Hilâl KAPLAN

Mustafa Yeşil: 7 Şubat, Başbakan'a uzanacaktı
1.01.2014
2235

 Tarih 7 Şubat darbe teşebbüsünün başarısızlıkla sonuçlandığının kesinlendiği Mayıs 2012.

Daha Neşe Düzel isminin, Başbakan Erdoğan'ı Yüce Divan'da yargılatma aşkıyla anılmadığı günlerde, Fethullah Gülen'in 'Onursal Başkanı' olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil'e, Neşe Hanım soruyor ve şöyle bir cevap alıyor:

'N.D: Aslında MİT Müsteşarı'nın tutuklanması, bir sonraki adım olarak Başbakan'ın soruşturulması ve tutuklanması sürecini de başlatacaktı. Oslo sürecinin sorgulanması, Başbakan'a kadar uzanacaktı. Sizce de öyle değil mi?

M.Y.: Meselenin akıp geleceği yer o taraflar... Oraya kadar varıyordu iş... Bunu da Başbakan'ın verdiği tepkiden anlıyorum. Dolayısıyla her iki cephenin de yıpranması, Türkiye'de bir yerlerde birilerinin ciddi işine yarayacaktı. Türkiye'nin böyle hassas ve nazik bir çizgide seyrettiği bir dönemde, mevcut iktidarın bu manada yıpranması ve Hareket'in makul ve masum projelerinin gölgeye düşmesi meselesi, bizi ciddi olarak rahatsız etti. Bunun aydınlatılması için o açıklamayı yaptık biz.'

Gülen Cemaati temsilcilerinin, âdeta aynı cümleler üzerinde anlaşılmış gibi konuştukları ve 7 Şubat'ta işin ucunun Başbakan'a gitmesini hâlâ 'efsane' olarak nitelendirdikleri düşünülürse, bu açıklamayı belki bir lapsus olarak da okumak mümkün. Belki 17 Aralık süreci de akamete uğratılırsa, yine benzer türden 'lapsus'lar duyabiliriz, kim bilir...

Bugünlerde de, cemaatin duruşu noktasında, 7 Şubat'la benzer bir süreçten geçiyoruz. Cemaatin kâlemleri ve temsilcileri, kendi iradelerini savcılarla birleştirircesine bir savunma hattı kurmuş durumdalar. Daha da ötesi, cemaatin tabanı, dershane sürecindeki muhalif tavrını soruşturmalara yönelterek, daha önce hiç angaje olmadıkları kadar siyasî muhalefet yapıyorlar.

İlginçtir, savcıların 'taktikleri' de aynı. 7 Şubat soruşturmasının başındaki savcı Sadrettin Sarıkaya da, aynı 17 Aralık ve 25 Aralık savcıları Öz ve Akkaş için iddia edildiği gibi amirinden bilgi gizlemiş ve soruşturmanın gizliliğini ihlal etmişti.

Hatırlarsanız 7 Şubat soruşturması da, gece yarısına yakın Hürriyet'e sızdırılmıştı. Ve kanuna göre haber verilmesi gereken İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı'dan dosya yine özenle saklanmıştı. En nihayetinde savcı Sarıkaya da 'soruşturmanın gizliliğini ihlal' ve 'amirinden bilgi gizleme' nedeniyle dosyadan alınmıştı.

2013 boyunca yaşadığımız hadiselerin önemli kısmının 7 Şubat'ın ve çözüm sürecini sabote etmek isteyenlerin ortak amaçları doğrultusundaki hesabın devamı olduğunu düşünüyorum. Nitekim 7 Şubat'ın ertesinde yazdığım ilk yazıdaki şu uyarı, ne yazık ki bugüne işaret ediyor:

MİT üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. O kara bulutlar, gün gelir tüm devlet mekanizmasını içine alabilir. 'Devlet içinde devlet' anlayışına Ergenekon söz konusu olduğunda karşı çıkanlara, bu noktada da aynı pozisyonu savunmak düşmektedir. ('Devlet içinde devlet' sadece Ergenekon değilmiş, 10.02.2012)

Ve Gezi süreci devam ederken yazdığım şu satırlar:

'Hakan Fidan ve onun üzerinden Başbakan Erdoğan'ı hedef alan 7 Şubat darbe girişiminde saflarını belli eden kişi ve oluşumların, bu süreçte de aynı saflaşmayı sürdürmeleri dikkat çekicidir.

Gerek Türkiye'de gerek The Economist başta olmak üzere yabancı basın organlarında ve Avrupa Parlamentosu kararında, Erdoğan'ı saf dışı bırakarak Ak Parti üzerinde bir 'lider mühendisliği' deneyenler olmuştur. CHP'yi Kılıçdaroğlu üzerinden 'dizayn' edenlerin, Ak Parti'yi dizayn çalışmalarındaki rolü gözlerden kaçmamıştır. Bu hususta, Ak Partililerin olduğu kadar, millî iradeye saygı duyanların da aynı hassasiyeti benimsemesi gereklidir. Ancak ne yazık ki bu konuda sınıfta kalanlar, demokrat sıfatına ne kadar layık olduklarını da gözler önüne sermiştir (...)

Gezi eylemi yatışsa bile, operasyonel odakların sadece şimdilik 'uyumaya' yatacağı ve yine günü geldiğinde saldırıya geçecekleri açıktır. Bu seferlik ağaç arkasına saklanıp ateş edenler, başka bir toplumsal ivme gördüklerinde göreve kaldıkları yerden devam edecektir.' (Gezi dersleri, 16.06.2013)

7 Şubat sürecinde 'vatan hainliği' ile özdeşleştirilmeye çalışılan bir iktidar vardı.

Gezi'de seküler hayat tarzına düşman bir iktidar portresi çizilmeye çalışıldı.

Üç ay sonraki dershane tartışmaları sırasındaysa dini cemaatlere düşman fişlemeci bir iktidar.

Şimdiyse yolsuzluk batağına batmış gibi gösterilmeye çalışılan bir iktidar.

Ve gittikçe El Kaide ile birlikte anılmaya, yazı ve tivitlerle yurt dışına şikâyet edilmeye başlanılan, Today's Zaman yazarının ifadesiyle 'ürkütücü İslâmî bir ajandaya sahip olan' bir iktidar...

Bu algı operasyonlarının hepsi, toplum ve uluslararası toplum nezdinde Ak Parti'nin ve tabii ki öncelikle Başbakan Erdoğan'ın ahlâkî üstünlüğüne nişan alıp bertaraf etmeye çalıştı.

Ne var ki hepsinde halkın sağduyusu ve feraseti hakim geldiğinden ahlâkî üstünlük hiçbir zaman operasyonel çevrelere geçmedi, hep siyasetin alanında kaldı.

Paris suikastleri, Amerikan Büyükelçiliği'ne saldırı, İmralı sızıntısı, Ak Parti binasına ve Adalet Bakanlığı'na silahlı saldırı, Reyhanlı saldırısı, Gezi olayları ve en son yolsuzluk operasyonu görünümlü siyasete müdahale çabası...

2013 boyunca uğradığımız operasyon ve manipülasyonun bini bir paraydı ama tüm bunlardan geriye kalan en önemli kazanım bence buydu.

2014'ün, 2013'ü aratmaması temennisiyle...

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar