Markar ESAYAN

Sallantı
7.11.2013
2696

 Dünkü yazımda kısaca Türkiye'nin demokrasiye geçiş hikâyesinin bir özetini yapmıştım. Türkiye, bir yandan totaliter Kemalizm bir yandan da demokrasi hamleleri arasında bir sarkaç gibi gidip gelen bir ülke. Bu 'sallantı' bir yandan dinamik bir toplum yaratırken, bir yandan da kutuplaşma söylemini destekleyen veriler üretiyor. Oysa ben bunun kutuplaşmadan ziyade normalleşme veya normalleşmeye doğru geçiş süreci olduğunu iddia ediyorum. Normalleşme ise, sadece statükocu kesimlerin değil, değişimi taşıyan kesimlerin de 90 yıllık endoktrinasyondan etkilenmiş olması gerçeği nedeniyle çelişkili, melez bir süreç.

Böyle dönemlerde kafaların karışık, söylemlerin gelir-gider karakterli olması da anlaşılır bir durum. Kemalizm bir ideoloji değil, bir iktidar kullanma tekeliydi. Çağdaşlık, modernlik gibi iddialar hangi düşünce biçiminin içinde işlevselleşiyorsa, ona dair etki alanları açar, yani siyaset olur. Kemalistler, ulusalcılar, gösterişli iddialarının içini demokratlıkla dolduramadıkları için, bugün açıkta kaldılar. Şafak Pavey'in konuşmasının 'tarihi' nitelikte olmasını istemeleri de bu ideolojik kofluktan kaynaklanıyor.

Tam da bu konuşmanın ve başörtüsü konusundaki şık hamlenin gelişinden sonra ise, Başbakan Erdoğan'ın 'yurtlar' konusundaki çıkışı, muhtemelen Erdoğan'ın değerini veren kesimlerde şaşkınlık yarattığı gibi, Erdoğan'ın bir diktatör olduğunu kabul ettirmeye çalışan kesimlerde ise büyük bir sevinçle karşılanmış olmalı.

Devlet ve özel sektöre ait yurtlarda dünyanın her yerinde olduğu gibi belirli bir nizamın olmasına kimsenin karşı olduğunu zannetmem. Böyle bir düzensizlik varsa, bu denetimleri gerektirebilir. Buna ilave olarak yurt sayısı eksikliği, güvenlik ve şikayetlere dönüş gibi konularda zafiyetler varsa giderilir. Bir başbakan da bu konuda görüş ifade edebilir. Ama Erdoğan, öğrenci evlerinin de denetim altında tutulması gerektiğini, bununla ilgili yasa düzenlemesi yapabileceklerini söyledi.

18 yaşını geçmiş hiçbir bireye, ailesi dahil kimse zor yoluyla bir kuralı dayatamaz. Devletin böyle bir alana müdahale edici bir tavır geliştirmesi demokratik ve savunulabilir değildir. Yurtların belirli bir nizama sahip olması ayrı, özel evlerde kalan gençlerin bu tercihlerini nizama sokma gayreti farklı bir şeydir. Böyle bir müdahalenin altını ne siyaseten, ne de hukuksal olarak doldurmak mümkün değil.

Önceki yazılarımdan birinde, 'Seçkinlerin opera veya Beatles dinlemeleri varsaydıkları gibi onları otomatik olarak demokrat yapmadığı gibi, ortak düşman vesayete karşı savaş vermiş olmanın hükümeti tek başına demokrat yapmaya yetmeyeceğini, ama bu süreci destekleyen bizleri de demokrat yapmadığını' söylemiştim.

Çünkü bu toplu bir süreç ve bizler 90 yıllık totaliter, cemaatçi ve ataerkil bir düzenin çıktılarıyız. Bu hikayenin bir ürünüyüz ancak değişmek gerektiğinin de farkındayız. Mütedeyyin kesimlerin ulusalcılara göre avantajı, kendi eksiklerini görmeye ve gidermeye daha istekli olmaları ve iyiyi merak etme duygusu... Çünkü bu eğilimin geliştiriciliği ve getirdiği faydaların farkındalar.

Muhtemelen, birçoğumuz dahil, hayatımızın sonuna kadar 90 yıllık hikayenin ve içine doğduğumuz totaliter, dayanışmacı, kollektivist kozanın etkilerini taşıyacağız. Yeni Türkiye'yi ise, 2002 yılından sonra doğan yeni nesiller kuracaklar. Bu da hayatın değişmez bir kuralı ve oldukça sağlıklı.

Verili şartlar değişmediğinde doğan yeni nesiller ebeveynlerini tekrarlıyor. Ancak son 11 yılda verili şartlar değişti ve yeni kuşaklar daha özgür bir kozanın içine doğdukları için bizi tekrarlamayacaklar. Bu müthiş bir kazanım.

Tabii bu durum, siyaset için çok ciddi riskler ve olası sürprizler içeriyor. CHP'nin değişim karşısında düştüğü yer Mustafa Sarıgül'e sarılmak, Pavey'in konuşmasından bir Pirus zaferi çıkarma seviyesine indi.

Ama daha ciddi risk iktidar partisi ve Erdoğan üzerinde birikiyor. AK Parti ve Erdoğan, 12 Eylül 2010 referandumu ile bir yol ayrımına geldi. Kendi açtığı demokrasi sürecinin gerisinde kalarak yeni statükoyu mu temsil edecek, yoksa, reformcu kimliğini yeni Türkiye'nin özgürlük ihtiyacına uyumlandırarak, kitleleri peşinden sürükleyerek içinden yeni Türkiye'nin kalıcı siyasi hareketini mi çıkaracak? AK Parti düşmanlığı nedeniyle CHP gibi, statüko karşısında mecbur olunduğu için oy verilen bir parti haline mi gelecek, yoksa sadece altyapı değil, demokrasi hizmetini en iyi veren bir siyasi ekol olarak gönülden, heyecanla mı desteklenecek?

Üstelik sadece Türkiye değil, küresel çapta bu kadar ağır bir iktidar savaşının tam ortasından geçerken...

Gezi krizinden sonra gerek Demokratikleşme Paketi, gerekse başörtüsü yasağının tarih olması gibi çok ileri adımlar atıldı. Ülke reform gündemine geri döndü. Başbakan paketin sunuşunda ve ortalama her fırsatta 'balkon konuşması' niteliğinde ileri, birleştirici bir demokratik duruş sergiledi.

Partinin tabanında da karşılığı olduğunu zannetmediğim bir meselenin bu kazanımları gölgelemesine izin vermemeli.

 
Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)
  • takipçi

    takipçi

    4.01.2012 11:37

    sayın hocam bu tespitlerde daha öncede yapıldı konuşuldu yazıldı çizildi ama sonuç hala aynı. umut ediyorum ki siz ve sizin gibi değerli insanların sayısı arttıkça belki ihtimal birşeyler değişir . toplum bağrında kanayan bu yaraya neşter atılması , kangren olmuş bu bu uzuvların kesilmesi gerekmektedir. sizin deyiminizle yetmez ama elle tuttulacak birşeylerin yapılması gerekmektedir.

Yazarlar