Murat BELGE

Murat BELGE
Murat BELGE
Tüm Yazıları
Siyasette ‘nefret’ ögesi
30.03.2014
2463

 Mükerrem Sarol seksenlerin başında Menderes’le ilgili anılarını Tercüman’da yayımladı. Sonra bu anılar, Bilinmeyen Menderes adıyla, iki cilt olmak üzere toplandı. Ben bu kitabı okuyamadım; tam “Türk-işi”, arka kapaktan bir alıntıyla yetiniyorum. Sarol’un Menderes’ten aktardığı bir söz bu. Menderes, “Ben düşersem,” demiş, “Ya canımı darağacında alırlar ya da yurtdışına sürerler.”

Yani, olacağı bilmiş. “Kendine ‘sabık’ dedirtmem,” dediği de rivayet olunurdu. 27 Mayıs’tan sonra medyada “sabık ve sakıt” diye bir formül bulunmuştu. Menderes’in sıfatı olarak söylenirdi. Sonradan formüle “maslub” da eklenebilirdi ama eklenmedi.

“Düşersem asarlar,” diye düşünen birinin canını dişine takarak mücadele etmesinde şaşılacak bir şey yoktur herhalde. Menderes de 1957 seçimlerinden sonra, gitgide yükselen ve sertleşen CHP muhalefetine karşı, canını dişine takmıştı. Böylece siyasî gerilim gün geçtikçe arttı. Tabii o yılların ölçüleri değişti. O zaman insanlara çok aşırı gelen şeyler şimdi devede kulak bile değil. Ama öfkelenme, kinlenme kapasitesinin de sonu yok.

Neden böyle bu iş? Neden böyle bir nefret? Menderes’in idam edilmesi hâlâ haklı bulan, onaylayanlar var. Menderes’ten ölesiye nefret edenlerle aynı zamanda İnönü’den, Halk Partisi’nden eşit derecede nefret edenler de eksik değildi. Yıllar geçti, önderler değişti, ama siyasette bu şiddet dozu uzun boylu değişmedi.

“Nefret” diyorum ya, “sevgi” de öyle. Gene Menderes geliyor aklıma. Muhalefet sertleşirken, taraftarlık gösterileri de iyice abartılı bir hal alıyordu (sonradan “Vatan Cephesi”ne varacak bir süreç). Menderes Konya’ya Afyon’a, herhangi bir yere mi gidiyor, şehrin girişinde kurbanlar kesilir. Koçunu alan gelir, geldiğinde bakar ki danasını alan da gelmiş. Bu yarış böylece deve kurban etmeye dayanmıştı ki bir gün gazetelerde okuduk, adamın biri oğlunu alıp getirmiş, küçük çapta bir Hazreti İbrahim müsameresi oynuyor.

Derken darbe oldu; Menderes Yassıada’da yargılandı; asıldı. Oğlunu kurban etmeye gelen o adamın sesini sedasını duymadık.

Bir ara, Maltepe’den mi, oralarda bir yerden, Yassıada’ya tünel kazıyorlar diye birilerini yargılamışlardı. Bu da tamamen zırva bir olaydı da, sanıklar arasında o adam yoktu.

“Sevgi” ile “nefret” birbirinin karşıtı olarak bilinir ama ikisi bir arada bir diyalektik birlik de oluştururlar. Anlatmaya çalıştığım bu “siyasî nefret”in mutlaka birden fazla, karmaşık nedenleri vardır. Ama genel eğitim düzeyinde “vatan sevgisi” diye öğretilen o abartılı duygunun da nefretin böyle büyük ve abartılı olmasında payı olmalı. Diyelim Menderes’ten nefret eden adam, bunun kendi kişisel duygusu olduğunu düşünmüyor. O, Menderes’in vatana kötülük ettiğine inanıyor, onun için nefret ediyor. Kendi vatan sevgisi çok büyük olduğu için, vatana kötülük eden adama karşı nefreti de büyük.

İyi bir şey değil bu. Siyaset dediğimiz çok önemli ve çok gerekli âlemi zehirleyen bir şey. Orada bu zehir işler ve ortamı etkilerken, etkiledikçe, siyasetten hayırlı sonuçlar almak çok güç, imkânsız gibi bir şey. Aralarında kan davası olan aşiretlerde, kabilelerde görülen (ama orada da “hoşgörülen” değil) bir duyguyla siyaset filan yapılamaz.

Bugünden başlayarak, birkaç seçim dönemecinden geçeceğimiz bir sürece giriyoruz. Siyasî gerilimin ve burada sözünü ettiğim abartılı duyguların tavana vurduğu bir ortamdayız.

Seçim sonuçları bir şeyleri değiştirecektir, öyle ya da böyle. Ama şu “nefret” ögesini siyasetin içinden çıkarıp atamadıkça, asıl önemli değişim gerçekleşemez.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar