Hadi ULUENGİN

Mülteci ve evsahibi
26.09.2015
2110

 KENDİ hayhuyumuza çok fazla daldık. Mülteciler sorununu hâlâ tam kavrayamıyoruz.

Trajik imajlara yakınmanın ötesinde henüz ciddi bir silkinme refleksi yok.

Oysa hatırlatırım ki o Suriyeli mülteciler en çok Türkiye toprakları üzerinde mevcutlar!

Ortada 1 milyon 900 binle 2 milyon 200 arasında değişen bir rakam dolaşıyor.

Zaten avuç içi kadar Lübnan’daki devasa oran hariç yeryüzünün diğer hiçbir ülkesi yukarıdaki sayının küsuratını bile kendi sathında barındırmıyor.

Yani “yeni kavimler göçü”nde en muazzam yükü bir Beyrut, bir de Ankara çekiyor.

Daha amiyane bir tabirle söylersek de kabak bu iki başkentin başında patlıyor.

***

KABUL, teorik olarak mültecilerin çoğu ülkemize yerleşmek gibi bir niyet taşımıyor.

Dünyevî cennet addettikleri “Eden” bir Batı’ya kapağı atmak istiyorlar.

Ama teori bir şeydir, hayatın pratiği, hele hele edilgen bir iltica göçü bambaşka şeydir!

Zaten uluslararası hukuk kurallarına ve BM teamüllerine göre hiçbir sığınmacının o ilticayı şu veya bu devlete göre seçmek gibi bir hakkı ve lüksü yoktur.

Oysa malûm, zorlamalara rağmen aynı Batı ülkelerinden bir bölümü kapıları açmıyor.

Diğer bir bölümü ise ancak gıdım gıdım ve bin bir dereden su getirerek içeriye alıyor.

Dolayısıyla, kendi açımızdan boş hayallere kapılmayalım!

Şayet bir mucize gerçekleşmez ve Suriye’de az- çok sükûnet sağlanamazsa, “yeni kavimler göçü” mensuplarının büyük kitlesi “yeni Türkiye yurttaşı” kimliğini kazanacak.

Yaratacağı tüm sancıları şimdiden hesaba katarak bu gerçeğe kesinkes hazırlanalım!

Fakat aynı zamanda da ve yine kesinkes, “misafirleri” de buna ha-zır-la-ya-lım!

***

HA-ZIR-LA-YA-LIM vurgulamasını kasten yaptım.

Yani mültecilerin “biz”e dönüşebilmesi ve giderek “misafir” statüsünden arınabilmesi için onların da mutlaka ve mutlaka, kendilerini ağırlamakta olan toplumun ve uygarlığın yasalarıyla, kültürüyle ve hâl ve oluş tarzıyla uyum sağlaması gerekiyor. Gerekecektir.

Bu tür bir adaptasyon ise gökten zembille inmez. İradi bir kararlılıkla gerçekleşir.

O hâlde, madem “evsahibi” Türkiye’dir ve misafirperverliği ister âlicenaplıktan, ister metazori bir oldubittiden kaynaklansın, aynı “evsahibi”nin aynı “misafir”i kendi şartlarına uymaya hazırlaması, hattâ gerekiyorsa bunu dayatması kadar makul bir şey olamaz!

***

BURADA hümanizan bir lafazanlığın ve siyaseten doğrucu bir riyakârlığın âlemi yok!

Çünkü şayet utangaç bir müsamahakârlıkla bazı şeyleri kendi hâline bırakırsanız, bir müddet sonra dağdan inen bağdakini kovmaktan bile çekinmez. Çekinmeyecektir.

Nitekim de göçün yarım asrı aşmasına rağmen “gurbetçilerimiz” dâhil, özellikle İslam aidiyetli yabancı çoğunluğun Batı’da sunduğu şımarık, saldırgan ve küstah tablo göz çıkartıyor.

Sakın kimse “sebebi ırkçılık ve ayırımcılıktır” diye külâhıma lâf anlatmasın…

Hayır! Tam tersine! Sözkonusu unsurlar tabii ki mevcuttur ama son derece ikincildir.

Uyumsuzluğun temel nedeni o Batı’nın günah duygusuyla ve “hoşgörü” aldanmasıyla “misafirlere”(!) inanılmaz ölçüde müsamahakâr davranmış olmasından kaynaklanıyor.

Zaten merak ediyorum. Mezbahadaki kesim iznine rağmen dün Kopenhag’da, Köln’de, Marsilya’da acaba kaç evin kanalizasyonu banyo küvetinde kurban boğazlandığı için tıkandı?

***

EVET, bundan böyle Suriyeli mültecilerle yaşayacağımız fikrine mutlaka hazırlanalım.

Fakat “evsahibi” olarak “misafirleri” ve yine mutlaka, bizim hanemizin toplumsal ve yasal kültürüne uymak zorunda kalacakları fikrine de hazırlayalım.

İki tarafın da ağız tadı kaçmasın ki, bir süre sonra ne evsahibi, ne misafir sıfatı kalsın…

[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)
  • hüseyin sarıbaş

    hüseyin sarıbaş

    2.09.2013 13:42

    Çelişkileri,olumsuzlukları,başarılarını anı olarak yazarsan iyi olur.Olur ya bazı durumları bugün yazamazsın...

Yazarlar