Celal BAŞLANGIÇ

Üç bin yıllık savaşın simgesi Troia Atı bile beyaz bayrak çekti; durdurun bu zulmü artık!
4.02.2016
2755

 Son 100 yıldır Ermeniler öldürüldüğünü, Kürtler yaşadığını kanıtlamaya çalışıyor bu "çılgın" topraklarda.

Yetmiyor, yaşanan son "çılgınlıklara" yenileri ekleniyor.

Yıllardır iç savaş yaşanan Suriye'nin kentlerine dönüyor Kürtlerin yaşadığı Sur'un, Cizre'nin, Silopi'nin, Silvan'ın sokakları.

O da yetmiyor.

Çoğu yaralı 30'a yakın insan bir binada ölüme terk ediliyor. Ne devlet gidiyor almaya ne de başkasının gidip almasına izin veriliyor. Teker teker ölüyor yaralılar.

Anneler çocuklarına ulaşmak istiyor beyaz bayrak çekip. El ele tutuşup giriyorlar yıkıntıların arasına. Anneleri korkutmaya çalışıyorlar "Gitmeyin bomba var" diye. Dinlemiyorlar. Yaralı çocuklarını sırtlarında taşıyacaklar. Tam çocuklarının altında kaldıkları enkazın önüne geldiklerinde silahların namluluları dayanıyor annelerin alınlarına. Gözaltına alınıyorlar. Parmak izleri alınıyor, fotoğrafları çekiliyor anne olmaktan başka "suçu" olmayan kadınların.

Bir de soruyorlar, "Sizi kim gönderdi buraya?" diye.

Biraz vicdani olan bilir ki o anneleri kimse göndermedi oraya, günlerdir can çekişen yaralı çocukları çağırdı aslında.

Gelinen "çılgınlık" aşamasında artık Kürt annelerden anne olduklarını, yaralı Kürtlerden gerçekten yaralı, sivil Kürtlerden de "katıksız" sivil olduğunu kanıtlaması isteniyor.

Kürt kentlerinde süren 50 günlük, 60 günlük sokağa çıkma yasakları artık  hiç bir "muasır medeniyet seviyesi"ne çıkmış toplumlara anlatılamayacak bir "çılgınlık" hali.

7 Haziran seçimlerinden bu yana ister üniformalı ister üniformasız olsun yüzlerce gencin birbirine kırdırılması, yaşlı çocuk, kadın erkek yüzlerce sivilin öldürülmesi artık "çılgınlığın" en kanlı biçimine dönüşmüş durumda.

"Dehşet bodrumu"nda can çekişen yaralılarıyla, topa tutulan insanların canhıraş çığlıklarıyla, kentlerin sokaklarından toplanan ölü bedenleriyle, toprağa kavuşamayan cenazeleriyle "çılgınlık" duvarı çoktan aşılmış Kürt kentlerinde. Artık canlı yayınlarla, telefon bağlantılarıyla tanıklık ediyoruz bir "çılgın" katliama.

Sadece Kürt kentlerinde değil, hayatın her alanında yaşanan iktidar kaynaklı bir "çılgınlık" hali tüm toplumu dalga dalga sarıyor, en kılcal damarlara, en uzak hücrelere nüfus ediyor.

AKP'nin bugünkü politikalarını eleştiren, iktidarın yanlışlarına yönelik en küçük söz söyleyenler gazeteleri, televizyonları, trolleri ve troliçeleriyle hazır bekleyen "linç çeteleri"nin saldırısına uğruyor.

Ailece iktidara yakınlığıyla bilinen Hüseyin Hatemi'nin, eşi sansürlemesin diye evine yakın bir kafede Aksiyon Dergisi'ne verdiği "dostça eleştirel" demeçten sonra başına neler geldiğini attığı son twitlerinden kendi anlatımıyla görün de vardığımız toplumsal "çılgınlığın" boyutunu anlayın:

"Allah kimseyi kafasızlığa veya harabeye düşürmesin. Bana bir süredir gelen iğrenç yazılar reva görülüp benim 'Ümidimi kaybettim ama dostluğumu değil. Başına Menderes gibi birşey gelmesini istemem. Kötü gidişten ancak ahlak ilkelerine bağlılık kurtarır' demem mi tehdittir. Esasen beklediğim sonuç nihayet geldi. Hukuk devleti olmayan ülkelerde iktidarı kölece desteklemeyesin önce. Ailesi korkutulur. Onlar da korkmazsa bir Ogün Samast elbette bulunur. Benim yaşım neredeyse seksene varacak. Ölümden mi korkacağım? Ne var ki yakınlarıma iğrenç riyakarlıkla gelen telefonlar onları maalesef iyice korkuttu. 'Reisi Menderes gibi yapmak istiyorlar, yedirmeyiz' diyen yalakaların sözü suç değil de  benimki mi suç bre utanmaz kılkuyruklar?  Ailemde huzur bırakmadınız, benim de takatim kalmadı."

AKP'nin kurucusu, partinin "abisi" Bülent Arınç biraz da iktidarı yitirmenin getirdiği kızgınlıkla bugünkü AKP iktidarına "bir parça" dokundurunca anında saldırısına uğradı gazetesiyle, televizyonuyla, trolüyle, troliçesiyle hazır bekleyen "linç çeteleri"nin.

Bu ülkeyi içine düşürdükleri "çılgınlık" suya atılan bir taşın önlenemez halkaları gibi toplumun her kurumuna, her alanına yayılıyor.

Öyle hızlı yayılan, öyle hızlı çoğalan bir çılgınlık ki bu kıvılcımın çaktığı yerlerle sınırlı kalmayıp Türkiye'nin batısındaki stadyumların tribünlerini bile tutuşturuyor.

Geçtiğimiz hafta İstanbul'da Başakşehir-Amedspor maçı oynanıyor. Amedspror'un taraftar grubunun adı "Barikat". "İnadına Barış" pankartı açmışlar tribünde. "Her yer direniş, her yer Suriçi", "Çocuklar öldürülmesin, maça da gelebilsinler" diye slogan atıyorlar.

Polis kuşatıyor tribündeki Amedspor taraftarlarını. Altısı çocuk 36 kişi küfürle, hakaretle, yumrukla, tekmeyle karakola götürülüyor. Yaşanan "çılgınlığın" son aşaması gözaltına alınanlara zorla İstiklal Marşı okutuluyor.

Birkaç gün sonra Amedspor kupa maçında Bursaspor'a konuk oluyor. Sanki gelen Diyarbakır'ın bir takımı değil de Kandil'den gelen gerilla birliği gibi "cihat" çağrıları yapılıyor.  Amedspor taraftarlarının maça girmesi yasaklanıyor. Maç boyunca ırkçı sloganlar atılıyor, "Teröristler dışarı" diye bağırılıyor. Yetmiyor, Diyarbakır'da takımlarının galibiyetini kutlayan taraftarlara TOMA'lardan su sıkılıyor, biber gazı atılıyor.

Bu "çılgınlığın" başka hallerini 12 Eylül zindanlarında tutsaklara Türk Bayrağı'nın ve İstiklal Marşı'nın "işkence aleti" olarak kullanılmasından, 7 Haziran sonrası sırf Kürt olduğu için Ege'de linç edilen insanlara Atatürk büstünün zorla öptürülmesinden biliyoruz. Hala yakılıp yıkılan Kürt kentlerine sanki başka bir ülkenin toprakları fethedilmiş gibi dev Türk bayrakları çekiliyorsa, yarın gelecek kuşaklara "Senin Türk bayrağıyla,  İstiklal Marşıyla, Atatürk büstüyle derdin ne?" diye sormak başka bir "çılgınlık" olacak.

Geçtiğimiz hafta sonu 34. Abant Platformu'nun toplantısı da gazeteleriyle, televizyonlarıyla, trolleriyle ve troliçeleriyle "linç çeteleri"nin saldırısına uğradı. Seçkin akademisyenlerin, yazarların, gazetecilerin, siyasilerin katıldığı toplantıdaki konuşmalar ve barış talebi içeren sonuç bildirgesi "FETÖ, ateist-PKK işbirliği" olarak sunuldu. "Çılgınlık" o boyuta gelmişti ki, tamamen algı operasyonuna araç yapılan yalan ve yanlışlarla dolu haber "linç çeteleri" tarafından kamuoyuna "Abant'ta çevre kirliliği" diye sunulan pespaye bir "çılgınlık" düzeyi olarak yerlerde sürünüyordu.

Aslında artık büyük bir "çılgınlığa" dönüşmüştü bu ülkede gazetecilik yapmak.

(Can Dündar ve Erdem Gül'ün "suçuna" katılarak kendini ihbar edenler

arasında Şanar  Yurdatapan, Rakel Dink, Ferhat Tunç,

Osman Gürhan Ertür, Nevzat Onaran, Süleyman Özkaplan,

Halil Vecdi Sayar, H. Bahadır Altan, Necmiye Alpay, Celal Başlangıç,

Oğuz Güven, Ayşe Yıldırım yer aldı.)

 

Haklarında bir ağırlaştırılmış müebbet, bir müebbet,  bir de 30'ar yıl hapis cezası istenen Can Dündar'la Erdem Gül'ün "suçlarına" katılmak için bir grup akademisyen, aktivist, sanatçı ve gazeteci kendimizi ihbar etmek için dün Çağlayan Adliyesi'ndeydik.

"Suç" unsuru olarak Cumhuriyet Gazetesi'nin iki sayfasının fotokopisi vardı arkalı önlü çekilmiş.  Çünkü ortada başka "suç" unsuru bulunmuyordu.

Önce basın savcılığına gittik, oradan terörle mücadele savcılığına yönlendirildik. Orası da bizi tekrar basın savcılığına gönderdi. Başvuru dilekçemizi kayda aldırmamız neredeyse beş saatimizi aldı.

Ama dün adliyede bile gördük ki, bu ülkede "basın suçlusu" olmakla "terörist" olmak arasında ancak birkaç kat, birkaç da koridor vardı. Hepsi o kadar.

Ama yine de "halkın haber alma hakkı" açısından daha bu ülkede yapacak çok iş var. Bu nedenle gazeteciler olarak yarından itibaren Diyarbakır'da "haber nöbeti"ne başlıyoruz.

Basın örgütlerinden ve çeşitli basın kuruluşlarından katılacak arkadaşlarla uzun soluklu bu "haber nöbeti"nin amacı "sokağa çıkma yasakları ilan edilen ve savaşın tüm yakıcılığının hissedildiği bölgelerde yaşananları daha görünür hale getirmek, bölgede faaliyet yürüten meslektaşlarımızın karşılaştığı zorluklara dikkat çekmek, günlük habercilik faaliyetleri esnasında onların yanında olmak, birlikte haber takibi gerçekleştirmek".

Çanakkaleli duyarlı yurttaşlar, sivil toplum örgütleri CHP'li yerel yönetimin seçilmiş kadroları ve milletvekilleri de kentin simgesi haline dönüşen "Troia" filminin kente hediye edilen tahta atının önünde "Beyaz İnsiyatif" olarak ""Barış Nöbeti""ne durdular. 

(Beyaz İnsiyatif eylemine CHP Çanakkale Milletvekili Avukat Muharrem Erkek,

Belediye Başkan Yardımcısı Rebiye Ünüvar, CHP’li Belediye Meclis Üyesi Bilge Şimşek,

demokratik kitle örgütleri, sendika ve oda temsilcileri ile barış aktivistleri katıldı.)

"Ölümler olduğu sürece tek rengiz. Sadece beyazız ve beyaz giyip, beyaz kuşanacağız. İnsanlığa ve vicdanlara sesleniyoruz; Silahlar Sussun, Ölümler Dursun!” diyen Çanakkaleli barış aktivistleri Troia Atı'na da dev bir beyaz fular bağladılar.

"Barış" diyenlerin, "çoçuklar ölmesin" diye haykıranların terörist ilan edildiği bu ülkede "terörist" bir tahta atımız olursa hiç şaşırmayın. Çünkü "çılgınlıklar" coğrafyasında yaşıyoruz artık.

Türkiye öyle bir ateş çemberinin içine düşürüldü ki, artık en sıradanından en evrenseline kadar insana ait bütün değerler için sıkı sıkıya nöbet tutmak gerekiyor; "gerçek nöbeti", "haber nöbeti", "yaşam hakkı nöbeti", "çocuklar ölmesin nöbeti", "vicdan nöbeti", "cenazeleri gömme nöbeti", "çocuklarının mezarlarını koruma nöbeti..."

Üç bin yıllık savaşın simgesi Troia Atı'nın boynunda beyaz fularla "barış nöbeti"ne durduğu ülkede tutulacak tek nöbet, yapılacak tek "çılgınlık" var aslında; "insanlık nöbeti...."

CELAL BAŞLANGIÇ| HABERDAR

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar