Leyla İPEKCİ

'Bu davanın tabii tarafıyız'
20.03.2012
2177

 

Bu ülkede güncel olayları yorumlamak üzere yazmaya devam etmek için çok güçlü bir nedeniniz olmalı.

 

İki binli yılların başından beri şevkle bağlandığım bir niyetti bu benim için. Dünyada ve memlekette olan biteni anlamaya, anlamlandırmaya çalışmak, üzerinde yaşadığım toprakların hatırasını, rüyalarını, korkularını, acılarını işitmek, işittirmek, çoğulcu ve özgür bir geleceği birlikte inşa etmek ve bizleri buluşturan sahici bir dilin içinde hayatı paylaşmak gibi bir niyetle yazdım şimdiye dek. Başıma herkes kadar kötülük geldi, haksızlık vesaire. Olağan saydık.

Ama artık biliyorum beni böylesine harap edenin, dilsiz ve yaşamasız bırakanın ne olduğunu. Belki oldukça klişe bir şey, ama gerçek: Başkaları için yaptığımız tanımlar içine kendimizi hapsetmiş olduğumuzu söylemekten de gına geldi.

En ciddi katliamların, tahriklerin, psikolojik harekâtların bile gerçekliğiyle değil, bizlerin birbirimize hangi tanımlar atfettiğimiz üzerinden 'görüldüğü' bir memlekette kelimelerle yaşamak demek, yaşamasız kalmak demek. Olan biten her şeyi bu nazari tanımlarımız üzerinden yorumlayanların karmaşık niyetlerine karşı çıkma gereği dahi duymaz oldum ne zamandır. Silindi kelimeler.

Başörtülü gençlerin uzun yıllar "valla ben sandığınız gibi sofu değilim, baskıyla örtünmedim, Batı'yı da bilirim, gayet entellektüelim" gibi bir iç sesle hayata tutunmak zorunda kaldıklarında hep içim yandı. Çünkü örtünmenin manevi boyutlarını, katman katman sırlarını ifade edecek o evrensel dili kurmak yerine kendilerini imha etmeye çalışan o çatışmacı dile karşı hep savunmada kalmak zorundaydılar. O savunma dili işte, bizim bütün mağduriyetlerimizde saklı hâlâ.

İçinde yakın arkadaşlarım olan bir isimler listesi geçtiğimiz günlerde gazetelerde yayınlandı: Dink davasının hepimizle alay eder gibi sonlanmasının ardından "biz bu davanın tabii tarafıyız" diyen Müslüman arkadaşlarımdan bahsediyorum. Zira bu öyle bir simge dava ki, tam anlamıyla çözülebilirse ülkenin bütün karanlık resmi tarihine ve faili meçhullerine ışık tutacak.

Arkadaşlarımın "hukuka uygun, kapsamlı ve sahici bir yargılama için çalışacağız" demeleri bende bu yüzden karmaşık çağrışımlara yol açtı. Bir yanıyla mutlaka "vay Ermeni mi oldunuz" söylemleriyle karşılaşacaklarını bildiğimden içim ezildi. (Çünkü hangi mağduriyeti hakkıyla savunmaya kalksanız, öncelikle mağdurun kökeni yüzünden aşağılarlar sizi, şu on yıl içinde bitimsiz kereler ben de bunlara maruz kaldım.) Bir yanıyla da savunma dilinden uzaklaşmış, sahici bir dil kurabildikleri için onlarla birlikte sınırları kaldırdım, çoğaldım, çoğul oldum.

Ömer Faruk Gergerlioğlu, Cemal Uşşak, Yıldız Ramazanoğlu, Cevat Özkaya, Rıdvan Kaya, Hidayet Tuksal, Üstün Bol, Fatma Bostan Ünsal, Gülcan Tezcan, Hilal Kaplan, Burhan Kavuncu, Neslihan Akbulut, Cahit Koytak, Emrullah Beytar, Yılmaz Ensaroğlu, Yasin Aktay, Özlem Albayrak, Nevzat Çiçek, Abdurrahman Dilipak, Mehmet Bekaroğlu, Kezban ve Hüseyin Hatemi gibi isimlerin çağrıcılığında yayınlanan bu bildiri bize hakikati (içinde hakk olanı) talep edenlerin her türlü kimlikten ve tanımdan azade olduklarını bir kez daha hatırlattı.

Oysa ne kadar sıkıştı kullandığımız dil, değil mi? Sivas davası diyorsunuz bugün mesela. Hemen gelsin büyük yarılma. Bir kesim çıldırıyor: "Azmettiriciler yargılanmadı, provokatörlere ulaşılamadı. Dönemin bakanları, içişleri yetkilileri, emniyetçileri konuşmadı. Onlar nerede?" Bir diğer kesim çıldırıyor: "Vay o kadar kişi müebbet aldı, içeride yattı, ne haksızlığı?"

Bir başka kesim, kendilerine katliamcı denildiği için hassas ve bu alınganlığın getirdiği saldırganlıkla çıldırıyor: "Yaktık, yine yakarız!" Bir başka kesim mağduriyetinin efendiliğinde hep: "Solcular yine mağdur!" Sonra bir kesim yine çıldırıyor: "Aleviler burada kendilerini hep mağdur eden zihniyetin bir derin devlet operasyonu olduğunu bile bile devletin partisine oy veriyor. O zamanlar iktidar ortağı bu partinin uzantısıydı." Yine birileri çıldırıyor sonra: "Aleviler AKP'ye asla oy vermeyecek!"

Çorum, Maraş, 1 Mayıs, Bahçelievler, faili meçhuller vesaire bu anlamda arkasındaki güçlü kalkanlarıyla birlikte aydınlatılmadığı sürece Sivas da olur, Uludere de olur, Hrant da katledilir. Henüz patlamamış bombalar da topraktan çıkar. Nihayetinde asıl katliam birbirimizden nefret etmemizle gerçekleşiyor hep.

Bu yüzden "sorunları birbiriyle vuruşturmayı, tartışmayı bırakalım, gelin hakkaniyetli bir metne destek verelim" diyen arkadaşlarımızın bildirisine okuru şahit tutmak vicdani bir sorumluluk. (bkz: adalettalebimizvar.com)

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar