Umut ÖZKIRIMLI

Umut ÖZKIRIMLI
Umut ÖZKIRIMLI
Tüm Yazıları
Türk solu, bölünmek ve direniş üzerine bir not
31.05.2018
1370

 Graham Chapman, John Cleese, Terry Gilliam, Eric Idle, Terry Jones ve Michael Palin beşlisinden oluşan İngiliz komedi grubu Monty Python’ın ünlü filmi The Life of Brian (Brian’ın Hayatı) birçok sinemasever ve eleştirmen tarafından “tarihin en iyi İngiliz komedi filmi” olarak adlandırılır.

Üzerine belgeseller çekilen, siyasetçilerin konuşmalarına konu olan film, içerdiği yüksek dozda Hristiyanlık hicvi nedeniyle gösterime girdiği 1979 yılında büyük tartışmalara neden olur, İngiltere’de 39 belediye tarafından “dini değerlere hakaret ettiği” gerekçesiyle yasaklanırken ABD’de Hahamlar Birliği tarafından “iğrenç”, Lüteriyenler Konseyi tarafından ise “saygı sınırlarını aşan bir parodi” olarak nitelendirilir.Buna rağmen film, gösterildiği tüm ülkelerde geniş kitlelere ulaşır ve büyük beğeni toplar. Hz. İsa’nın dünyaya geldiği evin yanındaki ahırda doğduğu için yanlışlıkla Mesih sanılan Brian Cohen’in hikayesini anlatan filmde geçen bazı sahneler, örneğin “What have the Romans ever done to us?” (Romalılar bugüne kadar bizim için ne yaptı?), bugün hala siyasi hiciv malzemesi olarak kullanılmaktadır (Brexit kampanyası sırasında sosyal medyada paylaşım rekorları kıran, Patrick Stewart’ın rol aldığı yakın tarihli bir parodi için bkz)

Filmin en ünlü sahnelerinden biri de sol için hizipleşmeler ve siyasi doğruculuk akımını hicveden arena sahnesidir. Filmi izlememiş olanlar için hatırlatalım:

(Arenadaki seyircilere yiyecek-içecek satan Brian, dört kişilik bir grubun yanına yaklaşır ve sorar.)

BRIAN: Siz Yahudi Halkları Cephesi misiniz? (Judean People’s Front)

REG: Defol git!

BRIAN: Ne?

REG: Yahudi Halkları Cephesi’ymiş! Biz Yahudi Vatanı Halkları Cephesi’yiz (People’s Front of Judea). Yahudi Halkları Cephesi? Rezalet!

FRANCIS: Aşağılık herifler!

BRIAN: Ben de size katılabilir miyim?

REG: Hayır. Defol git!

BRIAN: Arenada satıcılık yapmak istemiyorum. Bu işten nefret ediyorum. Romalılardan ben de nefret ediyorum!

DÖRDÜ BİRDEN: Hişt hişt, sessiz ol!

JUDITH: Emin misin?

BRIAN: Tabii ki. Romalılardan zaten nefret ediyordum.

REG: Bak, iyi dinle. Yahudi Vatanı Halkları Cephesi’sine katılacaksan Romalılardan gerçekten çok nefret etmen gerekiyor.

BRIAN: Ediyorum!

REG: Öyle mi? Haydi canım, ne kadar nefret ediyorsun?

BRIAN: Çok!

REG: Tamam o zaman. Kabul edildin. Şimdi dinle. Romalılardan daha fazla nefret ettiğimiz tek grup Yahudi Halkları Cephesi.

P.F.J.: Evet, aynen öyle...

JUDITH: Hizipçiler!

P.F.J.: Bölücüler!

FRANCIS: Ve Yahudi Halkları Halk Cephesi (Judean Popular People’s Front)!

P.F.J.: Evet, evet. Bölücüler! Bölücüler!

LORETTA: Ve Yahudi Vatanı Halkları Cephesi! Bölücüler!

REG: Ne dedin sen?

LORETTA: Yahudi Vatanı Halkları Cephesi, dedim. Hizipçiler!

REG: Yahudi Vatanı Halkları Cephesi biziz zaten!

LORETTA: Oh. Biz Halk Cephesi’yiz sanıyordum.

FRANCIS: Halk Cephesi’ne ne oldu Reg?

REG (Tribünde tek başına oturan yaşlı bir adama işaret ederek): Orada işte.

P.F.J.: Hizipçi!

Bunun sadece komedi filmlerine konu olabilecek abartılı bir yorum olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Nuriye Gülmen tarafından “İşimizi Geri İstiyoruz!” sloganıyla 9 Kasım 2016 günü Ankara’nın Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Anıtı önünde başlatılan direniş eylemini birçok okur anımsayacaktır.

Daha sonra Acun Karadağ, Semih Özakça ve Veli Saçılık’ın da katıldığı, Gülmen ve Özakça’nın açlık grevine başlaması ve tutuklanmasıyla farklı bir boyut kazanan Yüksel Direnişi, bu iki ismin açlık grevini bitirmesinden sonra da devam etmişti.

13 Mayıs 2018 günü direnişin sembol isimlerinden Veli Saçılık’ın HDP’den milletvekili adayı olmasıyla birlikte sosyal medyaya düşen ve fazla dikkat çekmeyen bir haber, binlerce insan tarafından desteklenen ve toplumsal muhalefet için bir umut sembolü olan Yüksel Direnişi’nde de suların o kadar berrak olmadığını gösterdi.

Herhangi bir siyasi oluşum ya da toplumsal hareketin bünyesinde farklı görüşler barındırması, çok sesliliğe, eleştiriye imkan tanıyan bir kültüre sahip olması elbette doğaldı, hatta örnek alınması gereken bir değerdi.

Ancak Saçılık’ın milletvekili adaylığına itiraz eden “Yüksel Direnişçileri” imzalı metin, eylemcilerin çok sesliliğe pek de hoşgörüyle yaklaşmadığını gösteriyordu.

Açıklamaya göre Saçılık, 28 Ocak 2018 tarihinde Gülmen ve Özakça’nın açlık grevini bitirmesinin ardından yapılan bir toplantıda her gün iki kez yapılan eylemlerin günde bire düşürülmesini önermiş, ancak bu önerisi diğer direnişçiler tarafından kabul edilmemişti. Saçılık da bunun üzerine direnişten ayrılacağını belirtmiş. Bundan sonrasını bildiriden okuyalım:

Direnişten ayrıldığını “bölünmüşlük görüntüsü vermemek” adına açıklamadığını söyleyen Veli arkadaşımızın bu tutumu, milletvekilliği adaylığını açıklamasıyla birlikte direnişimizin politik hattıyla çelişik bir görüntü vermesine sebep olmuştur. Saçılık’ın 26 Ocak 2018 tarihi (tarihler arasındaki tutarsızlık bildiriden - UÖ) itibariyle direnişten ayrılmış olması sebebiyle, HDP’den milletvekili aday adayı olmasının Yüksel direnişini hiç bir suretle bağlamadığını ilan ederiz.

Yüksel’de direnişi seçen ve ne pahasına olursa olsun direnmekte ısrar eden irade, kendisini her zaman alanlarda ve direnişte olmak gerektiği düşüncesiyle beslemiş ve seçimleri hiçbir zaman halkın ve emekçilerin sorunlarının çözüm aracı olarak görmemiştir. Yüksel Direnişçileri olarak Faşizme, Ohal’e, KHK’lara karşı mücadelenin sandıkta değil sokakta verilmesi gerektiği düşüncemizi buradan bir kez daha beyan ederiz. Yüksel Direnişinin hiçbir siyasi partinin seçim çalışmasına malzeme yapılmaması gerektiği konusunda herkesin gerekli hassasiyeti göstereceğini umuyoruz.

Toplam sayıları iki elin parmağını geçmeyen Yüksel Direnişçileri’nin içlerinden birinin, kendi terimleriyle “defalarca gözaltına alınıp işkence görmüş, bu işkencelerden birinde omzu kırılmış, direnişten ayrıldığı tarihe kadar da ağır fiziki işkencelere, para cezalarına ve hakkında açılmış davalara rağmen” direnen Saçılık’ın bir partiden milletvekili adayı olmasına neden bu kadar tepki gösterdiğini bilmemiz mümkün değil.

Sonuçta Saçılık adaylığının “Yüksel Direnişi” adına olduğu yönünde bir açıklamada bulunmadı. Direnişin ruhuna aykırı, diyelim İYİ Parti ya da Saadet Partisi gibi bir oluşumdan da aday olmadı.

Kaldı ki bildiriden Saçılık ve direnişçiler arasında ideolojik açıdan çok büyük bir farklılık olmadığı, sorunun daha çok direniş adına izlenecek yöntem biçimiyle ilgili olduğu da anlaşılıyor.

O halde Yüksel Direnişçileri neden, “biz Yahudi Vatanı Halkları Cephesi miyiz, Yahudi Halkları Cephesi mi, yoksa Yahudi Halkları Halk Cephesi mi?” türü bir tartışmaya girdi

 Cevabı solun iflah olmaz “mitoz düşkünlüğü”nde (bir hücrenin birbirinin aynı iki ayrı hücreye bölünmesi) bulmak mümkün elbette. Sonuçta gazeteci Metin Cihan’ın 13 Mayıs’ta attığı bir twitte ironik bir dille ifade ettiği gibi, “Sadece 8 kişi direniyordu onlar bile bölündü çünkü solcu olmak bunu gerektirir”di.

Öte yandan bu sorun sadece Türk soluna içkin değil. Cemaatler takımadası Türkiye’de, rejimin “resmi” olarak otokrasiye dönüşmesine, üzerine İslam tuzu serpilmiş bir 21. yüzyıl faşizminin kurulmasına bir aydan az zaman kalmışken muhalefet koalisyonlarının HDP’yi dışlaması, HDP içinde Türkiyeli sol aday-Kürt aday tartışması başlaması, birçok kesime hakim olan “zamanında AKP’ye destek vermiş liberal” düşmanlığında en ufak bir esneme olmaması normal mi?

Sayıca zaten azınlıkta olan farklı muhalif kesimlerin bu kimseyi beğenmez tavrı, direniş için var olan koşullarda lüks sayılmaz mı?

Hemen belirteyim, geçmiş unutulsun, ilkeler rafa kaldırılsın tavrı değil savunduğum. İçinde bulunduğumuz krizin derinliğini, “büyük çaresizliğimiz”i düşünerek bir parça stratejik hareket etmek, ortak düşman faşizan rejim anlayışına karşı bir olmaktan bahsediyorum.

Bir olmak, “Madımak katliam değildir. Orada perdeler yakılmış, arkasından da ateş bacayı sarmış. Oradakiler pencereleri açmadığı için öldü.” diyebilen Temel Karamollaoğlu’ndan Che Guevara çıkarmayı ve bu “çakma demokrat”la birlikte hareket etmeyi gerektirmiyor.

Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet gibi ilkeleri asgari müşterek kabul edenler arasında kurulacak bir geçici birlik kastettiğim. Günün birinde geçmişin hesabını sormak, ilkelerimize uygun bir düzen kurmak istiyorsak kurulması zorunlu olan bir birlik.

Parlamentoda çoğunluğun kaybedilmesi durumunda A, B, C planlarının hazır olduğunu iddia eden, geçmişte bu planları uygulamak yönünde tereddüt etmediği de görülen Romalılar karşısında Yahudi haklarını hangi partide savunduğunuzun çok da önemi yok çünkü.

 
 
Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar