Büyük Varoluş Zinciri’nde bir anlama denk gelen hissinden kaynaklanıyor, birey büyük bir anlam dünyasının hücrelerinden birisi olduğunu duyumsayarak yönünü ve huzurunu buluyordu.

Oysa modern birey, “kendi hakkımdaki iyiye sadece kendim, kendi iç sesimi dinleyerek diğerlerinden bağımsız olarak ulaşırım ve bu eylemle kendimi gerçekleştiririm” derken, aslında kendi varlığı içine hapsoluyor, üst bir anlama bağlanmayan öznel amaçlar huzuru sağlamıyordu.

İçe kapanmayla birey katılımcı demokrasi iddiasının tersine hareket ederek kontrolü bürokrasiye teslim ediyordu. Kendisini başkalarıyla ilişkiye geçerek, fedakârlık ve kahramanlıklar yaparak gerçekleştirmeye ihtiyacı kalmayan birey, neden dışarı çıksın, neden oy kullansın, neden siyasete ilgi duysun ki! Yeter ki devlet onun ihtiyaçlarını karşılasın, yeterdi.

Avrupa’da seçimlere ilginin yüzde ellilerin altına düşmesi, siyasete karşı yükselen ilgisizlik, aslında modern demokrasinin en büyük garantisi olan katılımcılığı bürokratik devlete emanet ediyordu. (Yumuşak despotluk.)

 

“Seçme gücünün kendisinin başlı başına maksimize edilmesi gereken, iyi bir şey olduğunun kabulü idealin sapkın bir ürünüdür” diyor Taylor ve ekliyor “Şimdi, eğer böyle bir şey doğruysa, bunu söylemek çok önemli” diye de ilave ediyor.

Gerçekten de önemli... İki nedenle… Önemli çünkü bunu söyleyebilenler daha çok modernitenin külliyen değersiz olduğunu iddia ederek daha en başta marjinalize oluyorlar. Diğer grup ise böyle bir saptamayı yapmaktan ölesiye korkuyor, tartışmaya hiç girmiyorlar. Modernizmin gösterişli zarfı mazrufu sorgulamayı imkânsız hale getirirken, kendi içine kapanan birey soru sormanın kendisini dahi unuttu.

Oysa modernitenin değerli yönlerini teslim ederken, insanlığı mahkûm ettiği çelişkilerin altını çizebilmek çok önemli.

Bu sorular yeniden sorulmadıkça, modernin ötesine geçmek mümkün olmayacak gibi. Batı için durum böyleyken, Doğu’nun ise aldığı darbenin sersemliğinden uyanıp, doğru sorular sorabilmesi, özgüvenin yeniden kazanılmasıyla mümkün.

O zaman soruyoruz tekrar, insan kendisini nasıl inşa eder? 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar