Münir AKTOLGA
ERDOĞAN’IN CUMHURBAŞKANLIĞI NE ANLAMA GELIYOR?..
NEREYE GELDİK, NEREYE GİDİYORUZ, NE YAPMALIYIZ?..
İÇİNDEKİLER
“TÜRKİYE CUMHURİYETİ”, YA DA “BİRİNCİ CUMHURİYET” NEDİR?. 3
PEKİ ŞU AN NEREYE GELDİK, ERDOĞAN’IN CUMHURBAŞKANLIĞI “İKİNCİ CUMHURİYET’İN İLANI” OLAYI MIDIR?..7
AYNI SİVİL TOPLUM OLUŞUMU DİYALEKTİĞİNİ BATI’DA KAPİTALİZMİN ORTAYA ÇIKIŞINDA DA GÖRÜRÜZ..11
OSMANLI-İSLAM ETKİLEŞMESİNİN CERMEN-ROMA-KİLİSE ETKİLEŞMESİNDEN FARKI..14
SİVİL TOPLUMUN OLUŞUMU VE GELİŞME DİYALEKTİĞİ NEREDE VE NASIL BATI’DAN AYRILIYOR..18
“MESİYANİK” LİDER KÜLTÜ VE SİVİL TOPLUMUN GELİŞİMİ..23
OYUMU NEDEN ERDOĞAN’A VERECEĞİM?..23
GİRİŞ
AK Parti’nin cumhurbaşkanı adayı olarak ilan edildiği toplantıda yaptığı konuşmada şöyle diyordu Erdoğan:
“Mülkün sahibi Allah’tır[1]. Zaferin sahibi sadece ve sadece Allah’tır.
Bu davayı bu hareketi, bu mücadeleyi, işte bugünlere eriştiren Rabbim’e sonsuz hamdüsenalar olsun. Bu davanın bayraktarlığını, sancaktarlığını, hizmetkârlığını yapmış ve ahirete intikal etmiş her bir kardeşime Rabbim rahmet etsin, onlardan razı olsun...
Selçuklu Sultanı Alparslan gibi kefenimizi giyerek mücadeleye soyunduk. Kudüs fatihi Selahaddin Eyyûbi gibi zaferin kılıç ve atlarda değil Allah katında olduğuna inandık. Sen ki, her şeye gücü yetensin. Bu mübarek günde dileğimiz odur ki, bu milleti bir kez daha zaferle müjdele ya Rab..“Biz Sultan Alpaslan'ın, Fatih Sultan Mehmet'in Yavuz Sultan Selim'in torunlarıyız. Mustafa Kemal'in, Adnan Menderes'in, Necmettin Erbakan'ın mirasçılarıyız.
200 yıl boyunca yerde süründürülmek istenen medeniyeti yeniden ayağa kaldırdık. Bu milletin çocuklarına özgüven aşıladık. Biz bir kapı açtık. Bizden sonra gelecek nesiller bu kadim medeniyeti daha da ileri götürecekler”[2]..
Konuşmayı dinlerken beni çok duygulandırdı Erdoğan!..Onu neden tutuyor bu halk biliyor musunuz? Sahte olan hiçbir şey yok onda da ondan! O, bütün bir geçmişin-tarihimizin bugünkü kristalize olmuş şekli sanki..Tarihin derinliklerinden süzülerek gelen, kendi deyimiyle “biz” o! Bu nedenle, halkımız onda kendini buluyor, yok edilen özgüvenini buluyor..Bunu anlayamayanlara yazık gerçekten!..Oryantalist kültür ihtilalinin süzgecinden geçerek kendi özünü kaybetmiş, yeni tipten devşirmeler haline gelmiş olanlara yazık!..
Tekrar Erdoğan’ın konuşmasına dönersek: Şeyh Edebali’nin “insanı yaşat ki, Devlet de yaşasın” düsturunu tekrarlıyor Erdoğan. Tabi o son derece iyi niyetle yapıyor bunu. Tıpkı kuruluş döneminde olduğu gibi “Devletle milletin kucaklaşması gerektiğine”, kendi cumhurbaşkanlığında bunun gerçek olacağına işaret etmek için yapıyor..Devletin milletten koparak onun üstünde bir “vesayet” unsuru haline gelişinin sona ereceğini belirtmek için yapıyor..Ama soruyorum ben size şimdi: “Bu mudur yeni Türkiye”!..”Milletin Devletle kucaklaşarak ona sahip çıkması için” mi veriliyor bunca mücadele?
Bu soruya siz nasıl cevap vereceksiniz bilmiyorum ama, benim için “yeni Türkiye” bu değildir!. Bu, belki (en iyimser yorumla) “kuruluş ruhuna” da sahip çıkarak, bir üst düzeyde onu yeniden inşa edebilmek için Devleti fethetmek-“kendi varlığında yok etmek”-anlamına gelebilirdi (inşallah da böyledir!)..Ancak, kim ne derse, nasıl düşünürse düşünsün, sadece “milletin-Devleti ele geçirerek onunla bütünleşmesiyle” yaratılacak bir toplum değildir yeni Türkiye toplumu!!.Böyle bir şey, en fazla (bazı “liberallerin” iddia ettikleri gibi!!) “Devletin el değiştirmesi”, “milletin duruma el koyarak Devlete sahip çıkıp ona gençlik aşısı yapması, onu diriltmesi”(!) anlamına gelebilirdi ki, bu belki yenilenmiş bir Osmanlı’dır-Türkiye’dir, ama “yeni Türkiye” değildir!..
Bütün bu söylenilenleri şöyle ifade etmeye çalışalım; eğer eski Türkiye toprağa düşen o tohum ise, Erdoğan’la birlikte bu tohum diyalektik anlamda kendi inkârı olan bitkiye dönüşmektedir o kadar!. Çünkü, dikkat ederseniz, o bitki de halâ eski tohumun içindeki DNA’lara göre ortaya çıkan bir üründür. Ne var ki, o, aynı zamanda, yeni oluşacak meyvaya-tohuma- ilişkin DNA ları yaratacak olan bir geçiş dönemi unsurudur da. İşte, “yeni Türkiye”, bir geçiş dönemi oluşumu olan bitkinin kendini inkâr etmesiyle ortaya çıkacak olan meyvadır-yeni tohumdur!..Nitekim, Erdoğan diyor ki, “sloganımız yeni Türkiye-yeni Anayasa” olacaktır”; inşallah diyelim.. Varolan statükonun inkarını başaran bir Erdoğan kendi yaratacağı geçiş dönemi oluşumunun inkârını da gerçekleştirerek gerçekten yeni Türkiye’nin mimarı olabilecek mi bunu önümüzdeki süreç gösterecek. Ama, aslında şu ana kadar başarılanlar bile, bize yeni sürecin meyvalarının da gene bu zeminden yola çıkılarak toplanabileceğini gösteriyor..göreceğiz!.
“Yeni Türkiye’nin”, ya da “İkinci Cumhuriyet’in” “milletin” varolan “Devletle kucaklaşarak” onu, yani “Merkezi” ele geçirmesiyle öyle birden ortaya çıkıvermeyeceği söyledik!. Bu, yani, “Milletin Devleti ele geçirmesi”-onu zaptetmesi olayı, bizim gibi, tarihsel devrim geleneğiyle sosyal devrim geleneğinin içiçe geçtiği ülkelerde yeni bir toplumun doğuşunun (yani sosyal devrimin) olmazsa olmaz bir ön koşulu-aşaması olarak ortaya çıkmaktadır. O kadar ilginç bir durumdur ki bu, bunun (yani, yeni bir toplumun inşası sürecinde, varolan eski topluma ait devletin sivil toplum güçleri tarafından aşağıdan yukarıya doğru bir hamleyle ele geçirilmesi olayının) hiçbir şekilde, yukardan aşağıya doğru toplum mühendisliği faaliyetiyle devleti ele geçirip, pozitivist anlamda yeni bir toplum inşa etme çabasıyla karıştırılmaması gerekiyor!.Bizimki gibi, barbarlığın orta aşamasından fetih yoluyla devletleşerek yerleşik toplum haline gelen toplumlarda, Batı’ toplumlarının tarihsel gelişme süreci içinde ortaya çıkan, içinde sivil toplumun oluştuğu (Kent-Site gibi) “ikinci yapıların”[3]bulunmaması (“Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi-temsilcisi” konumunda olan Sultan’ın temsil ettiği tekçi-merkeziyetçi yapının buna imkan vermemesi) sosyal devrim sürecinde, önce, mevcut sistemin içindeki olanakları kullanarak devleti ele geçirme aşamasını zorunlu bir ön koşul-basamak haline getirmektedir. “Kent-Site” gibi, varolan yapının içinde gelişme olanağı bulan otonom bir “ikinci yapı” ortaya çıkamayınca, mevcut sistemin içinde eskiye ait diğer sistem karşıtı unsurlarla birlikte gelişen yeni toplumun güçleri, önce, birlikte hareket ettikleri eski yapıya ait bu muhalif unsurlarla birlikte varolan yapıyı ele geçirmek için eskinin olanaklarını sonuna kadar kullanmak zorunda kalmaktadır.. Devrimin ikinci aşaması, yani yeniye ait güçlerin eskinin güçlerinden ayrışarak yeniyi inşaya başlamaları süreci ancak bunu takip eden yeni bir süreç içinde ortaya çıkacaktır..
Bu çalışmanın konusu ve amacı, Osmanlı’dan bu yana Türkiye’de kapitalizmin gelişmesi sürecinde[4](burjuva-halk devrimi sürecinde) “milletin Devletle kucaklaşarak onu ele geçirmesi” anlamına geldiği söylenen Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı olayını mercek altına alarak, buradan günümüze ilişkin sonuçlar çıkarmaya çalışmaktır. Örneğin, şurada bir aydan az bir zaman içinde bir cumhurbaşkanlığı seçimi var önümüzde, ve oyumuzu kimden yana-neden vereceğimizi bilmek zorundayız, öyle değil mi?.
“TÜRKİYE CUMHURİYETİ”, YA DA “BİRİNCİ CUMHURİYET” NEDİR?
Yıl 2007, gündemde Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Hani o, “Cumhuriyet Mitinglerinin” falan olduğu zamanı, “M.Kemal’in askerlerinin” ortalığı biribirine kattıkları zamanı kastediyorum!..O dönemde şöyle yazmışız:
“Daha önceki çalışmalarda “Birinci Cumhuriyet’in”, yani 1920’lerde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin, bir sistem olarak, Osmanlı’nın “modernleştirilmiş” devamı olduğunu söylemiştik. Osmanlı gibi, bu sistem de “Merkezde” bulunan “Yönetenlerle”, “Çevre” olarak adlandırılan “Yönetilenlerden” oluşan merkeziyetçi bir sistemdir. Merkezi elinde tutan “Yönetenler”, Osmanlı’da olduğu gibi burada da gene “asker-sivil Devlet sınıflarıdır”. “Yönetilenler” ise, Osmanlı’nın “Reaya”, ya da “Halk” diye adlandırdığı geniş halk kitleleridir”[5].
“Her iki toplumda da, sistemin elementlerini oluşturan insanlar, kendi varlıklarını özgür bireyler olarak üreten “vatandaşlar”[6] olmadıkları için, burada “Devlet” de “vatandaşların” iradelerini temsil eden, aşağıdan yukarıya doğru bir örgütlenme değildir. “Devlet” ve “Devleti kuran irade”dir hep önce gelen. Yani, “Devleti” yaratan vatandaş değildir; önce “Devlet” vardır ve bu “Devlet”, kendisine bir “halk”, bir “ulus” yaratmaya çalışmıştır[7]!. Bu nedenle, ancak “Devlet” varsa, varolduğu için, varolabilme şansına-hakkına sahip insanlardan oluşur bu tür sistemler”.
Daha sonra devamla şöyle demişiz:
“İkinci cumhuriyet” ne deĞildir”?
“Peki, “İkinci Cumhuriyet”-Demokratik Cumhuriyet- nedir? Sistemin-“Birinci Cumhuriyet’in” içindeki “Yönetilenler’in”-yani “Çevreyi” oluşturanların- aşağıdan yukarıya doğru bir hamle-“devrim”- yaparak “Merkeze” yönelmeleri, onu ele geçirmeleri olayı mıdır? Yani, “İkinci Cumhuriyet”, sistemin (1920’lerde kurulan Cumhuriyet’in) içinde, onun “zıttı” olarak varolan unsurların (“Çevre’nin”), iktidara gelerek “Devleti” ele geçirmesi, onun yerine İslamcı-geleneksel yeni bir devlet kurması olayı mıdır?”
“İkinci Cumhuriyet düşmanı “Ulusalcılara” sorarsanız öyle! “Cumhuriyeti”, “devrimleri” onlar temsil ettikleri için, kendilerinin dışında kalan “Çevre’nin” “Devleti ele geçirmesi” (“Devletin en son kalesi olan Cumhurbaşkanlığını” alması) olayı da, onlar için, bir “karşı devrim” olayı olarak “İkinci Cumhuriyet”in ilanı anlamına geliyordu! Kafaları eski topluma göre programlanmış olduğu için, “Merkez” olarak bir kendileri vardı ortada, bir de “Çevre” denilen o “gerici”- “İslamcı köylüler”!!. Bu durumda, “Demokratik Cumhuriyet”, ya da “İkinci Cumhuriyet” de, “Çevre” denilen “gerici”- İslamcı köylülerin “karşı devrimini” ifade eden bir kavramdan daha öteye gidemiyordu! Birinci Cumhuriyet’in-eski Türkiye’nin insanlarının ufku bu kadardı!.”
“İşin ilginç yanı, böyle bir mantığın, toplumu tersine çevirerek yapılacak bu türden bir “devrim-karşı devrim” anlayışının klasik sol ideolojiye-dünya görüşüne de uygun düşüyor olmasıydı! Zaten Türkiye’de “Solcularla”-“liberallerle” “Ulusalcıları” birleştiren ideolojik-felsefi temel de buradan kaynaklanıyordu ya! “Diyalektik Materyalizme” göre, “her şey kendi içinde kendi zıttıyla birlikte varolduğu için, gelişme, ilerleme denilen şey de sistemin kendi içinde yarattığı zıttına dönüşmesiyle gerçekleşiyordu!.. İşte, “kapitalizmden sosyalizme geçilirken”, “sistemin kendi içindeki diyalektik zıttı” olarak işçi sınıfının oynadığı rolü, burada da şimdi, “Çevre”-ve “Yönetilenler” olarak “İslamcı halk kitleleri” oynuyorlardı..”[8]
Gene şöyle yazmışız o zaman:
“İKİNCİ CUMHURİYET NEDİR, DEVRİM NEDİR”?
Toplumu, Yönetenler (A) ve Yönetilenlerden (B) oluşan bir A-B sistemi olarak düşündüğümüz zaman, sistemin bir durumdan bir başka duruma geçişi olayı (yani “devrim” olayı) öyle, varolan sistemin içindeki karşıt kutbun (B) sistemi temsil eden egemen unsuru (A) alaşağı ederek onun yerine geçip “kendi sistemini kurması” olayı değildir! Çünkü, A ve B, bunların her ikisi de kendi aralarında kurdukları üretim ilişkisiyle biribirlerinin varlık şartı olan, biri olmadan diğerinin de olamayacağı, belirli bir toplum biçimine özgü izafi gerçekliklerdir. Devrim ise, mevcut sistemin içinde gelişmeye başlayan ve yeni bir üretim biçimini-üretim ilişkilerini temsil eden yeni bir sistemin-toplum biçiminin (bunu da C-D olarak gösterelim) bu gelişmenin belirli bir noktasında, tıpkı bir çocuğun doğması, ya da, kabuklarını kırarak dışarı çıkmış bulunan bir civcivin kendi ayaklarının üzerinde yürür hale gelmesi olayıdır. Bu nedenle, ilk durumunu bir A-B sistemi olarak gösterdiğimiz Türkiye toplumunu “Birinci Cumhuriyet” olarak düşünürsek, “İkinci Cumhuriyet”, “Birinci Cumhuriyet’in” içindeki bir unsur olan “Çevrenin” (B) egemen Devlet sınıfını (A) alaşağı ederek onun yerine kendi düzenini kurması olayı değildir! “İkinci Cumhuriyet”, ya da Demokratik Cumhuriyet, bir AB sistemi olan Birinci’nin içinde gelişen C-D sisteminin (yani yeninin) Birinci’nin içinden doğuşu olayıdır”.
“BİRİNCİ CUMHURİYET NEDEN OSMANLI’NIN BİR DEVAMIDIR?”.
“Bir örnekle konuyu biraz daha açalım ve önce Cumhuriyet’in (yani 1920 lerde kurulan “Birinci Cumhuriyet’in”) neden Osmanlı sisteminin bir devamı olduğunun üzerinde duralım:
Toprağa bir buğday tanesi düştüğü zaman bu sürecin sonunda ortaya neyin çıkacağı genel olarak bellidir! Bir buğdaydan gene buğday çıkar! Niye? Çünkü, buğdayın kendini inkarı süreci (onun toprağa düştüğü andan itibaren başlayan süreç), çevreden gelen etkilerin (madde-enerji-informasyon şeklinde) buğdayın içindeki bilgiyle (onun DNA larında kayıtlı olan bilgiyle) işlenmesine-değerlendirilmesine bağlı olarak gerçekleşmektedir. Bir buğday tanesinin filizlenerek bitki haline gelmesinin özü-diyalektiği budur”.
“Bir buğday tanesinin toprağa düştüğü zaman başına gelenler, bütün sistemler için geçerli olan evrensel inkâr-varoluş mekanizmasının özgül bir biçimidir. Her sistem (bu ister biyolojik bir sistem olsun, ister bir toplum) bu şekilde, çevreden gelen madde-enerjiyi-informasyonları kendi içinde sahip olduğu bilgiyle değerlendirerek-işleyerek-değerlendirirken-işlerken varolur”.
“Burada altını çizmek istediğimiz nokta, bir sistemin bilgi temelinin onun niteliğini-kimliğini-belirleyen esas faktör olduğudur. Çevreden gelen etkilere karşı oluşturulacak cevapların tamamen bu bilgiye bağlı olduğudur. Öyle ki, bu bilgi (bilgi temeli) değişmediği sürece o sistem de niteliksel olarak değişmez”.[9]
“Nasıl ki bir buğday tanesinin bilgi temeli onun içindeki DNA larda kayıt altında tutulan bilgilerden oluşuyorsa, bir toplum söz konusu olduğu zaman da bu bilgiler toplumsal üretim süreci esnasında insanlar arasında kurulan ilişkilerle kayıt altında tutulurlar. Yani, toplumsal planda DNA lar üretim ilişkileridir. Neyin, nasıl üretildiğine ilişkin bilgiler, görev bölüşümleri vs. üretim süreci içinde insanlar arasında kurulan ilişkilerle kayıt altında tutulurlar. Bu nedenle, üretim ilişkileri değişmediği sürece bir toplumun yapısı da değişmez”.
“Biyolojik sistemlerde sistemin bilgi temelinin-yani onun DNA larında kayıtlı olan bilgilerin nasıl değiştiğini biliyoruz. Peki bir toplum söz konusu olunca nasıl değişiyor bu bilgiler? Cevap yukardaki açıklamaların içinden çıkıyor: Üretim ilişkilerinin değişmesiyle. O halde, insanlar arasındaki üretim ilişkileri değişmediği sürece toplumları değiştirmek de mümkün değildir. Toplumsal değişim demek, toplumsal üretim ilişkilerinin değişimi demektir. Çünkü her toplumsal yapı (ve buna uygun bir üst yapı), belirli bir bilgiyi kayıt altında tutan belirli bir üretim ilişkileri sisteminin maddeleşmiş halidir”.
“Şimdi soruyoruz! Osmanlı’nın yıkıntıları üzerinde kurulan Cumhuriyet-Cumhuriyetimiz- Osmanlı’nın içinde gelişen yeni bir üretim biçiminin sonucu muydu? “Cumhuriyet” adı altında oluşan yeni toplum, yeni bir üretim ilişkileri sistemini mi temsil ediyordu? Tabii ki hayır! Osmanlı kendini nasıl üretiyorsa “yeni” toplum da gene öyle üretiyordu. Osmanlı toplumundaki üretim ilişkileri nasılsa yeni toplumdakiler de öyleydi. İşte, “Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın bir devamı olarak kurulmuştur” derken kastedilen budur. Bu, Atatürk Cumhuriyetini karalama çabası, ya da bir eleştiri falan değildir! Objektif bir gerçeğin tesbitidir. “Niye Cumhuriyet kuruldu, keşke kurulmasaydı” falan da denilmiyor bununla!! Tam tersine, M. Kemal ve arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyet bir tür tarihsel devrim olayıdır. Osmanlı tarihinin derinliklerinden gelen tarihsel devrim geleneğimize göre gerçekleşmiştir. Üstelik, iyi ki de gerçekleşmiştir! Eğer biz şimdi daha demokratik, daha ileri bir toplum biçimi olarak İkinci bir Cumhuriyet’ten bahsedebiliyorsak, bu ancak “Birinci Cumhuriyet’in” sonucudur. O olmasaydı neyi tartışıyor olacaktık şimdi! Toprağa düşen buğday tanesidir o”!.
“Burada altı çizilmesi gereken nokta şudur: Her yeni toplum biçimi, yeni üretim tekniklerinin, yeni üretim biçimlerinin ortaya çıkmasına paralel olarak, varolan eski toplumun içinde gelişmeye başlar. Yeni bir toplum biçiminin ortaya çıkışı tıpkı ana rahmine düşerek orada gelişen bir çocuğun gelişmesi gibidir. Nasıl ki hamile kalmadan doğurmak mümkün değilse, toplumsal planda, kendi içinde yeni bir toplum biçimini geliştirmeden kendini üretmek de mümkün değildir!
Osmanlı devlet anlayışının hüküm sürdüğü Osmanlı toplumu ise, bütün diğer antika toplumlar gibi kısır bir toplumdu. Kendi kendini üretme yeteneğinden yoksundu. Şüphesiz orada da Toplumsal planda doğurucu-yaratıcı rolünü üstlenecek bir anne vardı, ama, sistemin egemen unsuru olan merkezi otorite hiçbir şekilde kendisine rakip olabilecek başka bir alternatifin-sivil toplumun- ortaya çıkmasına olanak tanımıyordu. 5. Çalışma’da bu konuyu bütün boyutlarıyla incelediğimiz için[10] burada işin ayrıntılarına girmiyoruz. Sonuç ortadadır: Osmanlı toplumu, feodal Ortaçağ Avrupasında olduğu gibi, kendi içinde otonom bir sivil toplumun gelişmesine olanak tanımamıştır. Bu yüzden de, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi bir sosyal devrimle kendini üreterek, yeni, kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu bir toplum haline gelememiştir”.
“M.Kemal ve arkadaşlarının “Devleti kurtarma” operasyonu işte tam bu noktada ortaya çıkar. Onlar, tam, Devlet-toplum can çekişirken, dağılmak üzereyken antika tarihimizin derinliklerinden gelen bir tarihsel devrim mekanizmasını işleterek “Devleti kurtarmaya” çalışırlar; yukardan aşağıya doğru “yeni bir Devlet” kurarak yeni bir toplum inşa etme çabasına girişirler”.
“Eskiden bu işi uç beyleri falan yaparmış! İbni Haldun uzun uzun anlatır bu işin diyalektiğini! Kenarda köşede kalan bir uç beyliği çıkarmış ortaya, elinde kılıcıyla sil baştan toplumu yeniden düzene sokar, Devleti o ilk kuruluş dönemlerindeki diri haline döndürmeye çalışırmış! M.Kemal ve arkadaşları öyle uç beyleri falan değiller tabi!!. Elinde kılıçla ortaya atılan barbarlar değiller onlar!!. Onlar, sadece, o geleneğe sahip çıkarak belirli bir tarihsel devrim mekanizmasını işletiyorlar, Batıya bakarak sahip oldukları bilgilere göre toplumu yeniden inşa işine girişiyorlardı!. Ancak, sistemi yeniden organize etme işine girişirken sahip oldukları bilgiler sistemin kendi içinde, iç dinamikleriyle ürettiği bilgiler olmadığı için, onların bu çabaları yoğurt yapmak için göle maya çalmaya benziyordu! Batı’dan aldıkları bilgileri kullanarak Osmanlı artığı toplumdan “çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmış yeni bir toplum” yaratmak çabasıydı onlarınki. Nedir bu şimdi? Bu bir sosyal devrim falan değildir. Bu, değişik türde bir tarihsel devrim olayıdır. Yukardan aşağıya bir mühendislik faaliyetiyle toplumu “çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırma” çabasıdır. Ve ancak ulaşılmak istenilen bu hedeften dolayıdır ki göreceli anlamda “ilerici” bir çabadır. Çünkü, bu arada-bu dönemde- başkaları da başka türden tarihsel devrimler yapmaya kalkmışlardı! “Kapitalist olmayan yoldan” sosyalizme ulaşma çabalarını, Baas deneylerini ve daha birçok “devrimci darbeleri” falan kastediyorum! Ne oldu bunlar sonra peki? Ve neden hiçbirisi ortaya koydukları hedefe ulaşamadılar da M.Kemal ve arkadaşlarının çabaları başarıya ulaştı? Çok basit! M. Kemal ve arkadaşlarının ulaşmak istedikleri “kapitalist medeniyet seviyesi” tarihsel gelişme süreci açısından-üretici güçlerin gelişmesi açısından- gerçekçi bir hedefi, ulaşılması mümkün olan bir hedefti de ondan. Yani öyle, ne olduğu bellli olmayan bir toplum modelinin falan peşinde koşmuyordu onlar. İçinde yaşadıkları toplumu (pozitivist bir anlayışla) önlerindeki örneklere göre yeniden şekillendirmeye çalışıyorlardı. İşte “İkinci Cumhuriyet” o çabaların, kapitalist bir toplum yaratmak amacıyla tarlaya ekilen o tohumun (“Birinci Cumhuriyet’in”) ürünüdür. M. Kemal ve arkadaşlarının ilan ettikleri “Birinci Cumhuriyet” kendi içinde “İkinci Cumhuriyet’e” hamile kalan bir geçiş toplumudur. Onun tek amacı, varoluş gerekçesi “çağdaş medeniyet seviyesine”, yani kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu demokratik bir cumhuriyete ulaşabilmekti. “İkinci Cumhuriyet” ise, işte tam olarak Birincisinin ulaşmak istediği o hedeftir-“çağdaş medeniyet seviyesidir”.
PEKİ ŞU AN NEREYE GELDİK, ERDOĞAN’IN CUMHURBAŞKANLIĞI “İKİNCİ CUMHURİYET’İN İLANI” OLAYI MIDIR?..
AK Parti’nin Cumhurbaşkanı adayı olarak ilan edildiği toplantıda bakın başka neler söylüyor Erdoğan:
“Şu anda eski Türkiye'nin parametreleriyle hareket eden, milletin karşısında devleti temsil eden muhalefet partileri en başta kendilerini inkar etmektedirler. Bunlar siyasetin içindeymiş gibi görünüp siyasetin dışında durduklarını söylüyorlar. Bu partiler “siyaset dışı bir Cumhurbaşkanı” derken eski Türkiye'nin ruhunu geri çağırabileceklerini sanıyorlar. Bunlar, 'Cumhurbaşkanı tarafsız olsun’ derken Cumhurbaşkanı devletin tarafında milletin karşısında olsun demek istiyorlar. Ama bu dönem artık kapanmıştır, millet meseleye el koymuştur. Meclisi seçen, hükümeti belirleyen millet 10 Ağustos'tan itibaren inşallah Cumhurbaşkanını da doğrudan seçecek kendi hür iradesiyle belirleyecektir. İnsanını yaşatmayan devlet payidar olamaz. İnsanıyla arasına mesafeler koyan bir devlet adil bir devlet olamaz[11]. Türkiye'de 27 Mayıs 1960 müdahalesinin bir izi daha inşallah siliniyor. Cumhurbaşkanlığının milleti temsil eden bir makam haline dönüşmesiyle Türkiye vesayet zincirinin en önemli halkasından kurtuluyor. Eğer milletim takdir eder ve Türkiye Cumhuriyeti'nin 12. Cumhurbaşkanlığına bu kardeşinizi getirirse şunu herkesin bilmesini istiyorum; devlet ile milleti kucaklaştıran milletinin çıkarlarını gözeten, milletin ve demokrasinin tarafını tutan bir cumhurbaşkanı seçilmiş olacaktır”[12].
Evet, ne diyorsunuz, “İkinci Cumhuriyet” bu mudur, “Devletle milletin kucaklaştığı”, milletin-yani Yönetilenlerin-Devleti ele geçirerek, onunla bütünleşerek yarattıkları bir toplum biçimi midir”?.
Bu sorunun cevabını şu ana kadarki açıklamalarla vermiş bulunuyoruz. Evet, 2007 de Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi olayı da, Erdoğan’ın bu kez halkın oylarıyla direkt olarak cumhurbaşkanı seçilmesi olayı da “İkinci Cumhuriyet”in yaratılması sürecinde birer köşe taşlarıdır; ama o kadar. Çünkü, “İkinci Cumhuriyet” varolan “Devletin ele geçirilmesi”-bu anlamda-2milletin Devletle kucaklaşması” olayı değildir!. Bütün bunlar devrim sürecinin vazgeçilemez aşamalarıdır..
NEDEN BİZDE SOSYAL DEVRİM VE TARİHSEL DEVRİM SÜREÇLERİ İÇİÇE GEÇİYOR, NEDEN, YENİ BİR DEVLET YAPISINI İNŞA EDEBİLMEK İÇİN ÖNCE ESKİSİNİ ELE GEÇİRMEK GEREKİYOR?
Bütün mesele tarihsel gelişme sürecinin içinde gizlidir. Batı toplumlarının tarihsel gelişme çizgisiyle Osmanlı-Türkiye toplumunun tarihsel gelişme çizgisi arasındaki fark bunların gelişme diyalektiğine de yansıyor..Aslında, her iki durumda da, görünüş açısından aynı noktadan başlıyor süreç. Cermenler Batı Roma’yı fethederek devletleşirlerken, Osmanlı da Doğu Roma’yı (Bizans’ı) fethederek işe başlıyor. Ama o kadar; daha sonra herşey değişiyor..tarihsel olarak farklı gelişme çizgileri, sivil toplumun oluşumunda farklı iki yol çıkıyor ortaya. Bu konuyu daha önceki çalışmalarda bütün ayrıntılarıyla ele aldığımız için burada sadece (konuyla ilişkisi açısından) varılan bazı sonuçları özetlemekle yetineceğim[13].
Batı toplumlarının tarihsel gelişme dinamikleri-buralarda sivil toplumun oluşumu- Cermenlerle Roma’nın ve Hristiyanlığın etkileşmesi sonucunda ortaya çıkıyor demiştik. Bakın Engels nasıl açıklıyor bu etkileşmeyi ve sonuçlarını:
“Roma illerinin efendisi haline gelen Cermen halkları, fethettikleri yerleri bir düzene koymak zorundaydılar. Ama, Romalı kitleler ne gentilice gruplar içine kabul edilebilirlerdi, ne de bu gruplar aracılığıyla egemenlik altına alınabilirlerdi. Her şeyden önce, çoğu yerlerde varlıklarını sürdüren yerel Roma yönetim organlarının başına Roma devleti yerine geçecek bir şey koymak gerekiyordu, ve bu da ancak bir başka devlet olabilirdi; öyleyse, gentilice kuruluş organlarının devlet organları haline dönüşmeleri ve bu işin de koşulların baskısı altında çok çabuk olması gerekiyordu. Fatih halkın en önemli temsilcisi askeri şefti. Fethedilen toprakların dış güvenliği olduğu kadar iç güvenliği de onun iktidarının pekişmiş olmasını gerektiriyordu. Askeri komutanlığın krallığa dönüşmesi zamanı gelmişti: bu dönüşüm gerçekleşti”[14]..
“Bir kurum, krallığın doğuşunu kolaylaştırdı: askeri bilelikler (Osmanlı’daki “Dirlikler” gibi MA). Daha önce, gentilice örgütlenmenin yanında, kendi hesaplarına savaş yapan özel birliklerin nasıl ortaya çıktıklarını görmüştük. Bu özel birlikler (Osmanlıdaki ülkücü gaziler, ilbler, akıncılar/ M.A) Cermenlerde sürekli örgütler durumuna gelmişlerdi. Belirli bir ün kazanan askeri şef, çevresine gözü ganimette olan bir genç kalabalığı topluyordu; bu gençler ona kişisel bağlılıkla bağlanıyorlardı; şefin de onlara bağlandığı gibi. Şef onların gereksinmelerini sağlıyor, onlara armağanlar veriyor ve onları hiyerarşik olarak örgütlendiriyordu”. “İşte bu askeri birlikler krallık düzeninin doğuşunda çok önemli bir rol oynamışlardır. Çünkü, bu örgütlerin varlıklarını sürdürebilmeleri ancak sürekli savaşlarla, çapul seferleriyle mümkündü. Ve bu bir amaç haline geldi. Bir bölgede yapacak iş kalmayınca başka bir bölgeye gidiyorlar, aynı çapulu orada sürdürüyorlardı”. “Roma İmparatorluğunun fethinden sonra kralların bu bilelik adamları, köle ve Romalı saray hizmetkarlarıyla birlikte gelecekteki soylular sınıfının başlıca ögelerinden birini oluşturdular”. (Engels, a.g.)
Buraya kadar herşey Osmanlıyla aynı aşağı yukarı. Ama bundan sonra işler değişiyor. Değişiyor, çünkü, tam bu noktada devreye Kilisenin girmesine ve bundan sonra etkileşimin bu üçlü-Kral, soylular ve Kilise- arasında oluşuna şahit oluyoruz!
Kilisenin Cermenlerle tanışması, Roma tarafından resmi devlet dini olarak kabulünden çok öncelere gider. Bu dönemde Hıristiyanlık, bir yandan Roma’nın içini oyar, onu içerden fethetmeye çalışırken, diğer yandan da çevreyi kuşatan barbarlar arasında yayılıyordu. Barbarlarla Hıristiyanlığın ortak bir yanları vardı: Bunların her ikisi de fetihçiydi! Ancak barbarlar sadece Roma’yı fethetmekle meşgulken, Hıristiyanlık, hem Roma’yı, hem de barbarları fethetmekle uğraşıyordu! Cermenler-Hıristiyanlık ilişkilerini şöyle ifade edebiliriz: Cermenler Roma Devleti’yle boğuşurlarken Hıristiyanlık da Roma’yla boğuşuyordu. Bu nedenle aralarında bir yakınlaşma ortamı oluşmuştu. Bu ortamdan faydalanan Hıristiyanlık, misyonerler aracılığıyla barbarların arasına girdi. Ama olay bu şekilde tek yanlı, sadece Kilise’nin “saf temiz barbarları iğfali” olayı değildir! Hıristiyanlarla, Kiliseyle ilişkiler barbarlar için de çok önemliydi. Esas düşmanın içinde, gittikçe güçlenen bir müttefikle ilişki içinde olmanın avantajları açıktı. Hele hele, Roma’nın Hıristiyanlığı devlet dini olarak kabulünden sonra, Hıristiyanlığı bir din olarak kabul etmek, kilisenin ideolojik etki alanı içine girmek Cermenler (özellikle de Cermen şefler) için daha da avantajlı hale gelmişti. Hıristiyanlığı kabul etmekle, Roma Devleti içinde büyük bir güç odağı haline gelmiş bulunan Kiliseyi arkalarına alarak Roma Devleti’nin karşısındaki pozisyonlarını daha da kuvvetlendirmiş oluyorlardı. Ama bu durumdan Roma Devleti de memnundu! Onun amacı da zaten, onlara toprak vs. vererek onları yerleşik toplum haline getirmek, kendisi için bir tehlike olmaktan çıkarmaktı. Bu politika, kilisenin politikasına da uygundu. Böylece, Roma Devleti-Kilise-Cermenler etkileşmesinde, etkileşmeye katılan bütün tarafları buluşturan ortak nokta bulunmuş oluyordu.
İşte, bütün bir Ortaçağ’ın üzerinde yükseldiği-daha sonra adına FEODALİZM denilen zeminin oluşum süreci budur. Ama bu zemin ilerde, Ortaçağ’ın içinden çıkıp gelecek olan kapitalizmin üzerinde yükseleceği-onu yaratacak olan sivil toplumun üzerinde
yükseleceği- zemin de olacaktır. Dikkat ederseniz burada güç-iktidar bölünmüştür. Önce, Kral’la Kilise arasındadır bu bölünme; sonra da, bu ikisi arasındaki çelişkiden yararlanarak araya giren ve otonom bir üçüncü güç olarak kendini kabul ettiren soylular girer devreye.
“Sivil toplum”kavramı Batı’da kapitalizmin gelişim süreci içinde ortaya çıkar. Halbuki aynı diyalektik daha önce feodal toplumun gelişme sürecinde de devrededir. Ama bu zaten verili bir koşul olarak görüldüğünden o zaman kimse bunun üzerinde durmaz. Düşünün, bugün adlarına “soylular” deyip geçiverdiğimiz o feodaller de aslında o zamanın devrimci unsurları oluyorlardı. Bir yanda köleci bir Roma, öte yanda ise Cermen barbarları..Feodaller, bu etkileşim diyalektiğinin ortaya çıkardığı dönemin sivil toplumunu yöneten devrimci unsurlardı o zaman..
Peki nasıl olmuştu da bunlar, Kralın temsil ettiği, Kilisenin de önemli bir güç olarak devrede olduğu o yapı içinde otonom bir güç olarak kendilerini kabul ettirebilmişlerdi?
Cermenler-Roma etkileşmesinin sonucunda ortaya çıkan “Büyük Karl’ın” başında olduğu o devleti “Büyük Roma Cermen İmparatorluğunu” düşünelim. Tamam bunun da adı “İmparatorluktu”, ama burada dünyevi ve uhrevi otorite bölünmüş durumdaydı. Yani o “Büyük Karl”, hiçbir zaman “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi-temsilcisi” sıfatına sahip olamamıştır. Nasıl olsun ki, yanı başında Kilise durmaktadır ve Tanrısal otoritenin temsilcisi olma sıfatı ona aittir!.
İşte bütün mesele buradan, gücün-iktidarın bu bölünmüşlüğü olayından kaynaklanıyor. Soyluların bir sivil toplum gücü olarak ortaya çıkarak feodal bir yapıyı oluşturabilmelerinin sırrı buradadır..Kralla Kilise arasındaki çelişkilerden yararlanan soylular, Krala karşi Kiliseyle ittifak yaparak kendilerini otonom bir üçüncü güç olarak kabul ettirmeyi başarırlar. Sistemin içinde, mevcut yapıya eklemlenen otonom bir “üçüncü unsur” olarak devreye girerler..
Avrupa’da politika sahnesinde yer alan bütün güçlerin politikaları hep bir dengeye dayalıydı: Kral, feodallere karşı Kiliseyle işbirliği yaparken, Kiliseyi Avrupa’nın en büyük mülk sahibi feodal haline getirmişti. Feodaller de bazen krala karşı Kiliseyle, bazen de Kiliseye karşı kralla işbirliği yaparak ayakta kalabiliyorlardı. Ve bu, gücün dağılması olayı, herkesin çıkarınaydı. Çünkü herkes, kendi varlık şartını bu dengeler içinde buluyordu. Nitekim, daha sonra, sivil toplumun-burjuvazinin doğuşu da gene aynı ortamın ürünü olmuştur. Osmanlı’nın Anadolu coğrafyasıyla etkileşmesi merkezileşme sonucunu verirken, Cermenlerin Roma’yla etkileşmesi feodalizm sonucunu veriyordu.
Ne dersiniz, neden işler bizde farklı gelişmişti? Bu konuyu daha sonra daha ayrıntılı bir şekilde incelemeye devam edeceğiz, ama bence, hemen altı çizilmesi gereken esasa ilişkin iki nedeni var bunun:
Birincisi açık, coğrafya..Cermenlerin içinde yaşadıkları coğrafyayla Türklerin içinde yaşamak zorunda oldukları coğrafya arasındaki farklılık.
İkincisi de, antika medeniyetlerle olan ilişki-onlardan etkilenme biçiminin farklı oluşu..
Unutmayalım, Cermenler sadece Roma’yla ilişki-etkileşim içinde iken Türkler, hem Roma’yla
-Bizans’la- hem de, İslam aracılığıyla bütün bir Orta Doğu’yla, Mezepotamya’nın antika medeniyetleriyle, hatta daha da ötesi, antika Çin ve Hind medeniyetleriyle bile ilişki-etkileşim içinde bulunuyorlardı. Roma’yla ilişkilerin derinliğine bağlı olarak Avrupa’da bir İngiltere ile kara Avrupası arasındaki gelişme süreçlerinin bile ne kadar farklı olduğuna bakarsak bunun ne anlama geldiği daha iyi anlaşılır.Sorarım size, kapitalizm neden İngiltere’de daha önce gelişebilmiştir? Neden Kara Avrupası Orta Çağ’ın karanlıkları içinde debelenip dururken İngiltere’de atı alan Üsküdarı geçebilmiştir? “Merkeziyetçilik” deyip duruyoruz, nedir o “merkeziyetçiliğin” ardında yatan? Tanrı adına el konulan o “merkezin” bütün o antika Doğu’da ve bizde Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi-temsilcisi konumunda olan o Sultanlarla-Padişahlarla kişileşmesi bir tesadüf müdür?
DEVAMI YARIN...
AYNI SİVİL TOPLUM OLUŞUMU DİYALEKTİĞİNİ BATI’DA KAPİTALİZMİN ORTAYA ÇIKIŞINDA DA GÖRÜRÜZ..
[1] Bu ifade bize hiç yabancı değil, öyle değil mi!.Son derece doğru, ama, sınıflı toplum koşullarında kullanıldığı yere ve kullanana bağlı olarak da, son derece tehlikeli bir kavramdır bu (Erdoğan’ın bu kavramı ne anlamda kullandığını, bu kullanımın ucunun nerede başlayıp nerede sona erdiğini önümüzdeki süreç içinde göreceğiz!). Örnek mi istiyorsunuz; bütün bir Osmanlı ideolojisi-devlet anlayışı da bu temel üzerine kurulmamış mıdır!.Osmanlı’ya göre de ”Mülk Allah’ın” değil mi idi; ama tabi, yeryüzünde onun “gölgesi-temsilcisi” Devlet-Sultan olduğundan, “Allah’a ait olan mülke tasarruf yetkisinin Devlete-Sultana ait olduğunu” da kabul eder Osmanlı hukuku!..Bu konuda daha geniş açıklamalar için bak: http://www.aktolga.de/m50.pdf
[3] Bu kavram Şerif Mardin’e aittir..
[6]Antika toplum insanlarını “özgür vatandaşlar” haline getiren kapitalist üretim ilişkileridir.
[7]Aslında sadece bu ifade bile yetiyor herşeyi anlatmaya! 1920’lerde kurulan Devlet-Cumhuriyet- tarla ya atılan bir tohum gibidir; “çağdaş medeniyet (yani kapitalist medeniyet) seviyesine erişmek” için yola çıkan bir oluşumdur bu. Bir tohum nasıl gelişip kendini inkâr ederek yoluna devam ediyorsa, İkinci Cumhuriyet de, aynı şekilde, Birincisinin diyalektik anlamda inkârı olarak doğacaktır-doğmaktadır..
[8] O kadar ilginç bir durum ki bu!. Daha önce kendisini “solcu”-“Marksist” olarak nitelendiren bazı modern-Jöntürk aydınlarını, bu kez de AK Parti’ye-Erdoğan’a (hem “solculukla” hem de İslamla bağdaşan) yeni tipten bir ideoloji yaratma çabasına sokan da bu dünya görüşü-“devrim” anlayışı değil midir!..
[9]Tabi burada sistemin kendi içinde geçirdiği evrim sürecini dikkate almıyoruz. Elbette ki hiçbir şey olduğu gibi kalmaz, herşey sürekli bir değişim (öğrenerek, bilgi temelini geliştirerek değişim) içindedir; ama bu değişim, belirli bir noktaya gelene kadar sistemin içinde gerçekleştiğinden, bu süreç boyunca sistemin esas niteliği aynı kalır.
[11]Bakın, ilk bakışta insanın dikkatinden kaçıveriyor!. “Devletin payidar” olmasından, “adil” olmasından bahsediyor Erdoğan..yani, ”insanı yaşat ki Devlet de yaşasın” anlayışından yola çıkıyor!..Nedir bütün bunların anlamı? Sakın bütün bunları küçümsediğim falan sanılmasın!..sadece şunu demek istiyorum: Devrim, yönetilenlerin mevcut Devleti ele geçirmeleri-onu fethetmeleri olayı değildir. Tamam, bizim gibi ülkelerde bu, sosyal devrimin bir ön koşulu olarak karşımıza çıkıyor, zaten bu yüzden de onu-Erdoğan’ı- destekliyoruz; ama, şunu da bilelim ki, devrim yolunda atılması gereken adımların hepsi bu kadar değildir..Yani, Devleti ele geçirince-Erdoğan Cumhurbaşkanı olunca- herşey olmuş bitmiş olmuyor! İşte, “evet ama yetmez”in-“eleştirel desteğin” anlamı budur..
[14]Engels, F. (1978). “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni.” Sol Yayınları, Ankara
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023