Halil BERKTAY
[6-8 Eylül 2020] Fakat kabul etmek gerekir ki bir tür solcunun — topluca “gelmeyen devrimin ikameleri” adını verdiğim — siyasî refleksleri arasında, devirmecilik, krizcilik, ayaklanmacılık ve darbecilik hamlelerine o kadar sık gelmez sıra. Bunlar hep vardır da, daha çok duygu ve özlem düzeyinde kalır. Nedeni çok basit: kuvveden fiile çıkmaları için gerekli, araçsallaştırabilecekleri (büyük bir grev dalgası, ya da Gezi gösterileri benzeri) durumlar çok nadir zuhur eder.
Ama boykot öyle mi? Yenik ve ezik devrimseverliğin en büyük takıntısı, saplantısı, başının belâsıdır (erişilmez sevgilisi, tatlı belâsı anlamında). Bir, siyasî rejimin olağan işleyişine endekslendiğinden, her genel ve yerel seçimde saat intizamıyla ufukta belirir. İki, devrimin tam karşıtı, zıddı, antitezidir. Düzenin, o nefret edilen “burjuva demokrasisi”nin simgesidir seçim. Dolayısıyla her sandığa gidişte devrim inancına bir ihanet kapısı aralanır.
Nikos Kazancakis’in İsa’nın Son Baştan Çıkarılışı romanı (ve Martin Scorsese’nin bu romana dayandırdığı film), İncil’den çok farklı bir kurgu sunar. Hazreti İsa çarmıha gerilmişken koruyucu meleği olduğunu söyleyen bir genç kız tarafından kurtarılır ve eskiden beri âşık olduğu Magdalalı Meryem’le, o öldüğünde Lazarus’un iki kızkardeşi Meryem ve Marta ile evlenip normal bir insan (erkek) hayatı sürmeye başlar. Yaşlanır; ölüm döşeğinde (İncil’de hain gibi gösterilen) Yahuda İskaryot gelip, o genç kızın aslında Şeytan olduğunu haber verir. İsa şahsen kurtarılmak adı altında baştan çıkarılmış ve insanlığı kurtarma misyonundan alıkonmuş olduğunu anlar. O sırada isyan başladığından alevler içindeki Kudüs’e döner ve her nasılsa çarmıhtaki yerini alıp orada can verir. İnsanlığın günahlarının kefaretini öder. Böylece ilâhî rolü tecelli etmiş olur.
Etyen Mahcupyan’ın geçmişte uzun uzun işlediği “kategorik temiz solcu” tipi açısından. temelde hâkim sınıfların halkı aldatmasına hizmet ettiğini bildiğimiz seçimlere katılıp şu veya bu düzen partisine — ya da devrimi içermeyen düzen-içi seçeneklere — oy vermek zorunda kalmak, tam böyle bir şeytanî baştan çıkarılma tehlikesidir. Hazreti İsa, kadınlara yönelik şehvanî tutkuları nedeniyle temizliğini yitirebilir; yenik ve ezik devrimseverimiz ise, Magdalalı Meryem’e karşılık gelen “burjuva demokrasisi”nin iğvasına kapılırsa temizliğini yitirebilir. Onun için en iyisi, hâkim sınıf siyasetine hiç bulaşmamaktır. Girmemek için uygun gerekçeler bulmak gerekir, ister seçimlere ister referandumlara. En kolayı yasaklara başvurmaktır. “İşçi sınıfının ve emekçi halkın gerçek temsilcileri katılamıyorsa, bu aldatmacaya taraf olmamak gerekir.” Bu tavrı mükemmel bulanlar, küçük ve daha küçük mahfil veya fraksiyonların mensuplarıdır gerçi. Realiteyle bağları haliyle çok zayıf, en zayıftır. Bismarck’ın 1878-1888 arasındaki “anti-sosyalist” yasalarına karşı Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin bağımsız adaylarla seçimlere katılıp adım adım oyunu yükseltme mücadelesi de ilgilendirmez onları. Lenin’in Çarlık rejiminde bile Duma’ya bir iki RSDİP’li sokabilmek için ne kadar yırtındığı da. Türkiye’deki Kürt hareketinin bu açıdan başarılı tecrübesi de.
Bu açıdan enayiliğin doruğu ve klasik sayılması gereken örneği, herhalde benim de içinde yer aldığım Aydınlık grubunun 1973 sonbahar seçimlerini boykot etmesidir. Düşünün: illegal maceracılığa kapılmış ve topluca tutuklanmışsınız; hepiniz içerdesiniz; örgüt kalmamış ortada. Dışarıda, 12 Mart rejiminin işkenceli zulmüne, idamlarına, zindanlarına halkın tepkisi CHP’ye akıyor. Mavi gömlekli Karaoğlan’ın seçim mitingleri, onbinlerin “kahrolsun faşizm” diye bağırdığı kitle gösterilerine dönüşüyor (bu konuda bkz H. Berktay, “Tarihe bir not: 1973 seçimleri,” Serbestiyet, 7 Nisan 2019). Ecevit genel af vaat ediyor üstelik. Kazanırsa ve sözünü tutarsa, biz de ortalama 15 yıl yatmak yerine çıkacağız içerden. Ama olur mu? Ne yani; CHP’nin “demokratik sol” aldatmacasının kuyruğuna mı takılacağız? “Burjuvazi”nin şefaati uğruna devrimciliğe toz kondurabilir miyiz hiç? Biz “işçi sınıfının öncü partisi”yiz ya (kerametimiz kendimizden menkul). “İşçi sınıfının öncü partisinin serbestçe katılamadığı her koşulda” boykot vaciptir diye bir teori icat ediliyor ayaküstü.
Bırakın, bu dahiyane teori ve politikanın baş mimarının bugün nerelerde olduğunu. Malûm: AKP’ye sülük gibi yapışmış; HDP’nin kapatılmasını, (bize yabancı bir hayat tarzını temsil eden) İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesini, Ege’de savaşı, Batıdan tümüyle kopmayı, Çin-Rusya-Suriye-Mısır ile bir blok oluşturmayı savunuyor. Ama bu kadar dejenere olmasını fırsat bilip bütün kabahati ona yıkamayız. Kendi zihnimizi süper-devrimcilik yarışlarına ipotek ettiğimiz için, hepimiz sorumluyuz.
Her halükârda, çok üsttenci ve tumturaklı havalarda Mamak’tan boykot çağrısında bulunuyoruz. Ziyaret günlerinde, bize inanmaz gözlerle bakan ailelerimize bunu anlatmaya çalışıyoruz üstelik. Tabii garipserler, çünkü son derece açık bir durum var ortada. Bir yanda, 12 Mart diktatörlüğünü hararetle desteklemiş, Meclis’teki payandası olmuş olan AP; diğer yanda, bu diktatörlüğe karşı olan, mitinglerinde halkın “kahrolsun faşizm” diye bağırdığı CHP. Bu kadar net. Ve biz bu koşullarda boykot (yani sakın CHP’ye oy vermeyin) diyoruz. Hangi akla sığar? Geçtim; hangi vicdan ve insafa, hangi sevgi bağlarına sığar? (Sonradan rahmetli annem, rahmetli babamın öğleden sonra 4 sularına kadar oğlunun hatırına oturup kendi içgüdüleriyle savaştığını, sonra “Yegân, hadi kalk, gidiyoruz oy kullanmaya” dediğini anlatmıştı.) Fakat sadece enayilik mi acaba? CHP’ye ilişkin tutumumuzda, “biz size oy vermiyoruz ama siz lütfen affı yan cebimize koyun” ikiyüzlülüğü de yok mu? Ne diyordum: Solculuk kibiri. Bundan âlâsı mı olur?
İkinci örneğim, 2010 referandumu sırasında, bu diziyi provoke eden Ruşen Çakır’ı konu alıyor. O sırada, 1973’ten daha mı bulanıktı durum, içerik açısından? Hükümetteki AK Parti, bir dizi anayasa değişikliği önerisi getiriyor. Önerdiği değişikliklerden hiçbiri zararlı değil. Bazıları ise demokrasi açısından açıkça yararlı. Zira askerî vesayeti ve 12 Eylül rejiminin mirasını geriletecek gibi duruyor. Solun bir kesimi, belki ilk defa bu kadar aklı başında bir iş yapıyor; “Yetmez Ama Evet” politikası ve sloganını benimsiyor. Solun sair kesimleri ise buna tepki duyuyor. Ve işte bu koşullarda, Ruşen Çakır ve çevresi “protestocu olmayan bir boykot” önerisinde bulunuyor. Bunu açıkça “Yetmez Ama Evet”e alternatif olarak ortaya atıyorlar. Türkiye’yi “Yetmez Ama Evet”in değil, bu “protestocu olmayan boykot”un ilerleteceği kanısındalar. O kadar ki, on yıl sonra hâlâ dinmiyor “protestocu olmayan boykot”un tutmamışlığının öfkesi. Nitekim R.Ç.’nin 2020 Ağustos sonlarındaki 38 dakikalık “nefret ve affetmeme” medyascope’unun ağırlık noktasını oluşturuyor.
Nereden başlayalım? “Protestocu olmayan bir boykot.” Hımm. Bir kere, ağızlarından çıkanı kulakları duymuyor. Zira sırf bu ifade bir oksimoron. Bu, İlkçağdan beri mevcut bir terim. Yunanca oksus = sivri, keskin ve moros = ahmakça, aptalca sözcüklerinin birleşmesiyle oluşuyor. Kelime anlamı keskin aptallık oluyor. Keskin aptallık. Duyuyor musunuz? Her neyse. Birbirine tamamen zıt iki kavramın bir arada kullanılması demek olan oksimoron sözcüğünün kendisi, böylece bir oksimoron teşkil ediyor.
Peki, “protestocu olmayan bir boykot” formülü neden oksimoronik? Boykot bizatihi protestodur; dolayısıyla protestocu olmayan boykot olmaz da ondan. Ortada bir seçim veya bir referandum var. Seçimse, iki veya daha fazla partiden birine oy vereceksin. Referandumsa, getirilen yasa/değişiklik önerilerine evet veya hayır diyeceksin. Alternatifler bunlar ve normal davranış biçimi bu şekilde. Ama sen boykot diyorsan, bu, söz konusu alternatifleri ve/ya getiriliş tarzını, sistemi, kurulan mekanizmayı beğenmediğin anlamına geliyor. Ben bu ölçüler içinde bu seçimi, veya bu ölçüler içinde bu referandumu red ve protesto ediyorum, demiş oluyorsun. İnsanları bu gerekçeyle taraflardan herhangi biri için oy kullanmamaya çağırıyorsun. Önerdiğin eylemin de tek bir nesnel ölçütü var: sandığa gitmemek. Filanca şu nedenle gitmemiş. Ama hayır, ben o nedenle değil bu nedenle gitmedim. Kim, nereden bilecek? Pratikte hiç farketmiyor. Hepsi boykot hesabına yazılıyor. Eğer boykotun alternatifi “Yetmez Ama Evet” idiyse, (olası hayır oylarının düşmesinden de daha fazla) olası evet oylarının düşmesinin hesabına yazılıyor.
Bu, nasıl protesto demek olmayabilir? Çoğunluk açısından, geniş kitleler açısından bu olanaksız. Boykot dendi mi, protestoyu anlarlar. Basit aklı selim bunu zorunlu kılar. Madalyonun diğer yüzünde, ancak sizin kendi kafanızda, içsel sübjektivitenizde “protestocu olmayan” ve “boykot” sözcükleri yanyana gelebilir. O da bir tek koşulla: neyi protesto ettiğinizi bilmiyorsanız. Yani protesto edecek ciddî bir şeyiniz yoksa. Boykot çağrınız genel, dışsal realiteye ilişkin bir hoşnutsuzluktan değil, kendi durumunuzdan — bir benlik ve kimlik sorunundan, kendinize biçtiğiniz özel değerden, bu değerle mütenasip bir pozisyon arayışınızdan kaynaklanıyorsa.
Önemsiz deyip geçmeyin; bence bu ciddi bir ipucu — 2010’un “protestocu olmayan boykot”unun da ötesinde, reel devrimcilikten sanal devrimseverliğe kaymış solcuların boykot karasevdası hakkında. Sorun asla Marx’ın Feuerbach Üzerine 11. Tezi değil. Dünyayı açıklamak ve değiştirmek değil; toplumun maddesini şu zaaflarımız içinde de, elimizden geldiğince, azıcık olsun etkilemek değil. Sorun, bu çabadan bağımsız olarak, her nasılsa bireysel düzeyde erdemli kalmak. Zaten solculuğun siyasî başarısızlığı da bundan — bu erdemlilikten kaynaklanıyor. Her yenilgi, yenenleri daha alçak, daha zalim ve daha ahlâksız, yenilen solcuları ise daha yiğit, daha haklı ve daha üstün kılıyor. Erdemlilik çok konforlu bir sığınak, bu sığınmacı ve “kategorik temiz” solculuk için. Hiçbir olayın, hiçbir gerçek toplumsal mücadelenin parçası olmuyorsun bu sayede. Ve olay nasıl gelişirse gelişsin, ahlâkî üstünlük sende kalıyor. 2010 referandumunun “protestocu olmayan boykot”u, bunun çok tipik bir örneği. Siyasî bakımdan doğru ve geçerli olduğu, toplumsal ve kitlesel açıdan doğru ve geçerli olduğu için önerilmiyor aslında. “Kategorik temiz solcu”ların erdemli duruşu ve aidiyetini koruduğu için öneriliyor.
Neden erdemli? Çünkü evet deyip AK Parti’nin yanında yer almaktan; hayır deyip Atatürkçü, askerî-bürokratik vesayetin yanında yer almaktan kurtuluyorsun. Peki sosyal sonuç? Kant’ın “kategorik emredicilik” mantığının gelip dayanacağı nokta? Diyelim ki herkes benimsedi ve uydu. Sandığa gidilmedi. Anayasa değişiklikleri akim kaldı. Bir santim ileri götürmeyecek, Türkiye’yi ve demokrasiyi. Tersine, günün somut koşullarında AK Parti düşecek, Atatürkçü vesayet kendini konsolide edecek. Ama ne gam. Temiz ve erdemli solcularımız temiz ve erdemli kalmış olacak.
Yarın, düşünsel borçlarım ve teşekkürlerimle bitirmeyi umuyorum.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024