Yasemin ÇONGAR
* Yasemin Çongar’ın bu yazısı YA DA köşesinde değil, EX LIBRIS / DÜNYA BUNLARI OKUYOR adlı köşede yayımlanmıştır.
***
Erkek ölür. Erkeğin sır kadını da ölür mecburen. Onu herkesten gizleyen ve herkesten gizlemek zorunda kaldığı erkek, on üç yıllık sırlarının orta yerinde, herhangi bir gün gibi görünen bir günün ortasında küt diye kendi sonuna yıkılıverince, on üç yıldır zaten “yok” olan, zaten hiç “olmamış” olan kadın ne yapsın?
Meşru bir şeydir ölüm. Hakkı helâl etmektir. Görünen nihayettir. Tek tanrılı inanç böyle buyurur. Ve kaç dulu kalırsa kalsın geride, ölen erkek sadece bir kadını dul bırakmış gibi yapar cemaat; tek eşli ahlâk böyle buyurur.
Görünen nihayetiyle birlikte artık ebedî meşruiyetine de kavuşurken erkek, onun gayrımeşru kadını, onun yasını bile gizlice tutmaya mahkûm olan “eksik” ve “öteki” kadını nasıl yaşasın? Canlı ceset misali, başka bir hayatın içine gömülür çaresiz. Hayatın imkânsız göründüğü yerde, hayata benzeyen soğuk bir boşluk bulur kendine; ıslak çuhadan bir kesenin içine düşer. Havasız, ışıksız bir yerde kaybolmak, ölmeden ölmek ister. Gayrımeşru bir ölüm!
Yazar bu cümlelerin hiçbirini kullanmamış ama böyle başlıyor roman.
Bir bilmecem var çocuklar…
İnsan, ona kendini zeki sanma fırsatı veren her şey gibi, biraz zorlanarak çözebildiği bilmeceleri de seviyor. Küçükken böyle bir bilmecem vardı benim. Çok severdim. Sonra herkes gibi ben de, kendini tescile muhtaç sayan bir zekânın zavallı kırılganlığını kavramaya başlayacak kadar büyüdüğümde, başka bir sebep buldum bilmeceyi sevmek için. O sebepten söz edeceğim, ama önce, çocukluğumun hiç de “siyaseten doğrucu” olmayan kelimeleriyle sorsam olur mu?
Diyelim ki, yamyamlar, dürüstler ve yalancılar diye ayrılan üç kabilenin yaşadığı bir diyardan kaçmak istiyorsunuz ve önünüze iki yol çıkıyor. Yollardan biri, sizi insanların insan yemediği bir yere vardıracak; diğer yolun sonunda ise güveçte yahni olmak var. Karşıdan iki yerli geliyor. Biri“dürüstler” kabilesinden, diğeri “yalancılar” kabilesinden; hangisinin hangi kabileden olduğunu ayırdedemiyorsunuz ama biliyorsunuz ki yalancılar kabilesine mensup yerli asla doğru söylemeyecek size; dürüstler kabilesine mensup yerli ise doğru sözden şaşmayacak. Yamyamlardan kurtulmak için tek yerliye, tek soru sorma hakkınız olsa, ne sorardınız?
Bildiniz elbette! Soruyu sorduğunuz yerliden kendisinin değil yanındakinin cevabını size söylemesini isteyeceksiniz, hepsi bu. “‘Yamyamların köyüne gitmeyen yol hangisi’ sorusunu diğer yerliye sorsam bana hangi yolu gösterirdi” diyeceksiniz mesela; o vakit, dürüst yerli, size yanındaki yalancının vereceği cevabı olduğu gibi aktarıp, ölümcül seçeneği işaret edecek. Yalancı yerli ise, dürüst yerlinin vereceği doğru cevabın tam tersini söyleyecek; yine yamyamların köyüne giden yolu gösterecek. Konuştuğunuz yerli hangi kabileden olursa olsun, doğru da söylese, yalan da, sonuç değişmeyecek yani; aldığınız cevap hep “yanlış” olacak ve siz bu cevaba uymadığınız, yerlinin işaret ettiği yoldan gitmediğiniz sürece kurtulacaksınız.
Oscar’dan ve Lucinda’dan sonra
1943’te Melbourne’un elli kilometre kadar batısındaki Bacchus Marsh kasabasında doğan, 1990’dan beri ise New York’ta yaşayan Avustralyalı romancı Peter Carey’nin 1988’de Booker ödülünü kazandıktan sonra filmi de yapılan Oscar and Lucinda (Oscar ile Lucinda) romanını okumuş muydunuz? Küçük çentiklerle oyulmuş dev bir heykel gibidir o roman. Sağlamlığını, aceleci bir üslubun kisvesinde gizleyen kısacık cümlelerle, kısa bölümler halinde yazılmıştır ve ilk anda herkese saçma, hatta düpedüz imkânsız gelen bir iddiayı hayata geçiren iki sevgilinin, on dokuzuncu asır Avustralyasında, hayalleriyle hakikat arasındaki mesafeyi inatla katetmelerini okurken, bir yandan da suç ve günah üzerine, iptilâ ve maraz üzerine, dinin iyileştiren ve yıkan gücü üzerine düşünürsünüz. Oscar ile Lucinda, camdan bir kilise inşa edecek, sonra onu katlayıp paketleyerek ormana, kiliseden de, dinden de, camdan da bîhaber yerlilerin yurduna nakledip, orada, yabanın ortasında yeniden ayakları üzerine dikeceklerdir. Bu mümkün müdür? Bu gerekli midir? Saydam kilisenin duvarları neyi gösterirken, neyi gizleyecektir yerlilerden? Kullarını kutsamak varken niye katleder Tanrı? Kilise, bir istila kuvveti midir aslında?
Carey’yi Oscar and Lucinda’dan beri okuyorum ben. Sormadan soran romanları sevdiğim için belki; uzak diyarlardan “yakın” haberler verdiği için ya da. Büyük bir fikri, ağır bir mermer parçası gibi sabırla, kelime kelime oyup eksilterek, içinden bol kavisli bir hikâye çıkaran yazarları seviyorum belki de; imkânsızı inşa etme azminin seyrini izlemeyi, bütünü mümkün kılanın ayrı ayrı her bir parça olduğunu hatırlamayı seviyorum. Carey’nin yeni kitabı The Chemistry of Tears (Gözyaşlarının Kimyası), içinde bütün bunları ve daha fazlasını yapabileceğiniz bir roman.
Kurulup tıkır tıkır işleyen şeyler…
Kırklı yaşlardaki Catherine Gehrig adlı güzel bir kadının, yirmi yıldır iş arkadaşı, on üç yıldır “gizli”sevgilisi ve bütün bu yıllar zarfında başka bir kadının kocası olan Matthew Tindall’ın âni ölümünü işyerinde ve herkesten sonra işitmesiyle başlıyor hikâye. Sırlarıyla birlikte gidiyor Matthew ve sırlarıyla başbaşa kalan Catherine nasıl yaşayacağını bilmiyor pek. Zihnini, çok geçmeden romanın ana izleğine dönüşecek olan ziyadesiyle meşakkatli uğraşa henüz tam anlamıyla vakfetmediği ve uzuvlarının, benim “ıslak çuhadan bir kese” dediğim yeryüzü mezarında bir türlü sakin duramadığı bir anda, cenaze törenine katılabilecek kadar “meşru” da, “sahtekâr” da olamadığı için başka bir zamana ertelediği veda ziyaretine niyetlenip, vazgeçiyor: “Kırk dakika yürüyüp onu ziyarete gidebilirdim ama taze toprağı görmek istemedim. Üzerinde ot bitince gitmeye karar verdim. Ve ona sırtımı dönüp, Notting Hill Gate’e doğru yürüdüm. Matthew, dedim, affet beni. Sen beni asla böyle yalnız bırakmazdın. Ama tabii yaptığın şey tam da bu işte.”
Yalnızlığımızı dayanılır kılmak için yaptığımız işlerin, girdiğimiz çevrelerin, dokunduğumuz insanların son tahlilde panzehirden ziyade turnusol işlevi gördüğüne inanırım ben. Oyalanarak “iyileşmez”yalnızlık, ama her yeni uğraşla, her yeni ilişkiyle yeni bir kimyasal tepkimeye girmişçesine kendi içinde ayrışır sanki; dokusundaki asitle baz, öfkeyle arzu, özlemle gurur açığa çıkar; yalnızlığımız rengini biraz da etrafımızdaki kalabalıktan alır.
Catherine’inki asitli değil, bazik bir yalnızlık diye düşündüm okurken; acı bir tat bırakan, mavi bir yalnızlık. Size onun turnusolunu anlatacağım. Matthew’la arasındaki ilişkiyi bilen tek kişi olduğunu sonradan öğrendiği patronu ve Matthew’ın arkadaşı Eric Croft, cenaze gününden itibaren çok özel bir projede çalışması için ayrı bir ofise gönderiyor Catherine’i ve ona sandıklar dolusu belge veriyor. Catherine bir “horolog”; “saatçi” yani! Londra’da Swinburne Müzesi’nde çalışıyor. Görevi, kurulan ve kurulu olduğu müddetçe tıkır tıkır işlemesi gereken her şeyi restore etmek. Aslında, Catherine’e bir“otomaton ustası” demeli ve bunu, automaton kelimesinin Türkçedeki karşılığı olduğu öne sürülen “özdevinir” ucubesini daha yazdığım anda hafızamdan silerek yapmalıyım. Kendi kendine çalışan her türlü çarklı mekanizmayı ve onların içindeki incesiyle kalınıyla bütün zemberekleri, balans yaylarını, eşapman çarklarını, kurma pinyonlarını iyi biliyor Catherine. Guguklu saatlerin, havlayan plastik köpeklerin, gözlerini kırpıştırarak ağlayıp gülen taşbebeklerin, hâsılı, on yedinci asır Fransasında doğup, on dokuzuncu asrın sonunda Orta Avrupa’da altın çağını yaşayan bilumum mekanik oyuncağın “ciğerini” biliyor. Bilgisayar çağı öncesinin erken “robotik” yaratıklarının yirmi birinci asırdaki hâmilerinden o. Ama otomatonları safça sevdiği söylenemez; hisleri biraz karışık:“Gerçekten de başarılı bir otomatonu izlemiş olan, onun canlıya benzeyen tekinsiz hareketlerini görmüş olan, onun mekanik gözleriyle karşılaşmış olan herkes, her beşerî hayvan o çok özel korkuyu, canlı olan şeyle doğurulması imkânsız olan şeyin birbirine karışmasını hatırlayacaktır. Descartes, hayvanların birer otomaton olduklarını söylemişti. Onu, aynı şeyin insanlar için de geçerli olduğunu söylemekten alıkoyanın işkence korkusu olduğundan hiç kuşku duymadım.”
İki ayrı çağ, iki ayrı ruh, bir ortak çaba
Catherine’e gizli mateminde eşlik eden görev, romanın şimdiki zamanından (Matthew, 21 Nisan 2010’da ölüyor) tam yüz elli altı yıl önce, özel çizimlere uyularak Karlsruhe’de yaptırılmış bir otomatonun yeniden monte edilip, hayata döndürülmesini kapsıyor. Patronunun Catherine’e verdiği sandıklarda, yüzlerce çubuk, halka, zemberek, yay vesaireyle birlikte, Henry Brandling adlı zengin bir İngilizin 1854’te, “bir fabrikanın testere ağzına benzeyen çatısı kadar düzgün” elyazısıyla, sayfalarda hiç boşluk bırakmadan doldurduğu tam on bir defter var. Bu defterler, Brandling’in Alman ustalara yaptırdığı otomatonun çizimlerini kapsıyor ve projenin inişli çıkışlı ilerleyişinin yanı sıra, bir çocuğun hastalığı çevresinde yaşanan bir aile dramını, bütün ümidini bu otomatona bağlamış, ne yapacağını bilmez bir babanın gözünden anlatıyor. Carey, birbirini izleyen bölümler halinde, Catherine’in hiç ıssızlaşmayan ama Matthew’ın hatırasıyla “yapayalnız” iç monologlarıyla Henry’nin bir buçuk asır önce kâğıda döktüğü “ıssızlığı,” iki ayrı birinci tekil şahıstan okutuyor bize. Derken, Catherine ve Henry’nin ayrı bölümlerinin arasına “Catherine ve Henry” başlıklı ortak bölümler giriyor; “buluş” olarak nitelendirilemeyecek kadar eski bir edebî buluş bu, ama Carey, Catherine’in Henry’nin defterlerini okuyup, ona tepki verdiği ortak bölümlerde, “dul” kadına kendinden üçüncü şahısta söz ettirecek kadar dışarıdan bir bakış da kazandırarak, anlatımını yer yer “çoğul” kılabiliyor.
Böyle anlarda, iki ayrı ruh, iki ayrı yeryüzü mezarı bir ortak projeyle dirilmeye çalışıyorlar adeta ve Catherine, Henry’nin yardımıyla belki de ilk kez yalnızlığın Matthew’un ölümünün bir sonucu olduğu kadar, onunla ilişkisinin de bir parçası olduğunu kavrıyor. Henry ile ayrı devirlerde yeniden yarattıkları otomatonun şiarı olan Illud aspicis non vides (Baktığın şeyi göremezsin) cümlesinde bir sırrı çözüyor Catherine: “Yıllar yıllar boyu, bir çift olmanın tembel kibirli mutlu dünyasında yaşamıştım; mahrem bir dilin ve dışındaki herkese karşı tatlı hoşgörüsüzlüklerimizin öyle lezzetli kıldığı bir dünyaydı ki bu… Illud aspicis non vides. Gizli bir metres olduğum bütün o yıllarda, tek başına olmayı sevdiğime inandırmıştım kendimi; yalnızlığın ağır taşını böyle gırtlağımda hissetmemiştim hiç.”
Henry hayatı, hikâyesi, en önemlisi de romana kattığı sesle Catherine’ı sınıyor bir bakıma; onun yalnızlığının turnusolu oluyor, rengini veriyor.
Yalanların ve makinelerin kadrini bilerek
Carey’nin 1985’te yayımlanan Illywhacker romanını okumadım ama The Chemistry of Tears’la birlikte yazarın eski söyleşilerini de karıştırırken, 2006 yazında The Paris Review dergisineIllywhacker’ın başlangıç bölümü için yaratıp, romanın zamanı ilerledikçe bir aşamada öldürmesi gerekirken, kıyamayıp yüz otuz küsur yaşlarında gayet zinde bir şahsiyet olarak ortalıkta dolaştırmayı sürdürdüğü kahramanı Herbert Badgery ile ilgili şu sözleri dikkatimi çekti:
“Yalan söyleyen bir birinci şahıs anlatıcı bana hem birinci şahsın mahremiyetini kullanma olanağı verdi hem de yalancı olduğu –size her şeyi söyleyebileceği– için, onda üçüncü şahsı kullanabildim... Birinci şahsın enerjisinin kazandırdığı müthiş bir şey vardı. Üçüncü şahsın ve onun sağladığı tanrısal bakışla aklın da değerli bir yönü vardı. Badgery sayesinde ikisine de sahip olabilmiştim.”
Carey’nin, Catherine’le Henry’yi buluşturan bölümlerde yaptığı da biraz bu aslında. Henry’nin Catherine’e “tanrısal bir bakış” kazandırmasına izin veriyor; bir yandan da otomatonların kitaba hâkim ve “yalancı” varlığı sayesinde, insanın mekaniği üzerine düşündürüyor sizi; “tanrısal bakışla” ya da belki “Kartezyen bakışla,” insanın, kurulduktan sonra en azından bir süre kendisinden beklenenleri tıkır tıkır yapan bir otomatondan ne farkı olduğunu soruyorsunuz. Muhtemel cevaplardan birini Catherine’in patronu veriyor: “Duygulanmanın neden olduğu gözyaşları, gözlerimizi nemli tutmak için ürettiğimiz gözyaşlarından kimyasal olarak farklıdır.”
Hayır; böyle “ıslak” bir cümleyle bitirmeyeceğim. Carey’nin romanı, “ruh sahibi” olmanın bizi ne kadar farklı kıldığı üzerine fuşya rengi hislerle doldurmadı zira beni. Aksine, o bilmeceyi niye sevdiğimi hatırlattı. Ötekinin bakışını hesaba katmayan bir soruyla, doğru yolu bulmak mümkün değildi. İyi bir yazar, tıpkı üç yerli kabile arasından sıyrılmaya çalışan o yabancı gibiydi. Kurduğu sahte hayatlar üzerinden hakikate yol döşerken, yalanların kadrini mutlaka biliyordu.
Sahi, size romanın asıl kahramanının, yani Henry ile Catherine’in otomatonunun “kim” olduğunu söylemedim değil mi? Gümüş bir kuğu o; yediklerini dışkıya dönüştürebilen bir makine; restore edilmiş“gerçek” bir kuş. Durham’daki Bowes Müzesi’nde hâlâ her gün görücüye çıkıyor.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.12.2013
24.09.2013
27.07.2013
29.05.2013
1.04.2013
8.12.2012
1.12.2012
17.11.2012
10.11.2012
3.11.2012