Yavuz BAYDAR
Seçkinleriyle, sıradan yurttaşıyla toplumdaki “razı olma” aşaması öylesine kemikleşmiş durumda ki, hiçbir şey kanıksanmıyor artık. İnsanlık adına utanç her biri utanç ve kitlesel sivil itiraz vesilesi olması gereken “resmi” kararlar, adımlar, olaylar hızlandırılmış film şeridi gibi akıp gidiyor gözler önünde her gün. Akıldışılık ve zulüm düzenin asli “norm”u.
Osman Kavala’nın tutukluluğu bir kez bir daha uzatıldı.
18 Ekim 2017’de gözaltına alınmıştı, tam 1157 gündür, üç yıl iki aydır demir parmaklıklar ardında. Bir yok uğruna. Dünya hukuk tarihine deli saçması başlığıyla geçecek (esasen yok hükmündeki) iddianame bahanesiyle, devletin adım adım kurmakta olduğu düzenin kendisine simge (ve korku saçmak için ibretlik) kurban olarak seçtiği bir aydın Kavala.
Gezi davasında beraat etmişti. Sonra tahliye edildi edilecek derken tekrar tutuklandı. AİHM tutukluluğun hak ihlali olduğuna hükmetti. AİHM’in bağlı olduğu Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi absürtlüğün ve aciliyetin altını çizmek için ay başında “tahliye edin” çağrısı yaptı.
Bana mısın demediler. Faşizmin şark kurnazlığıyla buluşma noktası haline getirip lime lime ettikleri yargıda madrabazlığa devam edip, hakkında “Anayasal düzeni değiştirme” ve “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme” suçlamasıyla dava açılmıştı ya, oradan tutuklu kalmasını sağladılar.
Dediğim gibi, kötülük öyle güçlü bir “norm” ki aldıran yok.
Üstelik, 12 Eylül darbesi ile sisteme yerleştirilen kötülük makinesinin insan hayatını bu coğrafyada nasıl kemirdiği, umutları nasıl çürüttüğü bilindiği halde, kadercilik COVID-19 kadar derin bir salgın.
Sözü dün sosyal medyada isyan eden Dr Yektan Türkyılmaz’ın tweetlerine bırakayım:
“Rejimin ortakları #Kavala'ya eziyette mutabık kalmışlar. Şaşırmıyor kimse! Osman bey 10 binlerce farklı fikir ve çevrelerden alakalı-alakasız insanla aynı rehinelik "kaderine" maruz bırakılıyor.”
Mesele ne #Demirtaş ne Kavala, ne #Altan, ne #Kışanak (vb) meselesi. Yani Kavala'yı özgür görseydik bugün bu sadece iktidar bileşenlerinin bir manevrası olacaktı. Onu yapacak esneklileri bile kalmamış, onu görüyoruz. Esastan bir değişim ise kimse beklemesin zaten.”
“Kısacası işbaşındakiler mecbur bırakılmadan, çaresiz kalmadan ve hatta belki de bunlar yıkılmadan rehineler özgürleşmeyecek! Saati, beklentiyi, mücadeleyi ona ayarlamak yerinde olur.”
Duruşmanın sabahını Türkiye’den her gün rutin olarak gündemi konuştuğum arkadaşlara, uzmanlara dert anlatmakla geçirdim. Hepsi tahliye bekliyordu, elbette umut ışığı arıyorlardı, karanlıkta bir kıvılcım bile tebessüm etmek için haklı bir vesile olabilirdi.
Sürecin akışına ve onu yönetenlerin mantığına iyice bakmalarını önerdim.
Erdoğan, mevcut koşullar altında - bırakın her biri akıl sefaleti ürünü olan iddianameleri ve davaları düşürmeyi - onların serbest kalmasını gündeme uygun bulmamakta. Ne AİHM ne Avrupa Konseyi, ne de AB umrunda. Umarım yanılıyorumdur dedim ve tahminimin tutmasından ötürü de üzgünüm.
Bir şeylerin düzelmeye başlaması için herşeyin çok, çok daha kötü olmasının gerekli hale geldiği bir dönemdeyiz. Bunun sorumlusu elbette ki, ellerine geçen yönetimi içinden çıkılmaz hale getiren, iktidarı kendilerine benzeten İslamist-Milliyetçi-Militarist kadro bileşeni unsurlar.
“Gidecekler mi, gitmeyecekler mi?” sorusunun sıkça sorulur olmasının asıl sebebi de budur. Esasen yarınların en geçerli sorusu da budur.
Umut önemlidir. Ama eğer temennilere dayanıyorsa sadece, bir hezimet bumerangı olarak geri döner. O nedenle: “En iyisini talep edin, ama etrafa iyice bakıp en kötüsünün olacağını da varsayın.”
2015 Haziran seçimlerinden sonra neyi izledik biz? Kötülüğün, zulmün, çürümenin ve görev suçlarının geometrik bir hızla artmasını.
Tamire, reforma muhtaç eski düzeni bile aratan bir despotik düzen formatının kalıcı bir şekilde, inat ve sebatla formatlanmasını.
HDP seçmeninin ve keskin gözlemci muhalif kesimlerin hiç tereddütsüz “faşizm” diye tanımladığı bir düzen bu. Geliyorum diye diye geldi.
Ve artık yerleşti.
Yargıda epeyidir “iktidar celladı” olarak temayüz etmiş olan savcı pek yakında Anayasa Mahkemesi üyeliğine Erdoğan tarafından atandığında totaliterleşme yolunda çok önemli bir taş daha döşenmiş olacak. AYM zaten sorunluydu, şimdi doğrudan Beştepe güdümüne kayacaktır.
Umutlu olmak için bir sebep yok.
Yaşananlar bu kötülükler ve aymazlıklar silsilesinin aşikar sonuçları sadece. Ama gelişmeler öyle bir hal aldı ki, bu despotik düzen formatlanmasının geri dönüşü olmayan bir eşiği geçtiğini farkeden bir avuç aklı başında insan, her gün çırpınan bir küçük aydın grubu da artık havlu atmak üzere.
Sadece iktidar ve çoktan mafyalaşmış baskı aygıtları karşısında kırılgan değil, bu durumdan memnun olmayan geniş toplum kesimleri tarafından da yalnız bırakılmış hissediyorlar kendilerini.
Sesleri toplumda, ama daha önemlisi adına siyasi muhalefet denen kesimde kalın bir duvara çarpıp geri dönüyor. Derinleşen bir huzursuzluk var, evet, ama bunun güçlü bir karşı koyma dinamiğine dönüşmesi mümkün görünmüyor.
İktidardan gelen mesajları hem doğru okumak hem de - eğer dişli bir muhalefetseniz - anında en büyük gürültüyü çıkartmak, gerekirse aynen Hong Kong’da bir avuç cesur vekilin yaptığı gibi, meclisi boşaltmak gerek.
Gitmeyecekler çünkü. Her işaret bunu söylüyor bize.
En net mesajı Mevlut Çavuşoğlu vermedi mi?
“Ülkede seçim yok. Seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz,” diyen o değil mi?
Bu sözler, aynen AKP eski yöneticilerinden Aziz Babuşçu’nun 2013’te “'10 yıllık iktidar dönemimizde bizimle şu ya da bu şekilde bizimle paydaş olanlar, gelecek 10 yılda bizimle paydaş olmayacaklar” sözleri gibi, tam bir lapsus’tur. Lastiksi bir yanı yoktur.
Dışişleri Bakanı, belli ki iktidar odalarında konuşulanı Meclis’te laf yetiştireceğim derken bam diye yüzlere vurmuştur.
Buna bakarak, seçim olsa da Erdoğan-Bahçeli ikilisinin gitemeyeceğini, son raddeye kadar her şey pahasına direneceğini varsayarsak hakkımızda hayırlı olur..
Öyle de olacaktır. Verecekleri hesap miktarı boylarını aşmıştır çünkü. İyice kabaran bir fatura var haklarında. Korkuyu besliyor. Bu nedenle de Kavala gibi “rehineleri” bırakmakta ağır tereddütler yaşıyorlar.
Bu hengamede muhalefetin kargaşası bir teselli iktidar için. S-400 alımında itiraz eden muhalefet nedense şimdi ambargo gelince iktidarla aynı kınama bildirisine imza atıyor. Hangisi doğru?
Mafya cirit atıyor, HDP’nin “itlafı”ndan bahsediliyor, muhalefetten tık yok. Muhalif ittifakın söyleminde “demokrasi” kelimesi sıkça geçiyor ama, adı var içi yok.
Ondan da geçtim. Dünya hızla aşıya daldı, Türkiye’de tam bir belirsizlik var, ve muhalefetten en azından Korona mücadelesi ve aşı konusunda anlamlı tek bir çıkış yok!
Yazının başında bir “kollektif rıza”dan bahsettim. Gelişmelerin seyri öyle ki, memleketin başına bela olan bu iktidarın iki tepe isminin gitmeyeceği varsayımına ana muhalefet de rıza gösteriyor artık. Varsayımın mantıklı yanı, AKP-MHP menşeli devlet kadrolaşmasının ülkeyi yıkıma götürme pahasına iktidarda kalmak için gerekirse şiddete başvurarak, silahla da direneceğidir. Gerçekçi bir varsayım.
Son günlerde bir “AKP-CHP mutabakatı” başlıklı bir zihni sinir projesinin lansmanı da buradan kaynaklanıyor olabilir. CHP liderinin Erdoğan’la görüşmeye açık kapı bırakması, memleketi bir enkaza çeviren kişi ile bir koalisyona giden yola da ışık tutmakta.
Belli ki, Korona’nın katmerlediği, altından kalkılmaz ekonomik kriz nedeniyle Erdoğan’ın er veya geç “hadi gelen vatan millet sakarya, milli koalisyon kuralım” noktasına gelmesi olasılığı var, Kemal Bey’in aklında.
Olur mu, olur. AB’nin, hatta ABD’nin bile Türkiye ekonomisinin çökmesine kendi menfaatleri nedeniyle izin vermeyeceği üzerine (haklı olabilir) oyun kuran Erdoğan, CHP ve İYİP’nin, MHP’yi (gerekirse o da) ikame edecek bir koalisyon oyununa hazırlanmasını da bu oyuna ekledi. Yeter ki, dokunulmaz olarak iktidarda kalabilsin.
İki hayal var.
Bir, seçimle bu iktidarın değişip eski düzene geri dönüleceği. Muhalefet HDP’yi tam olarak içine almadığı ve sahip çıkmadığı sürece bu olmayacak duaya amin demektir. Oyun değiştirici unsur, HDP’dir.
İki, Erdoğan’dan “kurtulunursa” sistemin yerli yerine oturacağı ve ülkenin “normalleşeceği”. Mesele, Erdoğan’ın gitmesi değildir. Onun kötülüğe dayalı tercihleri nedeniyle maalesef en karanlık güçler ülke tepesine hakimdir, ve öyle görünüyor ki, o bir gün gitse de, sistemin kalıcılığı için nihai aşamada onlar söz sahibi olacaklardır.
Kısacası, Kavala olayının işaret ettiği gibi, Türkiye’nin hayali kurulan asgari bir demokratik işleyişe kavuşması yakın bir gelecekte mümkün görünmüyor. Ekonomik çöküş er veya geç Erdoğan rejiminin gayretini felç edecek, ama ötesi görüş mesafesi içinde değil..
Yazarlar
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları






































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
4.01.2022
10.11.2021
2.08.2021
13.07.2021
6.05.2021
28.04.2021
24.01.2021
20.01.2021
5.01.2021
25.12.2020