Halil BERKTAY
[11-12 Temmuz 2020] Buraya kadarı, geçmişe, en çok da 19. yüzyıla dönük düşünce tarihi notlarıydı. Sırf Avrupa’ya özgü, Avrupa Ortaçağına göre tanımlanmış bir feodalizm kavramı ile onun zıddında, daha da belirtik bir coğrafî spesifikliğe sahip, adı üstünde sırf Asya’ya özgü farzedilen bir Asya Üretim Tarzı kavramının, nasıl yükselen Avrupa’nın iki ayrı ilim kolunca oluşturulup birbirini zımnen tamamlar hale geldiğini, nitekim Marx tarafından belirtik biçimde birleştirildiğini anlatmaya çalışıyordum.
Fakat şimdi yüzümüzü, bu kavramların oluşum tarihçesinden bir adım, sadece bir adım ileriye çevirirsek, ne çıkıyor karşımıza? Ciddi bir sıkıntı — çünkü hayat mevcut teoriye sığmamaya başlıyor. Tekrar şöyle düşünün: bir grup tarihçi var, bütün bildiği Avrupa Ortaçağı olan. Çok dar bir uzmanlıkları, ihtisas alanları var. Başka ve biraz benzer sayılabilecek toplumları ya hiç görmüyorlar, ya da umurlarında değil. Sırf oraya bakmışlar ve fiyef sistemlerinin veya fiyefe dayalı devletin spesifik bir varyantını görmüşler. Acaba başka varyantları da olabilir mi diye düşünmemişler bile. Adına feodalizm demişler. Gene aynı Avrupa Ortaçağında, bağımlı köylülüğün de spesifik bir varyantını görmüşler. Bir kere daha, başka varyantları olabilir mi diye düşünmemişler hiç. Adına serflik demişler. Bu tür toplumların sosyo-ekonomik yapısına ilişkin iki temel kategori, iki temel enstrüman bu şekilde oluşmuş.
Derken… kapitalizm yayılıp küreselleştikçe ve dünya küçüldükçe, ampirik veri tabanında büyük bir patlama meydana gelmiş. Neden ve nasıl? Önce Avrupa’dan dışarı bir dalga halinde denizaşırı sömürge imparatorlukları kurulmuş. İster kolonyal yönetimler, ister Beyaz yerleşimciler, ister Oxford ve Cambridge’lerden gelen akademikler… diyelim Hindistan’ın ve bütün Güney Asya’nın, Orta Doğu’nun, ya da Vietnam, Endonezya ve Rodezya’nın (bugün Zimbabwe) yerli hukuk, iktidar ve toprak mülkiyeti (daha doğrusu toprak tasarrufu, land tenure) sistemlerini daha yakından incelemeye tabi tutmuş. Sonra sömürgeciliğin zıddı bir anti-emperyalizm dalgası yükselmiş. Yeni bağımsızlıklarına kavuşan ülkelerin sayısı giderek 150’yi bulmuş. BM ve diğer uluslararası kuruluşlara, komisyonlara, bölgesel anlaşmalara, kalkınma ajanslarına katılmışlar. Ekonomik yardım almaları gerekmiş. Bunun için uzmanlar gitmiş, araştırma projeleri başlatılmış. Batı dışı ülkelerin kırsal alanları mercek altına yatırılmış. Kalkınma İktisadı (Development Economics) diye başlıbaşına bir bilim dalı doğmuş.
Buna tarihçilikteki gelişmeler eşlik etmiş. Üçlü bir dinamik söz konusu. Bir yandan, Hegel’in “tarihsiz halklar”ı yok denen sömürge öncesi tarihlerini keşfedip öne çıkarmaya, biz de varız (vardık) demeye koyulmuş. Doğruları ve yanlışları, haklılık payları ve deformasyonlarıyla birlikte bir yığın yeni “millî tarih” doğmuş. Diğer yandan, büyük emperyal toplumların kendi içindeki Beyaz olmayan, sömürge-sonrası nüfus grupları da — İngiltere’de Hintliler, Pakistanlılar, Karayipliler; ABD’de Afrikalı Amerikalılar, Yerli Amerikalılar, Asyalı Amerikalılar ve diğerleri de — kendilerini yok sayan “Batı medeniyeti” anlatılarına başkaldırmış (bu itirazın “müfredatın dekolonizasyonu” (decolonizing the curriculum) talebi bugün, şu son aylarda, gözümüzün önünde çok keskinleşmiş bulunuyor). Aşağıdan ve/ya çeperden gelen bu düşünsel, bilişsel isyan Batı akademisine de kuvvetle yansımış. Tarih bölümleri sırf Avrupa ve Amerika tarihiyle ilgilenmekten çıkmış. Genişlemiş. İslâm tarihi de, Çün Tarihi de, Hindistan tarihi de, Osmanlı tarihi de, Afrika tarihi de artık tarih olarak kabul edilmiş. Bu ve benzeri dallar birçok yerde Şarkiyat merkezleri, enstitüleri verya fakültelerinin kapsamından çıkıp, doğrudan doğruya tarih bölümlerinin kapsamına girmiş. Yaklaşım ve içerik de büyük ölçüde değişmiş. “Batı bilimi” dediğimiz şey, kendi içinden Maxime Rodinson’ları, Bryan Turner’ları, (yukarıda solda) Marshall Hodgson ve (yukarıda sağda) Edward Said’leri çıkarır olmuş.
Bu ilerlemelerin yaslandığı yeni iktidar ilişkilerinin sorunları, ya da içermeye devam ettiği eksikler, kusurlar, çarpıklıklar üzerinde durmuyorum. İster siyasette, ister bilimde Altın Çağ diye bir şey hiç olmadı ve olmayacak. Eski statükolar eleştirilecek; yeni kazanımlar da bir süre sonra başka bir statükoya dönüşecek.
Benim buradaki derdim şununla sınırlı: Öyle veya böyle; Batı dışı toplumlar hakkındaki bilgilerimizde muazzam sıçramalar meydana geldi, 19. yüzyıl sonlarında da — ama özellikle 20. yüzyılda. Konumuzla ilgili olarak, bir, Asya ve Afrika’nın geniş alanlarında vücut bulmuş fiyefe (timara) dayalı devletler ve büründükleri iktidar konfigürasyonları hakkında çok şey öğrendik. İki, bu fiyef sistemlerinin üzerinde yükseldiği bağımlı köylülükler hakkında çok şey öğrendik. Çin’i ve Hindistan’ı, Marx’ın sandığı gibi, (mealen) “tepede mutlak bir hükümdar ve tabanda köy komünleri, arada hemen hiçbir şey yok” şeklinde tasavvur edemeyiz artık.
Öyleyse ne olacak? Biraz basitleştirelim durumu. (Kendimi standart ölçülerde yetişmiş bir İngiliz veya Fransız veya Belçikalı Ortaçağ tarihçisi yerine koyuyorum.) Bir zamanlar tek bir fiyef sistemi biliyorduk ve adına feodalizm demiştik. Keza tek bir bağımlı köylülük biliyorduk ve adına serflik demiştik.
Ama şimdi yığınla fiyef sistemi ve yığınla bağımlı köylülük zuhur etti. Hem benziyorlar, hem de biraz farklılar. Onlara ne diyeceğiz? İllâ feodalizmin ve serfliğin içine mi sokacağız? Yoksa dışında tutmaya devam mı edeceğiz? Nasıl bir çözüm bulacağız?
Yazarlar
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENVe casusluk hikâyesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkumuş hainler ülkeden kaçıyor! 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSarkozy hapiste 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMuhalefetin gerçeklikle bağı koparsa… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTGöbeklitepe… Urfa İzlenimleri – 2 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDem Parti’ye çullanmanın hafifliği 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Türk soylu yabancı” mı, “herkes Türktür mü (vatandaş?) daha doğru? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon yerli ve demokratik çözümün yol haritasını hazırlamalı 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNMadencilik yasasının gölgesinde hasat: Çatalağaç zeytin taşınamaz 21.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERFransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Bora“Çetin Ceviz Çıkan Ankara Ahalisi” 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞTrump’ın meşruiyeti var mı ki! 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIREkonominin düzelmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuksuz Türkiye inadı ve af… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÇifte hukukta son perde: Ünsal Ban nasıl kaçtı? 16.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENSadece DEM mi, ya CHP'nin ettikleri? 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRDEMOKRATİK TOPLUM VE "YILIŞIK" FOTOĞRAF 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
























































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024