Atilla YAYLA

Atilla YAYLA
Atilla YAYLA
Tüm Yazıları
İyi toplum hangi toplumdur? (2)
12.02.2015
1502

 Çatışmacı toplum teorisinin ana kaynağı Marksizm'dir. Marx’a göre, tüm tarih sosyal sınıflar arasında bir mücadeledir. Sosyal sınıfların kendileri münhasıran ekonomik terimlerle, yani bireylerin ekonomik üretim araçlarıyla ilişkisi çerçevesinde tanımlanır. Kapitalist toplumda, burjuva üretim araçlarına, proleterya ise yalnızca emek gücüne sahiptir. Bu yüzden, iki sınıf, kaçınılmaz olarak, ancak devrimle çözülebilecek bir çatışmaya girecektir. Devrimden sonra kurulacak sınıfsız toplumda hukuk, özel mülkiyet, para ve iş bölümü gibi kurumlar, insanın egoist ve açgözlü özelliklerinden ziyade sosyal ve işbirlikçi özelliklerini yansıtan düzenlemeler tarafından aşılacaktır. İnsan ile toplum arasındaki ilişkinin Marksist tasvirinde, insanı onun çevresinden soyutlayan ve insana evrensel özellikler atfeden metodolojik bireycilik reddedilir. Marksizmde insanın onun sosyal çevresinin bir mahsulü olduğu ve bu sosyal çevrede bir değişikliğin insanda mutlaka bir değişiklik meydana getireceği iddia edilir.

Gayri-sosyalist sosyolojik teori toplumun sınıf yapısının ekonomik terimlerle doğru biçimde tasvir edilebileceği fikrini reddeder. Toplumdaki inanlar arasında birçok farklılık, özellikle grupları ekonomik düşüncelerden ve konumlardan bağımsız olarak bölen, statüyle ve meslek türleriyle alâkalı farklılıklar vardır. Dahası, sınıf ve sınıf çatışması üzerinde vurgunun münasebetsiz olduğu iddia edilir: Bir toplum, bireylerin âdil davranış ortak kuralları tarafından bir arada tutulduğu, bir işbirliği teşebbüsüdür. Gerçekten, devrimci sosyal değişikliğin Marx tarafından tasvir edilmiş sınıf çatışması kalıbına uymadığı tarihsel olarak doğrudur. Çoğu gayri sosyalist sosyal değişiklikte fikirlerin önemini vurgular; ironik şekilde, Marksizmin kendisi bu fikrin gelişmesine çok katkı yapmıştır.

Toplumun bireysel amaçların ötesinde ve üstünde amaçlara ve araçlara sahip olabileceği görüşünün sosyalist-olmayan eleştirisi çok mühimdir. Burada iki ana argüman vardır. Birincisi, böyle bir yorum, hatalı şekilde, bireyleri esrarengiz tarihsel güçlerin biçare kurbanları yapar. İkincisi, böyle bir toplum konsepti insan davranışlarındaki bireysel sorumluluğun altını oyar. Topluma antropomorfik bir varlık olarak, bir insan, ithamların ve eleştirilerin atfedilebileceği bir varlık olarak muamele eder. Bu yüzden, sosyalist düşüncede, suça, çoğu zaman, sorumlu bireylerin davranışlarının bir ürünü olmaktan ziyade, sosyal olarak sebep olunmuş gibi muamele edilir. Toplumun, bireylerin davranışlarından ayrı olarak anlaşılabileceği varsayımı çağdaş sosyal mühendislik çabalarının çoğunun altında yatan fikirdir.

Çağdaş bireyci liberal teoride, bir toplum, davranışları, doğrudan komutadan ziyade genel, tarafsız kuralların takibi tarafından koordine edilen bireyler temelinde anlaşılır. Bu toplum modeli, esas itibariyle bireyci olmasına rağmen, Benthamcı faydacılıktan, bir sosyal fayda fonksiyonunun bireysel tercihlerden hesaplanabileceğini reddetmesi yüzünden, çok farklıdır. Onun yerine, dolaylı faydacı anlamda, sosyal refah desantralize aktörlerin davranışlarından tesadüfen doğar. Bu fenomenin en önemli örnekleri piyasa mübadele süreçleri ve ortak hukuk sistemleridir. Bireysel davranıştan hâsıl olan avantajlar, genel olarak, modern karmaşık toplumlarda merkezî organların milyonlarca insanın davranışlarını koordine etmek için gerekli bilgiye asla sahip olamayacak olması gerçeğinden kaynaklanır. “Sosyal” bilginin çoğu “umumî” veya “ifade edilmemiş”, yani -pazardaki fiyatlar gibi- mütemadiyen değişmekte olan ve toplumun tüm üyeleri arasında dağılmış olan bilgidir. Âdil davranış kurallarını muhafaza etmenin ötesine geçen müdahaleler zimnî bilginin akışını engelleyecektir. Bu toplum görüşünün ana temsilcileri Popper, M. Polanyi ve Hayek’tir.

Popper’ın “açık toplum”’unda ve Hayek’in “büyük toplum”unda anahtar tasvirî özellik anonimliktir. Karmaşık endüstriyel toplumların üyeleri birbirlerini bilmezler. Bu yüzden, onlar, eğer davranışları etkili şekilde koordine edilecekse, kendilerini soyut kuralların disiplinine teslim etmek zorundadırlar. Modern toplum, genel olarak, statüden ziyade sözleşmeye dayanır ve modern toplumun akışkanlığı ve hareketliliği sabit hiyerarşilerin, katı kastların ve sınıfların namevcudiyetine bağlıdır. Ancak, birçok insan, bu soyut özellikleri tatsız bulur ve daha az değişken ve âdil davranış genel kurallarından ziyade din ve âdet tarafından bir arada tutulan “kapalı” veya ilkel toplumların yakınlığına sempati duyar. Popper, tarihî olarak vuku bulan krizlerin ve devrimlerin birçoğunu kapalı toplumdan açık topluma geçişe refakat eden travmaların sonuçları olarak yorumlar.

Hayek’in sosyal felsefesinde, “sosyal” adâlet doktrini Büyük Toplum’un istikrarına önemli bir tehdit olarak görülür. Klasik liberal teoride, adâlet genel ve gayri-ayrımcı kurallar altında bireysel davranışla alâkalıdır; yalnızca böyle kuralları ihlal eden bireysel davranış âdil veya gayri âdil diye değerlendirilebilir. Gelir dağılımı bakımından “hak ediş” veya “ihtiyaç” gibi kurallar adâletle alâkasızdır. Ücretler, sadece, emek hizmetlerinin, gayri şahsî piyasa mübadele sürecinde ifşa edilmiş olan değerini yansıtır. Gelir dağıtımını pazarın kararından ayrılacak şekilde değiştirmeye yönelik her teşebbüs emek kaynaklarının yanlış tahsisine ve nihayetinde özgür ve açık bir toplumun totaliteryen bir topluma dönüşmesine yol açacaktır. Bununla beraber, bugün, Hayek’in sosyal adaletle totaliterizm arasında kurduğu bağın biraz abartılı olduğunu söylememize imkân verecek kadar çok tecrübeye sahibiz.

Liberal ve muhafazakâr toplum kavramları birçok ortak tarafa sahiptir. Her ikisi de, herhangi bir özgül “amaç-durum”un veya rasyonel olarak dizayn edilmiş bir kalıbın kendiliğinden inkişaf etmekte olan organizmaya empoze edilmesini reddeden bir tavır sergiler. Muhafazakâr düşüncede bu en iyi M. Oakeshott’un “sivil birlik” fikrinde örneklendirilir. Bu, farklı amaçları ve hedefleri takip eden bireylerin, kendileri hiçbir amaca veya hedefe sahip olmayan kanunlar tarafından bir arada tutulduğu bir düzen biçimidir. Bu tür kanunlar bireylerin değişik davranışları içinde takip edeceği formu koyar; Oakeshott’un tasviriyle, bu kurallar “zarfa ait”tir, mazrufa değil. Yirminci Yüzyıl’ın rasyonalist hatası ideal sosyal planların bireyler ve toplumlar üzerinde her sosyal ve/veya tarihî tecrübeden müstakil olarak uygulamaya konabileceği faraziyesidir.

Bu hayli soyut anlatımdan çıkartılabilecek başlıca sonuçlar şunlardır:

1.              Toplumlarda kendiliğinden doğan bir düzen vardır.

2.             Devlet ile toplum arasında bir ayrım yapılmalıdır. Toplum kendiliğindendir; devlet düzeni ise siyasal zora dayanır.

3.             Sosyal düzen ile siyasal düzeni çakıştırmaya yönelik teşebbüsler değişik derecelerde totaliterizme, özgürlük kaybına yol açar.

4.            Özgürlükçü bir siyasî düzene sahip “açık”, “büyük” toplumda kanunların bireyler için özgül amaçları yoktur.

5.             Özgür bir toplumda bireyler farklı, çelişik, yarışan amaç ve değer skalalarını takip edebilirler.

6.                    İyi toplum, herkesin amaçlarda ve değerlerde tamamen ortak olduğu toplum değildir; barışçıl ortak yaşayış kurallarının geliştiği ve bireylerin bu kurallara saygı göstermeye istekli ve gayretli olduğu toplumdur.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar