Markar ESAYAN
Stefan Zweig’ın Amok Koşucusu diye bir hikâyesi vardır. Malezyalılara özgü bir hastalık olarak anlatır hikâyenin doktor kahramanı bu durumu. Kişi sakin bir şekilde otururken, birden ayaklanıyor, bir başka kişi oluyor adeta. Hançerini çıkararak koşmaya başlıyor. Önüne gelen her şeyi kesip biçerken koşmaya devam ediyor. Yörede bu hastalık iyi bilindiğinden, geçtiği sokaklar ve köylerde büyük bir panik yaşanıyor. Herkes kaçışıyor, çünkü Amok Koşucusu’nun durdurulamayacağı düşünülüyor. Ancak, o, normal bir insanın asla gidemeyeceği bir uzaklıkta, ağzından köpükler saçarak yere çöküp bayılıyor veya ölüyor.
Doktorun kendisi de bu duruma benzer bir şeyi yaşıyor hikâyede. Ancak onun verdiği zarar bir yerli çocuğu tokatlamaktan ve etrafa rezil olmaktan öteye geçmiyor. Ama Zweig, bence daha çok onu ve eşini sona götüren hikâyenin kahramanını, yani Batı’yı anlatıyor. İkinci Dünya Savaşı ve insanlığa yeryüzünde cenneti vaat eden Batı uygarlığının tüm dünyayı bir kan gölüne yuvarlaması... Zweig, dünyanın öteki tarafına kaçtıysa da, aslında kendisinin de o uygarlığın bir parçası olduğunu bilerek bu yükü kaldıramadı. Tüm hikâyelerinde, aslında kendi sonunu anlattığını hissedersiniz.
Doğu’da her şey görünürde çok daha vahşi yaşanırken, verdiği zarar veya neden olduğu olumsuz sonuç Batı’nın estetik ve gizli kahrediciliğinden çok daha asgaridir. Bu konuda kıyaslama yapmanın çok doğru olmadığını biliyorum. Küreselleşmenin Büyük İskender’den ve Roma İmparatorluğu’nun kanlı döneminden sonraki en büyük taşıyıcısı olan Doğu’lu Moğollar’ın yaptığı katliamlar, derken Batı’lı Haçlı Seferleri, Osmanlı “fetihleri” ve sonra yine Batı’nın yükselişe geçmesi ile soykırımlar çağının açılması...
Önümüzde ise bir Çin ve Rusya dönemi tüm uğursuz işaretleri ile dikiliyor.
Rol aynı ama, oynayanlar çağlara göre sürekli değişiyor.
Uygarlığın da, bizlerin kişisel hayatlarının da bir Amok Koşucusu hâlleri var. Ancak Zweig’ı ölüme götüren kötümser tesbit doğru mu? Bizler sadece bundan mı ibaretiz? Önümüze gelene hançer sallayarak gidebildiğimiz yere kadar gidip, diz üstü çökmek... Hayatta kalmanın bunun dışında yolları olmadığı, yaşamak için başkalarının ölmesi gerektiği, iyiliğin maraz doğuracağı, Öteki’nin her zaman tehlikeli olduğu.. bu vahşete dayanamayanların ise kendini yok etmeyi, oyundan çıkmayı seçmesi.
Ang Lee, Pi’nin Yaşamı’nda adeta bu ikili karşıtlığa isyan ediyordu, yazmıştım. Okyanusun ortasında, küçücük bir teknede bir Bengal kaplanı ile bir çocuğu yüzlerce gün yaşatan ve sonunda onları kurtaran bir hikâyenin mümkün olduğu gerçeği...
Haneke ise bir hastalık karşısında dağılan Batı kibrini anlattı Amour’da. Zweig ve karısının intihar hikâyesinden ne farkı vardı ki? Amok Koşucusu gibi tükendikleri yere kadar koşmamışlar mıydı? Seçenekleri sadece Ben’e ve onun kurduğu hayata indirip, o kibirli “Ben” de tükendiğinde, sözüm ona o son şövalyeliği yapmak ve aslında kaçmak.
En büyük şövalyelik hayata sahip çıkmaktır kanımca, yaşamak. Yaşamaktan başka bir amacımız yok bizim. Hayat bir koşu, doğru. Koşarken yere düşenleri kaldırarak, yardımlaşarak, ekmeğini paylaşarak, düştüğünde ise yardım alma alçakgönüllülüğünü göstererek de koşulabilir, Amok Koşucusu da olunabilir... Mehmet Ali Birand gibi, son ânına kadar onun durumundaki olanlara nasıl bir güç verdiğini bir düşünün ölüme meydan da okunabilir, DHKP-C bombacısı gibi, ölürken masum insanları öldürmek de istenebilir.
Leibniz’in dediği gibi, bu dünya mümkün dünyaların en iyisidir. Kötülük ise, iyiliğin eksik olduğu yerde... Hayatın kutsal amacı ölmek veya öldürmek değil, yaşamak ve yaşatmak.
Peki biz, mümkün bizlerin hangisiyiz?
Tarihsel bir yanılgı tersini söylese de, yaşayarak ve yaşatarak da çok sert bir hak mücadelesi verilebilir. Hatta, kalıcı ve en etkili mücadele yöntemi budur. Öldürmeyi reddeden bir insanın karşısında hiçbir zorba uzun süre dayanamamış, çaresiz kalmıştır. Kötüye, kötünü el sürdüğü her şeyden uzak durarak direnmek.
Unuttuğumuz bir şey var, ve bu, kötünün hep iyiye galebe çaldığı yanılgısına düşürüyor bizi.
Yaşıyoruz.
Yazarlar
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları






























Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.05.2019
2.05.2019
24.04.2019
21.04.2019
18.04.2019
16.04.2019
13.04.2019
10.04.2019
3.02.2019
28.03.2019