Yıldıray OĞUR
Genelkurmay niye başkanlık
1.12.2010
2831
Mehmet Baransu’nun dün Taraf’ın manşetindeki “Genelkurmay’ın tabelası indiriliyor, Pentagon modeline geçiliyor” haberi, Başbakanlık tarafından “Başbakan’ın böyle bir talimatı yoktur” denerek yalanlandı.
Başbakan’ın talimatı belki yoktur ama bir hazırlık yürütülüyordur, kim bilir...
Bu “gayrıresmî hazırlıkların” henüz olgunlaşmadan kamuoyu önünde tartışılmaya başlanmasından Başbakanlık rahatsız olmuş olabilir.
Genelkurmay Başkanlığı’ndan bahsediyoruz. Başkanlık kelimesine dikkatinizi çekmek isterim.
Daha önce hiç düşündünüz mü: Neden Türkiye’de bakanlıklar, genel müdürlükler, müdürlükler, teşkilâtlar, müsteşarlıklar var ama sadece iki tane başkanlık var?
Ve neden bunlar; Genelkurmay Başkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı?
Orijinal adlarıyla Diyanet İşleri Riyaseti ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti.
Bu iki ‘riyaset’, iki vekâletin (bakanlığın) kaldırılmasıyla, “Şeriye ve Evkaf ile Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletleri’nin İlgası adını taşıyan 429 sayılı kanunla, aynı gün, 3 Mart 1924 günü kuruldu.
Sizce bu da mı tesadüf?
Hâlâ böyle midir bilmiyorum ama bu iki başkanın maaşlarının bile ilk kuruldukları yıllardan itibaren birbirine eşit olduğu söylenir.
Devletçi dindarlarımıza rivayet edilen, sahih olup olmadığından emin olmadığım bir sözüne göre Atatürk “Bizim iki ordumuz var. Biri manevi, diğeri maddi ordumuzdur. Diyanet mânevi ordumuzdur, silahlı kuvvetlerimiz ise, maddi ordumuz. Mâneviyat maddeden önce gelir, bu sebeple Diyanet İşleri Başkanı Genelkurmay Başkanı’ndan beş lira asli maaş fazla almalıdır” demiştir.
Doğru da olabilir. Protokolde Diyanet 3, Genelkurmay 4 numaraymış o yıllarda.
Diyanet ve Genelkurmay erken Cumhuriyet’in üzerine kurulduğu iki önemli kurum. Başkanlık pozisyonu da bu öneme binaen, bakanlık müdürlük hiyerarşisi dışında bulunmuş bir formül.
Erken Cumhuriyet’in pragmatik nedenlerle yaptığı İslam vurgusu azalınca, laiklik tahkim edilince iki başkanlıktan Diyanet, protokoldeki 3. sırasından bugünkü 50. sırasında kadar gerilemiş.
Bir önceki başkan Ali Bardakoğlu son açıklamalarından birinde protokoldeki bu irtifa kaybını “Atatürk kadar kimse bize kıymet vermedi” sitemiyle dile getirmişti. Genelkurmay Başkanlığı ise 1944’te Feviz Çakmak gibi güçlü bir figür emekliye ayrılınca önce Başbakanlığa, 1949’da İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarının etkisiyle esen demokratikleşme rüzgârları çerçevesinde de Milli Savunma Bakanlığı’na bağlandı. 27 Mayıs’ın ilk işlerinden biri ise Genelkurmay’ı yeniden Başbakanlığa bağlayarak özerk statüsüne kavuşturmak oldu.
Ama bu 86 yıl boyunca Genelkurmay Başkanlığı protokolde 4. sıradaki yerini korudu.
Yani Türkiye laikleşti ama demokratikleşemedi.
Peki nasıl başardı Genelkurmay 4 numaralı koltuğu korumayı? Darbelerle, tankla, tüfekle, askerî vesayet düzeniyle tabii ki...
Ama en başta görev tanımını bizzat Atatürk’ün vermesiyle... Genelkurmay Başkanlığı-Savunma Bakanlığı ilişkisinde kimin patron olduğunu bizzat Atatürk tarif etmiş:
“Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’nin vazifesi ordunun teşkilini, tensikini fenni olarak düşünmek ve memleketin esbabı müdafaasını nazarı dikkate almak ve bunlarla iştigal etmek. Harbiye Nezareti (Millî Müdafaa Vekaleti) umur ile kendi vezaifi arasında büyük fark vardır. Harbiye Nezareti, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’nin tensip ettiği yahud onun planına göre teşkil ve tensik ettiği bir orduyu iaşe eder, ilbas eder ve saire. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi nasıl harbedecek, vatanı nasıl müdafaa edecek, nasıl hazırlanmak lazım geldiğini düşünür.”
Bu konunun Türkiye’deki en önemli uzmanlarından biri olan Ali Bayramoğlu’nun hem konuyla ilgili çok değerli doktora tezinde hem de yazılarında hatırlattığı Atatürk’ün bu sözlerinden aşağıda okuyacağınız ise, bugün Genelkurmay’ın Savunma Bakanlığı’na bağlanmasının nasıl ciddi bir zihniyet engeliyle karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor:
“Teşkilât-ı askeriye vatanımızı esbabı müdafaası ve muhtelif cephelerde icra edilecek (askerî işler kadar), siyaseti dahiliye ve hariciye ile (de) yakınen alakadar bulunuyor. Ve mesailde Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi’nin mütaleası bulunmak ve diğer haizi mesuliyet olan zevatın noktai nazarlarına yakınen vakıf olmak için onlarla bir arada çalışmak ve bir mesele hakkında Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi’nin rey ve mütaleası olan zevat gibi İcra Vekilleri meyanında olması teklif edilmiştir.”
Yani herkese kolay gelsin...
[email protected]
Başbakan’ın talimatı belki yoktur ama bir hazırlık yürütülüyordur, kim bilir...
Bu “gayrıresmî hazırlıkların” henüz olgunlaşmadan kamuoyu önünde tartışılmaya başlanmasından Başbakanlık rahatsız olmuş olabilir.
Genelkurmay Başkanlığı’ndan bahsediyoruz. Başkanlık kelimesine dikkatinizi çekmek isterim.
Daha önce hiç düşündünüz mü: Neden Türkiye’de bakanlıklar, genel müdürlükler, müdürlükler, teşkilâtlar, müsteşarlıklar var ama sadece iki tane başkanlık var?
Ve neden bunlar; Genelkurmay Başkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı?
Orijinal adlarıyla Diyanet İşleri Riyaseti ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti.
Bu iki ‘riyaset’, iki vekâletin (bakanlığın) kaldırılmasıyla, “Şeriye ve Evkaf ile Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletleri’nin İlgası adını taşıyan 429 sayılı kanunla, aynı gün, 3 Mart 1924 günü kuruldu.
Sizce bu da mı tesadüf?
Hâlâ böyle midir bilmiyorum ama bu iki başkanın maaşlarının bile ilk kuruldukları yıllardan itibaren birbirine eşit olduğu söylenir.
Devletçi dindarlarımıza rivayet edilen, sahih olup olmadığından emin olmadığım bir sözüne göre Atatürk “Bizim iki ordumuz var. Biri manevi, diğeri maddi ordumuzdur. Diyanet mânevi ordumuzdur, silahlı kuvvetlerimiz ise, maddi ordumuz. Mâneviyat maddeden önce gelir, bu sebeple Diyanet İşleri Başkanı Genelkurmay Başkanı’ndan beş lira asli maaş fazla almalıdır” demiştir.
Doğru da olabilir. Protokolde Diyanet 3, Genelkurmay 4 numaraymış o yıllarda.
Diyanet ve Genelkurmay erken Cumhuriyet’in üzerine kurulduğu iki önemli kurum. Başkanlık pozisyonu da bu öneme binaen, bakanlık müdürlük hiyerarşisi dışında bulunmuş bir formül.
Erken Cumhuriyet’in pragmatik nedenlerle yaptığı İslam vurgusu azalınca, laiklik tahkim edilince iki başkanlıktan Diyanet, protokoldeki 3. sırasından bugünkü 50. sırasında kadar gerilemiş.
Bir önceki başkan Ali Bardakoğlu son açıklamalarından birinde protokoldeki bu irtifa kaybını “Atatürk kadar kimse bize kıymet vermedi” sitemiyle dile getirmişti. Genelkurmay Başkanlığı ise 1944’te Feviz Çakmak gibi güçlü bir figür emekliye ayrılınca önce Başbakanlığa, 1949’da İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarının etkisiyle esen demokratikleşme rüzgârları çerçevesinde de Milli Savunma Bakanlığı’na bağlandı. 27 Mayıs’ın ilk işlerinden biri ise Genelkurmay’ı yeniden Başbakanlığa bağlayarak özerk statüsüne kavuşturmak oldu.
Ama bu 86 yıl boyunca Genelkurmay Başkanlığı protokolde 4. sıradaki yerini korudu.
Yani Türkiye laikleşti ama demokratikleşemedi.
Peki nasıl başardı Genelkurmay 4 numaralı koltuğu korumayı? Darbelerle, tankla, tüfekle, askerî vesayet düzeniyle tabii ki...
Ama en başta görev tanımını bizzat Atatürk’ün vermesiyle... Genelkurmay Başkanlığı-Savunma Bakanlığı ilişkisinde kimin patron olduğunu bizzat Atatürk tarif etmiş:
“Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’nin vazifesi ordunun teşkilini, tensikini fenni olarak düşünmek ve memleketin esbabı müdafaasını nazarı dikkate almak ve bunlarla iştigal etmek. Harbiye Nezareti (Millî Müdafaa Vekaleti) umur ile kendi vezaifi arasında büyük fark vardır. Harbiye Nezareti, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’nin tensip ettiği yahud onun planına göre teşkil ve tensik ettiği bir orduyu iaşe eder, ilbas eder ve saire. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi nasıl harbedecek, vatanı nasıl müdafaa edecek, nasıl hazırlanmak lazım geldiğini düşünür.”
Bu konunun Türkiye’deki en önemli uzmanlarından biri olan Ali Bayramoğlu’nun hem konuyla ilgili çok değerli doktora tezinde hem de yazılarında hatırlattığı Atatürk’ün bu sözlerinden aşağıda okuyacağınız ise, bugün Genelkurmay’ın Savunma Bakanlığı’na bağlanmasının nasıl ciddi bir zihniyet engeliyle karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor:
“Teşkilât-ı askeriye vatanımızı esbabı müdafaası ve muhtelif cephelerde icra edilecek (askerî işler kadar), siyaseti dahiliye ve hariciye ile (de) yakınen alakadar bulunuyor. Ve mesailde Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi’nin mütaleası bulunmak ve diğer haizi mesuliyet olan zevatın noktai nazarlarına yakınen vakıf olmak için onlarla bir arada çalışmak ve bir mesele hakkında Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi’nin rey ve mütaleası olan zevat gibi İcra Vekilleri meyanında olması teklif edilmiştir.”
Yani herkese kolay gelsin...
[email protected]
Yazarlar
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel’e saldırı aydınlatıldı mı şimdi? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolDış politikada rasyonel zemin 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURKomisyon Suriye’yi, Suriye İsrail’i, İsrail Trump’ı…. 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEYargı CHP’ye çalışıyor 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluHerkes sözünden sorumludur; 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilFanatizm ve inancın siyasallaşması 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBüyük Türkiye hayali böyle bir hayal miydi? 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.09.2025
22.09.2025
20.09.2025
17.09.2025
10.09.2025
8.09.2025
6.09.2025
3.09.2025
2.09.2025
30.08.2025