Fehmi KORU
Bir şeyden ne kadar çok söz ediliyorsa, buna onun varlığından ziyade yokluğu sebep oluyordur.
Giriş cümlemin doğruluğunu herkes kendi özelinde test edebilir. Hepimiz neye aç isek onu zihnimizde taşır, en küçük fırsatta onu gündeme getiririz.
Son zamanlarda en fazla konuşulan ve yazılan konuların başında ‘adalet’ geliyor ve hakkında konuşup yazanlar her ne kadar varlığına vurgu yapıyorlarsa da, ne zaman bu alanda bir konuşma dinlesem, yazı okusam, yazan ve konuşanın aslında onun yokluğundan etkilendiğini düşünmeden edemiyorum.
Hükümette bir adalet bakanı da var; o varsa ülkede adalet de var mı demektir?
“Berlin’de yargıçlar var”
Adaletin gerçekten var olduğu toplumlarda adalet kurumu ile o kurumun içerisinde yer alanlardan fazlaca söz edilmesi gerekmez. Kurum adalet dağıtmak için oluşturulmuştur ve bu görevini kendini fazla ön planda tutmadan yerine getirir.
Mahkeme önüne çıkarılanlar, adaletin işlediği toplumlarda, mekanizmanın adil işleyeceğine güvenir. Karar yanlış da tecelli etse, bunu, adalet kuruma değil, başka sebeplere bağlarlar.
Zaten adalet mekanizması içerisinde yanlışlığın düzeltilmesine yarayan itiraz ve düzeltme mekanizmaları da bulunmaktadır.
Eskiden “Şeriat’ın kestiği parmak acımaz” denirdi; bununla kast edilen, adalet mekanizmasının vardığı sonucun hakka uygun olduğudur.
Hiç kimsenin, konumu ne olursa olsun, adalet kurumu tarafından olumlu veya olumsuz hiçbir ayrımcılıkla karşılaşmayacağını ifade eden “Berlin’de yargıçlar var” deyişi de vardır.
Fatih Sultan Mehmed’in davalı olarak önüne çıktığı mahkemede hakim tarafından suçlu bulunmasına dair kendi tarihimizden bir rivayet sıklıkla anlatılır. Davacı farklı bir dinin mensubu olmasına rağmen, hakim, Sultan hakkında en ağır cezayı verebilmiştir.
Günümüzde adalet sözcüğü hiç dillerden düşmüyor. Konunun ele alınışı, genellikle adaletin uygulanmasına yönelik şikayetlerle ilgili oluyor.
Benim başımdan geçen
2000’li yılların başlarında -o zaman ‘devlet güvenlik mahkemesi’ adını taşıyan kurumlar vardı- garip bir davadan dolayı o mahkemede yargılandım. Adı üstünde devletin güvenliğini bireyin özgürlüğünden önemli gören bir anlayışın kurumlaşmış biçimiydi o mahkemeler; yargıladıklarını genellikle mahkum ettirirlerdi.
Bir çok kez o mahkemenin önüne çıktım. Beni yargılandığım konuşmayı yaptığım Kanal-7’nin avukatları savundu. İki avukatım da İstanbul Barosu’nun yönetiminde yer alan insanlardı. Biri -kadındı o değerli avukat- sonradan siyasete AK Parti saflarından girdi ve Meclis başkan vekilliği koltuğuna oturacak kadar da ilerledi.
Şimdi de Cumhurbaşkanlığı’nda danışman olduğunu sanıyorum.
Beni savunmak için kullandıkları bireysel hak ve özgürlükleri ön planda tutan hukuki gerekçelerin bugünlerde süregiden tartışmalar açısından da değerli olduğuna inanıyorum.
Devlet zaten güçlüdür, devleti temsil edenler -seçilmişler ve atanmışlar- devletin gücünü kullanırlar ve onlar karşısında esas korunması gerekenler bireylerdir. Adalet her şeyden önce bireylerin kendilerini korunma altında hissetmesini sağlamalıdır.
“Yakın ve somut bir tehlike” teşkil etmiyorsa, sözleri, yazıları ve eylemleri sebebiyle bireylerin hak ve özgürlükleri kısıtlanmamalıdır. Sonunda “Pardon” denilebilecekse, hiç kimse, zindanda bir gün bile geçirmemelidir. Cezaevi ancak ceza kesinleştikten sonra suçlu bulunanın yeni adresi olmalıdır. Bir kişinin yanlış yere bir gün cezaevinde tutulmasındansa bin suçluya hak etmediği iyi muamele yapılması yeğdir.
İdeolojik kimliklerle adalet olmaz
Aslında bu yazıyı yazmak üzere masaya oturduğumda işlemeyi düşündüğüm konu, Meclis’in ‘adalet’ ismini taşıyan komisyonundan geçirilmiş olan ‘çoklu baro’ düzenlemesinin yanlışlığıydı. Aynı ilde birden fazla baronun varlığı ve bunların ideolojik kimlikler taşımasının adalet kurumunu zedeleyeceği görüşümü açıklayacaktım.
Mahkeme önüne çıkan kişi kendisinin bulunduğu yerden daha yüksekte oturan adalet kurumu temsilcilerinin her türlü bağlayıcı kimlikten azade olduğuna inanmak ister. Kendisini savunacak kişinin tek düşüncesinin müvekkilinin adil yargılanmasını sağlamak olduğundan da emin olmayı bekler.
Karşısındakilerden beklediği de aynı davranış tarzıdır.
Hakkında verilecek kararın hukuk dışı mütalaalar sonucu olması ihtimalini düşünmek bile istemez.
Şahsen ben istemem.
Adalet kurumu içerisinde yer alan kişilerin, -yargıçlar, savcılar ve savunmanların-, yakalarında kimlik belirtisi olan rozetler taşıması adalet düşüncesine temelden aykırıdır.
Konuya bu yönüyle girecektim, ama adalet ile ilgili daha önemli gördüğüm yönler öne çıktı.
Barolar konusunda söyleyeceğimin özeti şu: İdeolojik kimliklere göre bölünmüş barolar görüntüsü adalete aykırıdır. Uygulamalar sırasında ortaya çıkacak türden adalete bakışı olumsuz etkileyebilecek düzenlemelerden kaçınmak gerek.
Lütfen.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
20.06.2025
19.06.2025
16.06.2025
10.06.2025
8.06.2025
5.06.2025
29.05.2025
26.05.2025
22.05.2025
18.05.2025