Sezin ÖNEY
Bosna Kuşatması’nın başlamasının üzerinden yirmi yıl geçti gitti.
Zaman nasıl bu kadar çabuk geçiyor.
Daha sanki dündü, savaş başlamıştı; şimdi, “geçmiş” ve anıları yazılıyor.
Balkanlardan, iki genç gazeteci Eldin Hadzoviç ve Zvezdana Vukojeviç, geçtiğimiz aylarda, Srebrenitsa Katliamı’na tanıklık eden farklı insanlarla görüşerek, o zamanlar neler yaşandığını yansıtmaya çalıştılar. “Srebrenitsa’da Hollandaların gömdüğü cesetlerin peşinde” başlıklı makaleleri, Danimarka’da Scoop adlı bir dergide yayımlandı. Gerçekten de, Srebrenitsa’da barış gücü olarak görev alan Birleşmiş Milletler komutası altındaki Hollanda askerlerinin de, bazı cesetlerin gömülmesi sürecinde yer alması olayı, gazetecilik jargonunda “scoop” olarak anılan bir yeni, atlatma haber.
Fakat bu makalede benim daha çok ilgimi çeken, savaşın çirkin yüzünü ortaya koyan, herkesin, her kesimin, her tarafın ne denli insanlıktan çıktığını düşündüren satır arasındaki detaylar.
11 Temmuz 1995’te, BM’nin “güvenli bölge” olarak tanımladığı Srebrenitsa’nın, General Ratko Mladiç komutasındaki Bosnalı Sırp kuvvetlerinin avucuna düşmesi ve ertesinde de, 8100 Boşnak Müslüman erkeğin, yetişkin ve çocuk ayırt edilmeksizin öldürülmesi, başlı başına bir dehşet hikâyesi elbette.
Ama o olayın gerçekleşmesinden önce de, Bosna topraklarının dört bir yanından akan 50 bin kadar Boşnak’ın, insanlık dışı şartlarda, aç, başlarını sokacak bir yer olmadan, tıkıldığı bir yerdi Srebrenitsa. 19-20 yaşındaki Hollandalı askerler, bu koşulların hemen yanında, duruma giderek yabancılaşarak bir askerî kampta, sıkıntı içinde savaşın bitmesini bekliyorlardı.
Srebrenitsa’daki Hollandalı UNPROFOR birliğinin komutanı Tom Karremans, “Duruma müdahale edelim de, savaşın bu koşullarından kurtulabilsinler diye, oradaki Boşnaklar, Sırpların saldırmasını sağlamak için elinden geleni yapıyordu” diyor.
“Mazlum”, mağduriyetini bilip, kaderine razı oturmalı mı yani Karremans’ın mantığına göre. Ancak, bu gibi düşüncelere savaşta yer yok.
Savaş, siyasetin, düşüncenin bittiği, gücün en uç noktasında kullanıldığı bir delilik hâli. Hatta, dünyada gerçekten bir “delilik” hâli mevcutsa, o da savaş.
Bu berbat ortamda, Srebrenitsa’da, Hollandalı askerlerin, kendilerinden şeker isteyen çocukları caydırmak için t-shirt’lerine “Nema Bonbon” (Şeker Yok) yazması da aslında, savaşın “olağan yüzü”.
Srebrenitsa’dan dem vurmamın sebebi, çoğu zaman, savaş, çatışmalarla ilgili bu detayları es geçmemiz, “o bunu, bu şunu öldürdü” gibi kuru satırların yuttuğu insani gerçekliklerin hiç de farkında olmamamız.
Savaş, silahlı gruplar, ordular, devletler arasında olup biten bir kozların paylaşımı, güçlerin çatışması durumu değil.
Klasik uluslararası ilişkiler bakış açılarına saplı okumalarla, Arap Baharı’nın yarattığı anafor gibi Türkiye’yi de, tüm dünya ile beraber (hatta daha da fazla) içine çekecek değişim sürecini bir türlü anlayamıyoruz.
Arap Baharı’nı, modern politik teorinin en önemli isimlerinden Hannah Arendt’in 1960’larda basılan kitabı Geçmişle Gelecek Arasında’nın penceresinden bakarak okumaya çalışalım mesela; bakalım ne göreceğiz...
Arendt’e göre, politika, özgürlük demek, kaderini eline almak, kendi kaderini, geleceğini belirlemek demek. Bu bağlamda, “düşünce özgürlüğü” demek değil, özgürlük. Çünkü, düşüncelerimizde, kendi içimizde, kafamızda, “gizli dünyamızda” ne düşündüğümüzde zaten özgürüz. Ancak, özgürlük, bu düşüncelerin ifadesinde, dışarı vurumunda, iletilmesi ve aksiyona dönüşmesinde anlam bulan bir kavram.
Bu bakış açısıyla, siyaset, katılmak demek, kendi farklılığını, düşüncesini, çizgisini ortaya koymak demek. Bir müzisyenin performansı gibi, sahne alması gibi, virtüözlük isteyen bir harekete geçiş hâli politika.
Egemenliğe, tahakküme, kendi düşüncesine boyun eğdirmeye, beğendirmeye, kendini zorla kabule yönelik bir hareket tarzından bahsetmiyor Arendt; kendini ifade etmeyi kastediyor özgürlükle. Kendi hayatına ilişkin kararlarda söz sahibi olmaktan.
Arap Baharı’nın ilk çıkış noktası, politikanın özgürlük manasında, insan tarafından talep edilmesiydi. Bir proje, bir hedef, bir egemenlik, erk talebi, arkaplanı olmadan... Ne garip ki, en çok da eleştirilen yanı Arap Baharı’nın bu başıboşluk, bu amaçsızlık oldu. Oysa, politika, Arendt’in kafasında canlandırdığı hâliyle, tam da bu “böyle gelmiş böyle gitmez” şeklinde, hesapsız kitapsız bir özgürlük başkaldırısıydı.
Şimdi bir de, Taraf’ta yer alan, Türkiye’nin savunma ihracatıyla ilgili 4 nisan tarihli bir haberi hatırlatalım; “Bahreyn’e bu yılın aynı döneminde sekiz milyon üç bin dolar değerinde ihracat yapıldı. Aynı dönemde Birleşik Arap Emirlikleri’ne yapılan ihracat 20 milyon 191 bin dolar olurken, Libya’ya yapılan ihracat bir milyon 491 bin dolar seviyesinde gerçekleşti. Son dönemde gündemden düşmeyen Suriye’ye yapılan ihracat Mart 2011’de 5000 dolarken, 2012’nin aynı döneminde 186 bin dolara çıktı. Suudi Arabistan’a yapılan ihracat ise iki katı artışla 35 milyon 893 bin dolar seviyesine ulaştı.”
Bu da, Türkiye’nin Arap Baharı’nı kutlaması olsa gerek; silahtan havaifişekler şeklinde...
Oysa, gelecekle geçmiş arasında, şimdiki zamanı tanımlayan gerçekler değişti. Artık gün, silah tüccarlarının, egemenlik peşinde güce susayanların günü değil. Politikanın özgürlük olarak doğduğu çağın başlangıcında, fena halde geçmiş zamandayız.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUBir hegemonya diyarı olarak Türkiye… 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYapıyorlar, oluyor ve bir şey de olmuyor 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANCHP operasyonlarında yeni eşik 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Yargıya güvenin’ 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUABD Büyükelçisi bir şeyler söylüyor da, ne diyor? 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRCHP'YE YAPILAN OPERASYONLARA KARŞI NE YAPMALI? 6.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBahçeli’nin jeopolitik sorumluluğu 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBenimki bir valiz hikayesi… 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİklim adıyla sınai kirletmenin ticareti 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞYangınlar yeniden başladı, Orman Bakanı ne yapacak ve George Orwell 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKafkasya ötesinde kanlı satranç 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciŞimşek görmüyor mu? 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Kürt Sorununda atılacak ‘hayal gibi’ 9 adım…” 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSıcak bir yaz, serin bir sonbahar ve belirsiz bir kış 1.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİİnsan yerin yüzüdür 1.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanÜç liderin 12 Gün Savaşı’nda karşılaştırmalı performansı 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEButlan 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti, kendi eseri olan bu Türkiye fotoğrafına daha dikkatli bakmalı 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAToplumsal Muhalefetten Demokratik Topluma: Halkların, İnançların ve Özgürlük Güçlerinin Birleşik Müc 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞELLİ MİLYAR DOLAR DÜNYADAKİ AÇLIĞI ÇÖZÜYOR… 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURDemek ki “ideolojiler” henüz ölmemiş 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye, sıcak savaşlara evrilen küresel paylaşım savaşının hem sahnesi hem öznesi 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENSiyaset ırmağı kirlenirken… 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENOrtadoğu ve Kürtler CHP’yi Çağırıyor 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraAdalet ve Kalkınma Partisi’nin Ön Tarihinden 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNBarışı savunmayayım da ne yapayım! 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanŞaka değil, Kılıçdaroğlu sahiden gelip CHP’nin başında kalmak istiyor! 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.02.2025
29.01.2025
17.01.2025
7.11.2024
6.11.2024
24.10.2024
27.06.2024
7.06.2024
26.05.2024
20.05.2024