Halil BERKTAY
[20 Haziran 2020] Hayli gecikmiş bir meseleye geri dönüyorum. Oral Çalışlar’ın 29 Mayıs tarihli yazısına iki önemli itirazım var. Birincisi, Osmanlının modernite öncesi ile modernite arasında nerede durduğu açısından. İkincisi, Osmanlının her zaman bütün bilimsel gelişmelerle atbaşı gidip gitmediği açısından. Tek bir yazıyı fazla şişirmemesi için, peşpeşe birkaç makalede değerlendirmeye çalışacağım.
Çalışlar’ın sözünü ettiğim yazısı “Fatih modern bir hükümdar, Osmanlı modern bir imparatorluktu” başlığını taşıyor ve ilk iki paragrafında şu görüşleri dile getiriyor (kritik yerleri ben italikledim):
“İstanbul’un Osmanlılar tarafından ele geçirilmesinin 567. yıldönümü… Bu tarih, bir devletten imparatorluğa geçiş yolculuğunun en önemli adımıdır. Yeni gelişen ve büyüyen bir devlet olarak Osmanlı, çürüyen ve tarihini tamamlayan bir başka devleti, Bizans’ı, yıkabilecek enerji ve modernliğe sahipti. Çağın koşullarına uyan bir hükümdarın öncülüğünde, Osmanlı, Bizans’ı yenecekti. O dönemin en güçlü silahı toptu. 22 kilometre uzunluğundaki surlar yıkıldı. Fatih, o günün dünyasındaki en büyük ve en etkili topu (Şahi topu) bir Macar ustaya döktürmüştü.”
Bu satırların problemi şurada: Osmanlı ekonomisi, toplumu, devleti, hukuku… bir bütün olarak değerlendirilmiyor. Sadece, II. Mehmed’in Bizans’ın surlarını top ateşi ile yıkmış olması öne çıkarılıyor. Modernliğin tek veya başlıca ölçütü, ateşli silâhlar oluyor. Surlar (Bizans) Ortaçağı, büyük kuşatma topları (Osmanlı) Yeniçağı simgeliyor. Böylece 1453 kuşatması ve fethi, iki çağ arasında bir çatışmaya dönüşüyor. Bu ikilemde Osmanlı, terazinin modernlik kefesine biraz fazla kolay yerleşiyor. “Enerjisi” ve Bizans karşısındaki diğer avantajları (ki bunlar gerçek), kestirmeden “modernlik” hanesine yazılıyor. Ciddî bir tahlil boşluğu var. Bu boşluğu, “yeni gelişen ve büyüyen bir devlet… çürüyen ve tarihini tamamlayan bir başka devlet… çağın koşullarına uyan bir hükümdar…” gibi, sonuçtan geriye bakarak, böyle olduğuna göre demek böyle olmak zorundaydı dercesine türetilmiş ifadeler dolduruyor.
Oral Çalışlar’ın dile getirdiği görüşler atipik değil. Tersine, yaygın bir tarih kültürü zemininden yükseliyor. Belki üç ayrı tarihsel kültür damarının kesişme noktasında yer alıyor. Birincisi, ders kitaplarımızın feodalizmi ve/ya Ortaçağı şatolara indirgeme eğilimi. Bu yaklaşım ekonomi ve toplum hakkında hemen hiçbir şey söylemiyor. İsterseniz, feodalizmi (veya Avrupa örneğinde feodalizm diye adlandırılmasına alışılmış yapıyı) bütün bir sosyal formasyon olarak algılamıyor diyelim. Sadece, “özel derebeyliği”nin (private lordship) yüksek düzeyde gelişmişliği ve kralların otoritesini geriletmişliğini görüyor. Bu göreli ademi merkeziyetin mimarî ifadesi olan şatoları öne çıkarıyor. Karşısında ise monarşik egemenlik bizatihi gayri-feodal veya anti-feodal sayılıyor. Dolayısıyla (Çin icadı olan) barutun Avrupa’ya ulaşmasıyla birlikte, büyük kuşatma toplarının sur yıkıcı etkisi (krallık otoritesini tekrar tesis etmek suretiyle) feodalizmin sonunu getiriyor.
Bu da ikincisi, Batı-merkezci düşünce ve dönemlendirme kalıplarına çok rahat oturuyor. Ortaçağ, sonra Yeniçağ (veya Erken Modernite), sonra Yakınçağ (veya Modernite, asıl Modernite ya da Sanayi Modernitesi). Ateşli silâhlar feodalite veya feodalizm kavramlarıyla özdeşleşen bir Ortaçağı sonlandırıp Yeniçağın kapısını aralıyor. Bu geçiş için, klasik ders kitabı anlatımlarında üç alternatif tarih var: 1453, 1492 (Kristof Kolomb’un ilk seferi, ya da “Amerika’nın keşfi”), 1517 (Martin Luther’in kilise kapısına çivilediği rivayet edilen 95 Tezi ya da “Protestan Reformasyonu’nun başlangıcı”). Son ikisi “bizimle” ilgili değil. Türk milliyetçiliği tabii onları değil, 1453’ün anahtar olmasını tercih ediyor. Bu da “köhne Bizans”a karşı “çağ kapatıp çağ açan” bir kimlik ve medeniyet iddiasında bulunmaya götürüyor. II. Mehmed’in modernliği, toplarının yanı sıra bir de kendisine izafe edilen bu rolden besleniyor. Kuşkusuz Oral Çalışlar’ın bu milliyetçi mecraya girdiği kanısında değilim. Ama böyle bir fikriyat da var ve popüler tarih ortamının mayalandırılmasında etkili oluyor. Havada uçuşan bölük pörçük bir yığın fikir, buralardan kaynaklanıyor.
Değinmek istediğim düşünsel arkaplanların üçüncüsü, daha çok akademik tarihçilikle ilgili. 1930’ların ikinci yarısında Ömer Lütfi Barkan, radikal Kemalizmin inkârcılığına karşı Osmanlının itibarını iade etmeye girişti. Basit bir rektifikasyon, dengeli bir düzeltme değildi yapmaya çalıştığı. Dönemin Tek Parti devleti ve korporatist kültürünün aradığı “altın çağ”ın, İÖ 7000 civarı ve öncesinin efsanevî Orta Asya’sında değil, Osmanlı “yükselme dönemi” veya (sonradan Halil İnalcık’ın öne çıkaracağı bir ifadeyle) “klasik çağ”ında bulunması gerektiğini işlemeye koyuldu. 1930’ların ve 40’ların koyu devletçiliği ile 15. ve 16. yüzyıllar arasında bir sıhriyet inşa edebilmek için, Fatih ve Süleyman dönemlerinin devletçiliğini alabildiğine abarttı. O çağın geleneksel tarım ekonomisinin ve ulaşım teknolojisinin maddî olabilirlik sınırlarını yok sayarak, Anadolu pazarlarının İstanbul’dan emirlerle açılıp kapandığı modern bir emir-kumanda ekonomisi tablosu sundu. Bu paradigma da Osmanlının Ortaçağ ayağının kesilip moderniteye kaydırılmasına büyük katkıda bulundu.
Bu önermelerin hepsi, tümüyle yanlış mı? Hayır; daha kötüsü, bilimde belki en tehlikeli sayabileceğimiz (çünkü ayıklanması ve çürütülmesi daha zor olan) yarım-doğruları içeriyor. Karmaşık ve çelişkili bir gerçeklik var. Sadece bir yönünü alıp abartıyorsunuz ve ortaya bambaşka bir şey çıkıyor. Faraza Osmanlı hiç modern değildi de (veya modernite başlangıçlarını hiç içermiyordu da) tümüyle Ortaçağ mıydı? Hayır; zaman olarak da, mekân olarak da, kurumsal yapısı itibariyle de, bir ayağı Doğuda bir ayağı Batıda, veya bir ayağı Ortaçağda bir ayağı Yeniçağda diyebileceğimiz hibrid, melez bir yapıya sahipti. Ama işte bu hibrid karakteri “modern bir imparatorluktu” diye özetlemeye kalktığınızda, ciddi bir problem oluşuyor.
En tepedeki başlık resmine tekrar bakınız. Surname-i Vehbi’den bir minyatür. 1720 tarihli. Yani Fatih’in fethinden 270 yıl sonra. Resmin üst kısmında tüfengciler. Alt kısmında, hâlâ bir çift öküz ve karasabanla tarım yapan köylüler. İşte size kestirmeden “modern bir imparatorluk” diye özetlenemeyecek, karmaşık ve çelişkili bir realite. Gelecek sefer daha fazla açıklamaya çalışacağım.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSarkozy hapiste 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkumuş hainler ülkeden kaçıyor! 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENVe casusluk hikâyesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMuhalefetin gerçeklikle bağı koparsa… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Türk soylu yabancı” mı, “herkes Türktür mü (vatandaş?) daha doğru? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTGöbeklitepe… Urfa İzlenimleri – 2 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon yerli ve demokratik çözümün yol haritasını hazırlamalı 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDem Parti’ye çullanmanın hafifliği 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNMadencilik yasasının gölgesinde hasat: Çatalağaç zeytin taşınamaz 21.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024