Ali Türer

Ali Türer
Ali Türer
Tüm Yazıları
SOSYALİSTLER KENDİNİ YENİLEMENİN NERESİNDE? (1)
19.05.2012
6848

 Halil Berktay’ın 36 kişinin hayatını kaybettiği 130 kişinin yaralandığı 1 Mayıs 1977’nin sorumlusu kendi aralarında çatışan solculardır, türünden yaptığı açıklama sol kamuoyunda bir dalgalanma yarattı. Taraf gazetesinin, Berktay’ın bu açıklamasını, sanki gerçekte de böyle olmuş gibi taraflı bir biçimde haberleştirmesinin etkisini de unutmayalım. Bunca yıl sonra Berktay’ı böyle bir açıklama yapmaya yönelten davranışın duygusal arka planında ne olabilir, diye düşünüyorum. Belki de kendisini Türkiye’nin gelmiş geçmiş sol teorisyenler listesinin başköşesine koymadığı için sol kamuoyuna yönelik bir kırgınlık içindedir, bilemiyorum.

Ama ben bu topraklarda yaşanan ve hala açıklanamayan bu tür katliamların sorumlusunun derin devlet olduğunu düşünüyorum. Çünkü (Maraş, Çorum, Sivas katliamlarında olduğu gibi) ülkeyi 12 Eylül’e götüren en önemli provokasyonlardan biri olan 1 Mayıs 1977’deki olayların açıklığa kavuşmaması, üstünün örtülmesi için bu devlet ne gerekiyorsa yaptı.

Ancak eski sosyalistlerin Berktay’ın bu çıkışı nedeniyle de olsa birbirleri ile tartışmalarını, geçmişi gözden geçirmelerini önemsiyorum. O nedenle bu tartışmaya bir ucundan katılmak istedim. Bundan 23 yıl önce Açılım dergisinde (TBKP’nin kurulduğu yıllar) “Sosyalist Düşünce Kendini Marksizm’le Özdeşleştirmekten Vazgeçmelidir” başlıklı bir yazım yayınlanmıştı. Fırsat bulursam bu yazımı haftaya bu köşede yayınlamayı düşünüyorum. Şimdi yazdığım bu yazının yayınlayacağım o yazıyı tamamlar nitelikte olduğunu söylemeliyim.

Sosyalizmin tarihi bilindiği gibi Marksizm’den daha önceye dayanır. Sosyalist düşünceye hayat veren Marksizm’dir, sosyalist düşünce Marksizm’e bu nedenle çok şey borçlu; ancak Marksizm sonuçta modern dönemin ürünüdür. Dolayısıyla modern dönemin bilimcilik, tarihsicilik, mekaniklik gibi özelliklerini içinde barındırır.

Nabi Yağcı son yazısında “Zorunlu-nedensellik” yerine “yeterli neden” sorgulamasını koyup  "olumsallık" mantığı inşa etmeyi öneriyor. Olabilir de bunu belirleyici bir yöntem olarak Marksizm içinde yapmak “tarihsel determinist” özelliği bu kuramın içinden çekip çıkarmak anlamına gelir. Bu sizi Marksizm dışında başka sulara sürükler. En azından bunu teslim etmek, Marksizm’e karşı saygının, dürüstlüğün bir gereğidir.

Marks, gelecekte yaşama dönüşecek olan programı ortaya koyma gibi bir iddia ile geleceğin açıklayıcısı olma iddiasıyla ortaya çıktı. Ona göre Sosyalizm sonuçta üretim ilişkileri üretim güçleri temel çelişmesi içinde ortaya çıkacak olan bir sentezdir. Bu sentezin belirleyici karakteri de sınıfsız topluma giden yolda bir ara yönetim biçimi olarak üretim araçlarının toplumsal mülkiyetinin proletarya diktatörlüğü eliyle kontrol altında tutuluyor olmasıdır. Bu süreç hemen her toplumun içinden geçmek durumunda olduğu, bütün zamanlar için geçerli “bilimsel” bir olgudur. Hal böyle ise; o zaman sosyalistlerin, komünistlerin görevi, bu kuramı yaşama geçirmek için gerekeni yapmaktı. O nedenle sadece Marksizm içinde hareket eden bir sosyalistseniz; bu kuram içinde, “artı değer”, “proleterya diktatörlüğü” gibi kuram oluşturucu anahtar kavramları, kuramın tarihsel determinist özelliğini sorgulayamazsınız. Aksi durumda bu sorgulama sizi kuram dışına iter.

Yaşanan sosyalizmin deneyimi içinde “proletarya diktatörlüğü” deneyiminin ekonomik, demokratik, örgütsel boyutta bırakın dünyadaki gelişmenin motoru olmayı, kapitalist sosyo ekonomik formasyonun bile gerisine düştüğünü de unutmayalım. Gerçi bu deneyim hiçbir zaman Marks’ın öngördüğü gibi de yaşanmadı. Marks sosyalizm’i Rusya tipi köylü toplumlar için değil, Almanya, İngiltere gibi proletaryası gelişmiş kapitalist toplumlar için öngörmüştü.

Öte yandan Marks 1850’li yıllarda kuramını oluştururken, henüz Nevton fiziğinin kuralları geçerliydi. Albert Einstain ”izafiyet kuramını”, Karl Poper “yanlışlamacı” yaklaşımı, Thomas Khun “Paradigma” yaklaşımını henüz geliştirmemişlerdi. Heisenberg Kuantum Fiziğinin gelişmesinde belirleyici rol oynayan “Belirsizlik Yasası”nı bulmamış; postmodernizmin çok şey borçlu olduğu Feyerabend henüz evrensel akla, bilimsel bilgiye karşı çıkmamıştı.

Sosyalist düşünce, kapitalizmin karmaşık doğasını göz önünde tutarak bütün bu düşünsel zenginlik, mevcut bilgi içinden eşitlik, demokrasi, katılımcılık gibi temel değerlerini hayata geçirecek en uygun programı geliştirebilir, böylece yeniden güçlü bir antitez haline gelebilirdi. Antonio Gramsci bunu denedi. Gramsci “tarihsel neden” kavramını sosyalist düşünce içinde ilk sorgulayan isimdir.

Yaşanacak olanın (sentezin) ne ölçüde sizin programınıza göre olacağı sonuçta; yaşanabilir olanı yaşama geçebilecek (Poper’e göre yanlışlanabilecek) esneklikte tespit etme gücünüze ve programın yaşanabilir olduğuna o programı yaşayacakları (toplumun çoğunluğunu) ikna etme becerinize bağlıdır. Yoksa yüzde yüz yaşama geçebilecek bir program oluşturulamaz. Böyle bir iddia koca bir yalan olur. Ancak şunlar şunlar olursa, şu olabilir türünden yanlışlanabilecek esneklikte bir programın; yaşanana göre daha anlamlı, daha insani, daha yaşanabilir olduğu konusunda insanları ikna etmenin güçlüğü de ortadadır.

Kuramsal düzeyde sosyalist hareketin genel anlamda böyle bir sıkışma yaşadığı doğru. Ancak Türkiye’de sosyalist hareketin gelişiminin kendine özgü ilave sorunları var. Türkiye’de sosyalist düşüncenin gelişiminin temelinde nesnellikten çok duygusallığın yattığını söylemek yanlış olmaz.  Eğitim yoluyla devleti ayakta tutacak elit olmak için devşirilenlerin, devşirildikleri toplumla ilişkileri (aldıkları eğitim gereği) hep sorunlu olmuştur bu topraklarda.

Marksizm devleti, sınıflı toplum ile birlikte, artı ürünü belirli ellerde toplamak ve belli bir çevrede paylaştırmak için ortaya çıkmış bir sömürü aracı olarak görmüştür hep. Bizde ise “devlet”, Elit’imizin var oluş nedeni olduğu için, en sosyalistimiz bile “devleti toplumun bütün bireylerinin katılacağı bir örgütsel aygıta nasıl dönüştürebilirimin” değil; ”devleti toplum için en kısa yoldan nasıl ele geçirebilirimin” davasını gütmüştür.  Sosyalistlerimizin pek çoğu halkı hep güdülecek sürü olarak görmüşler, halka gerçek anlamda güvenmemişler, moral dayanaklarını halktan değil geliştirdikleri düşünceden almışlardır.

Hatırlayalım, İngiltere de 1838’lerde işçi sınıfı hareketi (Çartistler) oy kullanma hakkını elde etme, parlamentoda temsil edilme mücadelesi içinde ortaya çıktı. İşçi Partisi bizzat bu şekilde gelişen, güçlenen sendikalarca kuruldu. Türkiye’de ise sınıf sendikacılığını hayata geçirmek için 1970’lerde sosyalistler DİSK içinde örgütlenmeye başladılar. Gençlik örgütleri, kadın örgütleri kurdular. Yani sosyalist program işçi hareketi, kitle hareketi içinden çıkmadı. Sosyalist programla kitle hareketleri oluşturulmaya çalışıldı. Yani esas özne araba değil hep at oldu bizde. At arabaya göre değil, araba ata göre oluştu.

Türkiye’de solcu elitin önemli bir kısmının orduya muhabbetle yaklaşması da biraz kalıtımsaldır. Sosyalist hareket 1960 askeri darbesi sonucunda kabul edilen 1960 anayasasının getirdiği görece demokratik ortamda filizlendi. Mihri Belli’nin Milli Demokratik Devrim önermesinde ordunun devrim güçlerinin bileşenleri arasında önemli bir yeri vardır. “Ordu millet el ele”  meydanlarda atılan sloganlardan biridir. “Jandarma biz sosyalistiz” marşını az söylemedik.  

1970’leri hatırlıyorum. Çoğumuz hem sosyalisttik, hem de Atatürkçüydük. Atatürk’ün yerine meşrebimize göre kendi liderimizi koymuştuk o kadar. Esas olan kafamızdaki program olduğu için alabildiğine dogmatiktik, pozitivisttik, tavizsizdik ve katıydık.

Yıl 1978. Balıkesir’de öldürülen bir arkadaşın arkasından Maocu gurup dışında dört-beş siyaset bir araya geldik, ortak bildiri hazırlayacağız. Bildirideki her cümlenin neden öyle değil de böyle olması gerektiğini en az sekiz saat tartıştığımızı hatırlıyorum. Sonunda “biz bu koşullarda ortak bildiri hazırlayamayacağız” deyip dağıldık. Kullandığımız sözcükler, dil, jargon bile birbirinden çok farklıydı. Kendi içine kapalı, birbirine yabancı atomik yapılardık. Bugünde öyle değil mi? Siz henüz kendi içinizde birbirinizle ilişki kuramaz, ele ele verip birlikte yola çıkamazken; halk niye güvenip de arkanızdan gelsin.

Hep 12 Eylül sonrası iktidarlar eliyle gençliğe yönelik nasıl depolitizasyon politikaları uygulandığından yakınır dururuz. Oysa bu kavgacı, dalaşmacı siyaset yapma tarzının, özeleştiriyi bir çeşit günah çıkarma, ya da yenilgiyi kabul etme olarak algılamanın; şiddete tapmanın, kitlelere yönelik ortak bir dil oluşturamamanın yeni kuşaklar üzerindeki olumsuz etkisini de tartışmamız gerekir. Eski solcular olarak yeni kuşağa bu anlamda kötü örnek olduğumuz çok açık.

Bugün sol cenupta siyaset yapma iddiasında olan partilere, bu partilerin birbirleri ile kurdukları ilişkilere, söylemlerine bir bakın. Bazı eski solcuların bir araya geldiği tartışma programlarına bakın. Eski hastalıkların büyük ölçüde devam ettiğini göreceksiniz. Aynı tarz siyaset yapanların bir araya geldiği Eğitimsen gibi örgütlere bakın. Eğitimsen TÖS, TÖBDER gibi bir geçmişe dayandığı halde bugün ne durumda. En son anayasa değişikliği için yapılan referandumda, “yetmez ama evet” diye düşünüp “evet” oyu verenleri içlerinden büyük ölçüde attılar. Etkisiz eleman olma yolunda hızla ilerliyorlar.

Thomas Khun “Paradigma” yaklaşımında hiçbir düşünce sisteminin dışarıdan bir müdahale sonucu kendini fes etmeyeceğini; dışarıdan gelen müdahalelere karşı geliştirdiği savunma mekanizmaları yoluyla kendini geliştirip, dönüştüreceğini söyler. Hâlbuki TBKP kurucuları bir gün kalktılar, tarihleriyle yaptıkları yüzleşme sonucu kendilerini feshetmeye karar verdiler. Bir anlamda bu harekete umut bağlayan insanları yüzüstü bırakmış oldular. O yüzden geçenlerde eskiden bu harekete liderlik yapmış bir sosyalistin Berktay’ın iddialarını manşete çıkarttı diye gazetesinin köşe yazarlığından istifa etmesini yadırgamadım doğrusu.

Elbette hem kuramsal anlamda hem de tarihsel boyutta yüzleşmelere ihtiyacımız var. Ama bu yüzleşme girişimleri, süreç içindeki sorumluklarımızı hafifletmek, duygusal boyutta kendimizi rahatlatmak gibi amaçlarla yapıldığında sosyalist harekete bir katkı sağlamıyor. Hâlbuki bu süreç içinde rol almış; yoldaşlarına umut vermiş bu arkadaşlar bence aynanın karşısına geçip gözlerinin içine bakarak; kendi geçmişleriyle bir yüzleşebilseler, sosyalist hareketin gelişmesine daha fazla katkıda bulunabilirler gibi geliyor bana.

Ne dersiniz?  

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar