Münir AKTOLGA
PEKİ AMA HEPSİ BU KADAR MI?
Evet, hepsi bu kadar mı, yani, bu Devleti-Cumhuriyeti kuranlar sadece Jöntürk gelenekli Osmanlı Devlet sınıfı uzantılarıyla, İttihatçıların döneminden kalma Devletin kayırdığıbir avuçDevletçi Müslüman burjuva mıydı? Ve bir de tabi mülteciler-göçmenler mi idi? Bunların dışındaki insanlar ne yapıyordu bu işler olup biterken?. Konuyu daha da açabilmek için şöyle bir soru daha soralım isterseniz: Eğer durum bundan ibaretse, yani bu Cumhuriyet sadece Devlet sınıfı kalıntılarıyla onların uzantısı olan bir avuçDevletçi burjuvanın eseri ise, peki o zaman Birinci Meclis’teki o muhalefet (“İkinci Grup”) neyin nesiydi? Haydi o da bir yana, TCF olayı-muhalefeti ne idi,kimi-neyi temsil ediyordu? Kemalist tarihçiler gibi, “Karabekir’in ve bazı “yol arkadaşlarının” kişisel tepkisiydi bu” deyip geçiştirecek miyiz olayı! Ya peki, Serbest Fırka ne idi o zaman? Hani, bizzat Atatürk’ün isteğiyle falan kurulmuştu ama, ya sonra neden kapatıldı? Kimi, hangi sınıfı temsil ediyordu bu muhalefet potansiyeli? Bu sorunun ucu ta 1950’ye DP’ye kadar gidiyor aslında! Evet soruyorum, nedir o zaman bir DP olayı? Bütün bunları Devletçi burjuvazinin Devlete karşı muhalefeti-başkaldırışı olarak açıklayamayacağımıza göre (ki, böyle düşünenler de var!) ne idio zaman bu potansiyel muhalefetin kaynağı? Olay o kadar önemli ki, belki de işin kilit noktası burada!
Bütün bu sorulara cevap verebilmek için isterseniz önce 1920’ler Türkiye’sine biraz daha yakından bakalım ve sistemin, şöyle biraz daha büyütülmüş bir fotoğrafını elde etmeye çalışalım; önce topraktan-tarımdan başlayalım:
“1930 sonlarında yapılan bir toprak sayımının bulgularına göre 1,1 milyon işletmenin %99,7’si 500 dönümden az ve %88,7’si de 100 dönümden az toprağa sahipti. Kırsal hanelerin %5,5’i topraksızdı ve %36,7’si 20 dönümden küçük parçalara sahipti. 500 dönümden az toprağa sahip olan haneler, işlenebilir alanın %86,3’ünü elinde tutarken, geri kalan (1,1 milyon üzerinden) 3000 aile %14’ünü işliyordu. 1927’de Türkiye çapında yapılan bir başka araştırmanın eksik bulgularına göre de, aile başına işlenen ortalama toprak miktarı 25 dönümdü..
1930’lar ortasında yapılan bir başka araştırma, fiilen kullanılan en büyük birimlerin, mülkiyetin çok daha yoğunlaşmış olmasını bekleyeceğimiz Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde değil, Ege ve Güney bölgelerinde bulunduğunu gösteriyor. Bu araştırmaya göre maksimum aile işletmesi büyüklüğü Ege’de 3000 ve Güney’de 2300 dönümdü. Üstelik 1912’de yapılan bir toprak sayımı da benzer sonuçlara ulaşmıştı. O zamanlar Adana ve Aydın vilayetlerindeki işletmelerin %46’sının 50 dönümden büyük olduğu bulunmuştu. Anadolu’nun diğer bölümlerinde ise bu oran ancak %25 dolayındaydı. 1934-35’te yapılan ve 1938’de yinelenen idari amaçlı bir anket, fiili toprak kullanımı açısından 5000 dönümün üstündeki büyük çiftliklerin ağırlıkla ticarileşmiş bölgelerde yoğunlaştığını gösteriyordu. Bu istatistik ortakçılık yoluyla küçük parçalar biçiminde işlenen büyük mülkleri içermiyor. Ulaşılan sonuç şöyle özetleniyordu: “Büyük zirai işletmeler bütün kıyı bölgelerinde görülür ve büyük işletmelerin en çok bulunduğu bölgeler Marmara Denizi’nin batı kıyısı (Trakya) ve Güney Ege Bölgesi’dir. Bu iki bölgeyi, yoğunlaşma açısından Adana bölgesi izliyordu. Sayım raportörünün de belirttiği gibi, büyük tarımsal işletmeler ulaşım olanaklarına paralel bir gelişme gösteriyordu. Bu da, ticarileşmenin işlenen toprak birimi büyüklüğünü açıklamada en önemli faktör olduğu görüşünü doğrular.
Bu bulgular, çok sayıda köylü işletmesi ve bazı coğrafi bölgelerde toplanmış daha büyük çiftliklerden oluşan bir tablo ortaya çıkarır. Büyük çiftliklerin daha çok pazara yönelik ürün yetiştiren ticarileşmiş bölgelerde toplandığı görülür. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kiracılık anlaşmalarıyla küçük birimler halinde işlenen büyük mülkler ise, ticari olmayan yarı feodal kategorisine denk düşerler. Ticarileşmiş ortakçılık ise, ürün teknolojisi pamukta olduğu gibi belli bir mevsimde değil, tüm yıl boyu emek gerektirdiği durumlarda, büyük çiftliklerle yanyana varolmuştur. Bu nedenle tarımda proleterleşme görülmez ve gerçek üreticiler dört ayrı kategoriye bölünebilir: yarı proleter mevsimlik işçiler, en geri bölgelerdeki toprak sahibine bağımlı kiracılar, çoğunluk kendi küçük mülk toprakları da olan ortakçılar, ve-en büyük kategori olarak- kendi mülk topraklarını işleyen köylüler”[1]
Buradaki tablo çok açıktır: Osmanlı-ve tabi daha sonra da Türkiye toplumu büyük ölçüde küçük üreticilerden oluşuyor. Bunun çeşitli nedenleri var. En başta geleni ise Devlet! Daha önceki bir çalışmada bu konuyu ayrıntılı olarak ele almıştık[2]. Devlet kendi bekası için büyük toprak sahibi Müslüman bir orta sınıfın güçlenmesine olanak tanımıyor. Korkuyor açıkçası! Önünde 1808 Sened’i İttifak olayı var! II.Mahmut’un büyük toprak sahibi ayanları nasıl biçtiğini biliyoruz. Öyle ilginç bir tarihimiz var ki bizim, hangi döneme bakarsanız bakın, hep o Devleti küçük üreticilerin “koruyucusu”-hamisi havasında görürsünüz!. Orta sınıf-burjuvazi azıcık güçlenmeye başlasa Devlet hemen “toprak reformundan”, “halkçılıktan” falan bahsetmeye başlar. 60’lardan sonra Devletin yavaş yavaş “solculaşmasının”, 70’lerde ise kendisini “ortanın solunda” ilan etmesinin ardında da hep bu gelişen orta sınıfa-burjuvaziye karşı[3]olma, küçük üreticileri-küçük burjuvaları yanına alarak onu kontrol altında tutma çabasıdır.
Tabi, Osmanlı-Türkiye toplumunun bir küçük üreticiler toplumu olmasının esas nedeni onun tarihsel oluşumu ve gelişimidir. Bir kere bizim halkımız hiçbir zaman öyle ne köle, ne de Batı’da olduğu gibi serf olmamıştır. Bunun nedeni açıktır. Herşeyden önce biz yerleşik bir toplum geleneğinden gelmiyoruz. Göçebe bir aşiret toplumu bizim kökenimiz. Daha sonra bu aşiret devletleşerek fetihçi yapıya uygun-onun lojistiğini sağlayan bir toprak-toplum düzeni oluşturuyor. Bizim sınıflı topluma geçişimiz böyle. Yukarda bir Devlet sınıfı, aşağıda da Yönetilenler dediğimiz özgür-küçük üreticiler yığını böyle ortaya çıkıyor..O yapısal değişiklik falan 16.yy’ın ortalarından itibaren başlıyor. Ama işin özü gene değişmiyor. Devlet, bu sefer de, kendi rakipsiz konumunu muhafaza edebilmek için “reaya kullarının koruyucusu” olarak palazlanmaya çalışan orta sınıfa hayat hakkı tanımıyor!..
Evet tamam, İttihatçılardan itibaren tarım ve sanayi kesimlerinde Devlete bağlı Devletçi bir orta sınıf-burjuvazi yetiştirilmeye çalışılmış, bunda da belirli ölçüde başarılı olunmuş-tur. Ama bu demek değildir ki, Devlet, tarımıyla sanayisiyle bütün bir topluma tam olarak hakimdir!.Bütün işi gören Devletçi kesimdir, ekonomi tamamiyle bunların elindedir! Geri kalan insanların ise hiçbir insiyatifleri yoktur, bular güdülen bir sürüye benzerler! Öyle bir çoban ki, tek tek bütün o koyunların boynuna bir yular geçirmiş güdüyor! Yok böyle birşey!. Sürünün bile belirli bir insiyatifi vardır sonuçta!. Nitekim, ne işe yarıyor ki o çoban köpekleri!. Sürüyü istenilen düzen-statüko içinde tutmak değil midir amaç!.
İkinci bir sonuç da şudur: Öyle “feodal”, ya da tamamen içe kapalı bir ekonomi-toplum değildir bu toplum. Büyük ölçüde pazar için üretim yapan küçük üreticilerden oluşmaktadır. Yani, kapitalizm kurdu girmiş çoktan ağacın gövdesine! Ve bu insanlar üretmekten, daha iyi yaşamaktan başka birşey istemiyorlar aslında. Devletin bütün yükünü-günahlarını da onlar çekmiş şimdiye kadar. Savaş olmuş, ölen onlar, barış olmuş, Devletin mültezimlerine sağılan gene onlar. Bu nedenle, artık Devlet kökenli hiçbirşeye, hiçkimseye güvenleri kalmamış bu insanların. Öyle ki, İttihatçılık macerasından sonra yeni bir Kemalist maceraya bile mesafeli duruyorlar! Hani o “manda” tartışmaları falan var ya, aslında ülkeye huzur geleceğinden emin olsalar ona bile razı olacak hale gelmişler.
Ama öte yandan da ülke işgal edilmeye başlanmış. Yunanlıların İzmir’e girişi ve Anadolu’ya doğru ilerlemeleri herkesi harekete geçiriyor, ve zorunlu olarak bir direniş ruhu gelişmeye başlıyor. Yani öyle hemen, Kemalist Devrimlere olan inançla “Mustafa Kemal’in askerleri” haline falan gelivermemiş bu insanlar! Öyle bir durum ortaya çıkmış ki, toplumun bütün sınıf ve tabakalarının (bunların hepsinin beklentileri farklı farklı olsa da) üzerinde uzlaştığı bir zemin olmuş Kurtuluş Savaşı..Ve savaşı kazanan da bu ruh olmuş aslında. Yaşamı devam ettirme mücadelesinde Devletle halk ilk kez bu şekilde biraraya gelmişler!
Bu ittifakın en açık delili Birinci Meclis’tir. Çünkü, mücadeleye katılan herkesi görürsünüz burada..Devleti temsil eden Jöntürk kadro da oradadır. İttihatçı artığı Devletçi burjuvazinin-eşrafın temsilcileri de. Ama bunların yanı sıra geniş halk yığınlarının-sivil toplumun temsilcileri de vardır orada.
Peki sonra ne oldu?
Dikkat ediyormusunuz, yapılan bütün o “sınıf tahlillerinde”-en “solcu”, en “bilimsel” olanlarında bile-herşey var ama bir tek şey yoktur: Sivil toplum! Devletten bağımsız olarak gelişen, Anadolu burjuvazisinin önderliğindeki Anadolu sivil toplumu! Niye yok peki bunlar? Yok, çünkü Devlet daha doğarken kafasını kesmiş hep onların sözcülerinin! Kesmiş ama yok da edememiş hiçbir zaman! Kafasını kesiyorsun, ama yok olmuyor!. Bir süre sonra koparılan uzuv yeniden gelişiyor, ortaya çıkıyor! Hayalet gibi birşey yani! İşte benim potansiyel Anadolu sivil toplum muhalefeti dediğim dağınık sistem gücü budur. Pazar için üretim yapmaya başlamış milyonlarca küçük-orta boy üreticiden oluşan bir potansiyel. Bunlar heryerdeler ama hiçbir yerdeler! Çünkü kendilerine güneşin altında açık bir yer, bir varoluş zemini bulamıyor bu insanlar! II Mahmut’un gelişen sivil toplumun kafasını kesme geleneği, daha doğarken onu boğma geleneği olduğu gibi sürüyor Cumhuriyet döneminde de. Kazan kaynıyor içten içe. Bir potansiyel-basınç olduğu açık, bunu herkes hissediyor. Zaman zaman, basınç kazanı patlatmasın diye kazanın kapağı falan da açılmaya çalışılıyor (Serbest Fırka örneğinde olduğu gibi). Ama hiçbir zaman onun potansiyel bir güç olmaktan çıkarak objektif bir gerçeklik haline gelmesine izin verilmiyor. Ta ki 1950’ye kadar!
KENDİ KARŞITINI YARATARAK VAROLMAK
Şimdi, bu çalışmanın belki de en önemli kısmına geldik! Beni, ta o ilk başlarda, 1973 Martında bu çalışmaya yönelten, “o anlaşılmaz diyalektiğin” açıklanmasına geldik! Nasıl olmuştur da, yukardan aşağıya o “Batılılaşma” süreci, kendi inkârı olan bir Anadolu sivil toplum potansiyelini yaratabilmiştir? Ucu, bugün halâ Türkiye Cumhuriyetine kadar bile uzanan bu diyalektik nasıl bir diyalektiktir?
Olayı çözdükten sonra, tabi herşey çok basit görünüyor! Ama o “çok basit” olanın anlaşılabilmesi için yıllar geçti! Cevap şöyle: Ortaçağ Avrupasında feodaller kent toplumu olarak sivil toplumu nasıl yarattılarsa, bizim Batıcı devlet sınıflarımız da, Anadolu sivil toplumunu gene aynı şekilde, aynı diyalektiğe tabi olarak yaratmışlardır! Yaratmışlardır, çünkü bu kez (gene Devleti kurtarmak güdüsüyle) yaratmak zorunda kalmışlardır!
Örneğin, Ortaçağ’da bir kentin kurulması olayını ele alalım. Bir feodal bey neden kent kurucu oluyordu? Feodalizmle, kapitalizmin ana rahmi kent arasındaki ilişki ne idi? Feodal bey, bir kenti kurarken kendi ipini çektiğinin farkında mıydı? Ya da, kenti kurarken, intihar etmek için, kendini yok etmek için mi yapıyordu bunu? Tabii ki hayır! O an onun tek düşündüğü kendi çıkarı idi. Kent kurulacak, ticaret gelişecek, o da bundan yararlanacaktı. Pazardan vergi alacak, kendi tüketim ihtiyaçlarını daha kolay temin edecekti vs. Bir de tabi, sistemin kendi içindeki çelişkiler açısından, köylülerin-serflerin, yani kendi karşıtlarının dışında, onlara karşı kendisini güçlendirecek, onlara bağımlı olmaktan kurtaracak, altın yumurtlayan bir tavuk gibi, sırf kendisine tabi bir alternatif, bir çıkış yolu olarak görüyordu onu. İşte, kendi “inkârını” yaratma olayı budur.
Başka bir örnek verelim. Burjuvaziyi ele alalım. Bugün burjuvalar “araştırma-geliştirme” çalışmalarına milyarlarca dolar yatırıyorlar. Neden? Yeni bilgilerin üretilmesine yol açarak, bu bilgileri kullanıp, rekabette üstte kalabilmek, daha çok kâr elde edebilmek için. Ama her yeni bilgi, pratikte, üretici güçlerin biraz daha gelişmesine yol açıyor. Ve giderekten o hale geliyor ki, kapitalistler, daha çok kâr elde edebilmek için, işçilerin yerine mümkün olduğu kadar makineleri, robotları kullanmaya başlıyorlar. Başlangıçta müthiş birşey bu tabi! Ne grev var, ne hasta olmak! Her bir robot, altın yumurtlayan bir tavuk onlar için! Ama bir düşününüz şöyle, nereye gidiyor bu işin sonu diye! İlerde, işçilerin yerini büyük ölçüde robotlar aldığı zaman nasıl kâr elde edecek kapitalist! Kâr olayı, işçinin sırtından kazanılan artı değerle ilgili birşey değil mi, işçinin yerini robot alınca kâr da ortadan kalkar! Kâr olmayınca da kapitalist olmaz! Kapitalizm kendi inkârını yaratmaktadır. Modern komünal topluma giden yol böyle inşa ediliyor...
Tekrar Osmanlının ve Cumhuriyet Türkiyesinin Batılılaşma sürecine dönüyoruz. Evet, nasıl olmuştur da bu süreç zamanla kendi diyalektik inkarı olarak bir Anadolu kapitalizminin ortaya çıkmasına neden olmuştur?
Burada biribiriyle içiçe, biribirini tamamlayan iki süreçle karşılaşırız. Bunlardan birincisi açıktır. Batı kültürüne göre yeni insan tipleri ve yeni bir toplum yaratılmaya çalışılmaktadır. Bu demektir ki, yeni insan tipleriyle yeni bir yaşam biçimi topluma egemen kılınacaktır. Bu amaçla sistemin içinde Batıdakilere benzer kurumların oluşturulmasına çalışılır. Meşrutiyetin ilanı, Tanzimat Fermanı, Parlamentonun oluşması, bankaların kuruluşu, Batıdakilere benzer yeni yasaların çıkarılması vs. bütün bunlar hep tepedeki Batıcı bürokratların yeni bir sistem yaratabilmek için başvurdukları etkinliklerdir.
“Bunlar, sivil kurumların Türkiye’de bulunmadığının ve bunun da kendilerini, fikirlerini tatbik imkanı az olan sosyolojik bir yapı ile karşı karşıya bıraktığının farkındaydılar. Bundan dolayı gerek ittihatçılar, gerek Kemalistler bu ara’yı temsil edecek kurumları (bankalar vs.), sınıfları (ticari ve endüstri burjuvazisi) ve yasaları (Cumhuriyetin Medeni Kanunu ve Ticaret Yasaları) temellendirmeye çalıştılar. İlginç olan ve kurumsal sosyolojinin üzerinde durması gereken gelişme “sivil toplum” kurucu olarak tanımlayabileceğimiz bu yeni yapıların, uzun vadede Kemalistler tarafından değil, fakat dindar Müslümanlar tarafından zaptedilmiş olduklarıdır”[7]. Yani Şerif Mardin diyor ki; Batıcı Devlet Sınıfı kendine bir kitle temeli yaratarak kendi dünya görüşüne göre yeni bir toplum inşaa edebilmek için Batıda kapitalist sistem içinde varolan kurum ve kuralları yukardan aşağıya doğru Türkiye Toplumu içinde oluşturmaya çalışır. Bunu yaparken onun amacı “cahil” geleneksel İslamcı muhalefeti eriterek yok etmek, insanları bu yeni kurum ve kuralların-ilişkilerin içinde kendi dünya görüşüne göre yeniden şekillendirmektir. Örneğin bankacılık sistemini ele alalım: Bankayı kurdun bu kolay. Başına da kendi görüşüne uygun bir müdür, personel vs. atadın. Peki kime hizmet verecekti bu banka? Senin o “cahil”-geleneksel İslamcı insanlarına değil mi? Köylü Mehmet ağaya krediyi verdin, işleri iyi gitti. Seneye daha büyük bir kredi.. gübreydi, yeni makinalardı derken al sana işte bir Anadolu kapitalisti! Aynı süreç ticaret ve sanayi kapitalizminin gelişimi açısından da geçerlidir. Kapitalistleşmek, Batılı bir toplum gibi olmak mı diyordun, al sana işte kapitalist! Hem de aslan gibi dini bütün, yerli mi yerli bir Anadolu kapitalisti! Böyle gelinir 1950 lere. DP bu sürecin ürünü olur.
Gerisi başka bir yazının konusu olsun!..
[1]a.g.e. s.27
[2]www.aktolga.de 7.Çalışma..
[3] Burada orta sınıf kavramını, hem protokapitalist Müslüman eşraf-ayan anlamında, hem de daha sonra gelişen Anadolu burjuvazisi için kullanıyorum..
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023